İnsanlar görüşlerini-fikirlerini çok
doğru buldukları için onlara çok inanırlar ve onlarda bir hatâ da bulmazlar. Zâten
öyle olmasaydı o görüşler o kişilerin görüşleri olmazdı. Fakat neredeyse her
insanın farklı görüşü vardır ve bu görüşler çok çeşitlidir ve hattâ diğer kişilerin
görüşüyle tamâmen farklıdır. İnsanların görüşlerine bu kadar sâhip çıkmaları, o
görüşlerin bir düşünceye bağlı olması ve düşüncenin, insanı diğer varlıklardan
ayıran ana-faktör olmasıdır ve de bu nedenle düşüncenin çok değerli bir şey
olmasından dolayı, insanların düşüncelerine-görüşlerine sâhip çıkması
normâldir.
İnsanların bu görüşleri kişisel durumları
ile de ilgilidir. Sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik, fizîki yapı, yaşadığı yer,
coğrafya, dil, din, mezhep, görüş vs. ayrıca okuduğu kitaplar-yazılar, dinlediği
kişiler, sohbet-muhabbet ettiği insanlar, duydukları, gördükleri vs. Bir de
nefsâni yön vardır tabî ki. Çoğunlukla çıkarlarına göre düşünür insanlar ve
bunu kolay-kolay da değiştirmezler. Çünkü düşüncelerini değiştirmek demek, çıkarlarını,
âile yapılarını, davranışlarını, eylemlerini vs. hayat-tarzlarını değiştirmek
demektir. Zîrâ düşünce, kişiyi değişime zorlayan bir etkendir ve insanlar genel
durumları iyi ise bundan vazgeçemezler.
Özellikle modern zamanlarda bu kadar çok
ve farklı fikirlerin-düşüncelerin olması bir yandan da toplumu aşırı
farklılaştırıyor, bölüyor ve kardeşlik rûhunu çok fazla zedeliyor. Bu durum
müslüman toplumlarda da görülünce bir umutsuzluk oluşuyor ve “ümmet” fikri giderek
değerini-hedefini kaybediyor.
İnsanlar arasındaki farklı düşünceler,
doğal ve normâl olduğu müddetçe pek sorun çıkarmaz. Fakat bu durum anormâl bir
seviyeye gelince fırkalaşmalar, bölünmeler, ayrışmalar kaçınılmaz oluyor.
“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret
gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde güzel bir
örnek vardır” (Ahzâb 21). Âyetin
hizip-fırkalaşma anlamındaki Ahzâb Sûresi’nde olması mânidardır. Peki örnek almamız gerektiği Kur’ân ile de emredilmiş olan
Peygamberimiz ve sahabenin kardeşliği nasıl gerçekleşti ve onların bilgileri-düşünceleri-fikirleri
onları niye ayırmadı?. Tabî ki doğal farklılar olmuştur, fakat aralarındaki
kardeşlik şuuru evlerini-aşlarını-işlerini paylaşacak derecede nasıl oluştu ve
bilgileri onları niçin ayrıştırmadı?. Neydi onlardaki bilginin mâhiyeti?.
Evet; bilginin olması kardeşliğin-birliğin
olmasını her zaman sağlamıyor. Bâzen bilginin olması iki tarafı bir-birine
düşürebiliyor ve hattâ dünyâ-savaşları çıkarabiliyor. Çeşitli bilgilerin-düşüncelerin
oluşturduğu ideolojilerin meydana getirdiği savaşlar yüzünden milyonlarca insan
hayâtını kaybedebiliyor. O hâlde bilgiden ziyâde bilginin türü önemlidir.
Hangi bilgi ayrıştırır, hangi bilgi birleştirir.?
Bilindiği gibi Kur’ân, arap yarım-adasında,
çok büyük çoğunluğunun okuma-yazma bile bilmediği, hattâ hayatında bir kitap
bile görmeyenlerin bulunduğu bir topluma inmişti-gelmişti. Bilgi konusunda tam
bir ümmî idiler. İşte Peygamberimiz böyle bir toplum içinden bir kardeşlik rûhu
oluşturdu ve böyle bir toplum ile ümmet-devlet-medeniyet süreci başladı.
İletişimin, bilginin her yerden fışkırdığı,
elimizin altındaki cep-telefonlarında bile hayâtımız boyunca uğraşsak okuyamayacağımız
genişlikte külliyatlar-kitaplar-bilgiler var ve insanlar bilgiye çok kolay
ulaşıyorlar fakat modern zamanlardaki gibi insanlar bu kadar düşünce
ayrılıkları da yaşamamışlardır. Öyleyse sahabeyi birleştiren bilgi nasıl bir
bilgiydi?.
Evet; bilgi önemlidir fakat her bilgi iyi
değildir. Peygamberimiz “kişide ahlâka dönüşmeyen bilgiyi faydasız ve boş bir
bilgi” olarak değerlendirmiş ve bundan Allah’a sığınmıştır.
Hz. Ali:
“Seni ıslah etmeyen bilgi sapıklıktır” der.
Bilginin türü önemlidir. Yoksa varlıkta
bilgiden daha bol bir şey yoktur. Zamânımızda çok büyük ve mîde bulandırıcı
oranda bir bilgi-kirliliği var meselâ. Seküler/dünyevî/din-dışı bilgi,
birleştirmekten ziyâde bölmeye-ayırmaya dönüktür. Çünkü maddî ve nefsîdir, geçicidir.
Âhirete dönük olan bilgi ise birleştirici ve yapıcıdır. Bu bilgi vahiy-merkezli
bilgidir. Vahyin oluşturmuş, inşâ etmiş olduğu bilgidir. Kur’ânî bilgidir.
İşte bu bilgi-türü insanlık târihinin gördüğü en büyük medeniyeti meydana
çıkarmıştır. Bir-birlerine düşman kişileri-kavimleri “kardeşler” yapmıştır. Bu
bilgi-türü, canlarla ve mallarla cihadı hoş göstermiştir. “Ölüm sevgisi”
oluşturmuştur. “Süper îman” denilen bir îman inşâ etmiştir. Adanmanın zirvesi
bu bilgi-türüyle (vahiy) ortaya konmuştur. “Kerim vazgeçişler” bu bilgi-türünden
zuhur etmiştir.
Fakat…Kur’ân/vahiy-merkezli bilgi edinme
yolunda olanların aralarındaki çelişkiye, kavgaya, ayrışmaya ne denilecek?. Bu olumsuz
durum nasıl açıklanacak ve îzah edilecek?. İnsanın olduğu yerde illâ ki bâzı
farklılıklar-sorunlar oluşacaktır eyvallah. Bunlar gâyet normâl ve doğal durumlardır.
Darılma olur, sonra barışılır gider. Fakat birinin “ak” dediğine diğerinin “kara”
demesi gibi bir farkı nasıl anlayacağız?. İki tarafı (şii-sünnî) bir-birlerini
öldürecek kadar bir-birlerinden nefret ettiren nedir?. Üstelik aynı kitabın ve
Peygamberin toplumu-ümmeti. Tüm bunları nasıl açıklayacağız?. Ümmetin hâl-i pür
melâlinin nedeni nedir?. İşte burada da farklı bir neden var… “Dünyevî
bilgi”ye göre yapıcı birleştirici bir bilgi-türü olan Kur’ân-merkezli bilgi, “bilgi”
olduğu için bir yerden, bir durumdan, bâzı şartlardan sonra yetersiz kalıyor.
Benzer durumlar Peygamberimiz döneminde de olmuştu. Onlar bu sorunu çözdüler.
İşte burada sorunu çözecek olan şey, yine bu vahiy-merkezli bilgi-türünün
oluşturmuş olduğu ve daha sonra da “muhteşem bir ahlâka sâhip, âlemlere rahmet
Peygamberin” Kur’ân’ın-sünnetin ahlâkıyla ahlâklandırdığı sahabelerdir Bu
sahabeler ve toplum bu sorunları delikanlılık ile aştılar, yada aşmaya
çalıştırlar. Bunda çok büyük ölçüde başarılı olduklarının delîli, 1.000 yıl
boyunca yaşanan muhteşem İslâm medeniyetidir.
Delikanlılık ilk-başta “vazgeçiş” ile
ilgilidir. Feragât etmekle; fedâkârlıkla; “kadan almak”la; kardeşini kendine
tercih etmekle; merhâmetle; sevgi ile; azâmet ile; kerim olmakla.. İşte böyle
yiğitler ve bu tarz bir yiğitlik, Peygamber öncülüğünde bu sahabeler arasında
oluşturuldu, yaygınlaştırıldı ve sağlamlaştırıldı. Artık fikirler farklı olsa
bile bunlar sorun edilmedi. Farklılıklar fırkalaşmaya değil, zenginleşmeye
neden oldu. Farklı düşünceler kardeşlik rûhunun önüne geçemedi. Delikanlılık
sürdüğü müddetçe kardeşlik; kardeşlik sürdüğü müddetçe sağlam bir toplum;
sağlam bir toplum sürdüğü müddetçe sağlam temellere sâhip bir devlet ve bu
devlet ile süper bir medeniyet başladı ki bu medeniyet hâlen özlenen,
bahsedildikçe gözleri yaşartan bir medeniyettir. İslâm medeniyetidir.
Şu-hâlde, dünyevi bilgiyi iyice
belledikten sonra vahiy-merkezli bilgi-türünü idrâk etmeli, (hattâ bunu berâber
yapmalı) sonra bu bilgi-türü davranışlara yansıtılarak hayâta aktarılmalı ve bu
bilgi-türünün delikanlı bir topluma dönerek, Dünyâ’daki perişanlıkların,
mazlûmiyetlerin, zulümlerin, adâletsizliklerin, şerefsizliklerin ve her-türlü
melânetin kökünü kazıyarak yok olmasını sağlamalı ki, “Rabbim bize hem Dünyâ’da iyilik ver
hem de âhirette” (Bakara 201) diyerek edilen duâ tezâhür etsin ve bu
duâ kabûl olarak Dünyâ bir “dârü-s selâm”a, bir “barış yurdu”na, “cennetin bir
şûbesi”ne dönsün ve mutluluk, güzellik, barış, sevgi, merhâmet, iyilik,
delikanlılık, ayyuka çıkarak zirveye ulaşsın.
Evet; bilgi tek-başına yetmez. Vahiy-merkezli
olan bilgi-türü de bir yerden sonra tek-başına yetmez. Ahlâka dönüşmüş, meleke
hâline gelmiş bir delikanlılık şekline dönüşen o özel bilgi-türü ve durumu
ancak, toplumu huzûra kavuşturacaktır. İşte; tüm zamanlardaki “bâzıları”, ne
kadar bilgili olurlarsa-olsunlar, ne kadar allâme olurlarsa-olsunlar, onlardan
daha az, hattâ çok-çok daha az bilgilerinin olmasına rağmen sahabeleri bu
kişilerden üstün yapan şey budur: Delikanlılık. “Vahiy-merkezli
bilgi-türü/durumu kaynaklı delikanlılık. Samîmiyet, ciddiyet ve gayretin bir
sonucu olarak. Bu delikanlılığa; korkmakla, tembellikle, uyuşuklukla,
pısırıklıkla, taklit ile, birilerini körü-körüne tâkip ve taklit etmekle
ulaşılamaz. Bu delikanlılık; kaşânelerinde, fildişi kulelerinde modern
araştırmalar yapanlara; ticâretlerinin içine gömülmüş vaziyette olanlara; “halk”tan
alabildiğine kaçanlara; sapık-şerefsiz ideolojilere kulluk yapanlara; kişilere
kapılanlara; paraya meftûn olanlara; gölgesinden bile korkanlara; ölümü bir
trajedi olarak görenlere vs. nasip olmaz. Bu delikanlılık; Üstün bir bilgi-türü
olan vahiy-merkezli bilginin, belli şartlarda ve koşullardaki kişilere, yâni; Kerim
öfke sâhiplerine, ezilmişlere, âleme yerin en düşük rakımından bakanlara, yer-yüzünün
lânetlisi sayılanlara, Dünyâ’nın neresinde olursa-olsun, ölen, tecâvüz edilen,
aç bırakılan kardeşleriyle berâber ölen, aç bırakılan, bu nedenle de boğazı yumruk-yumruk
düğümlenen, aziz haykırışlara-feryatlara sâhip ve eyleme dönük ciddî-samîmi-gayretli
çalışmalarını sürdürenlere nasip olur. İşte bunlardır peygamberlerin vârisleri.
Çünkü asıl âlimler bu delikanlılardır. “Bilinen şeyler, eylenen şeylerdir zîrâ.
Bilmek, “yapmak” demektir. Vahiy-merkezli bilgi-türü ile inşâ olmuş
delikanlıların bildikleri, edip-eyledikleridir.
Artık orada akıl değil; takvâ,
yiğitlik-delikanlılık ve “göze-alma” vardır. “Göze almak” bedel ister. İşte bu
“göze alma” bedelini göze alamayanlar, harekete geçemiyorlar ve de geçemezler.
O bedeli göze alanlar, göze alamayıp da oturanlardan elbette ki daha
üstündürler: “Mü’minlerden,
özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad
edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri
oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va’detmiştir;
ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsa 95).
Peygamberimizin ve sahabenin farkı “bilgi”nin
farkından çok aslında “karakter farkı”ydı. Yoksa bilginin çokluğu karakterin
yüceliğini göstermez. Karakter sağlam olunca yüzeysel bilgi de yeter ve amele-eyleme
sevk-eder kişiyi. Böylece bu karakter sâyesinde gösterdiği gayret onu cennete kadar
taşır. Evet; Peygamberimizin ve sahabenin “ayırıcı özellikleri” bilgilerinden
ziyâde karakterleriydi.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder