“De ki:
Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır” (En-âm 162).
“Mü’min;
ilâhî nizâma samîmiyetle inanan; müslüman ise, “o nizâma teslim olan/uyan
kimse” demektir”. Îman etmek ve İslâm olmak “kayıtsız-şartsız mü’min ve
müslüman olmak” demektir. Müslüman olmak aslında sâdece dil ile yapılan bir tekrar
değildir. Sâdece dil ile “müslüman oldum” ve “îman ettim” demekle olunuveren
bir şey değildir İslâm. Îman etmek ve müslüman olmak da yine, müslüman olarak
bilinen bir ana-babadan doğmakla olacak şey değildir. Müslüman bir ana-babadan
doğmanın gerçek anlamda müslüman olmak ve îman etmek için avantajı olabilir
tabi. Lâkin bu yeterli değildir.
Müslümanlar
yada müslüman coğrafyalarda yaşayanlar, îman etmenin ve müslüman olmanın ne demek
olduğunu bilmemektedirler. Müslüman olarak bilinen bir anne-babadan doğunca
müslüman olunduğunu zannetmektedirler. Türk ana-babadan doğunca Türk olunduğu
gibi, müslüman olan anne-babadan doğunca da müslüman olunuyor ve Allah’a îman
ettiğini söyledikten sonra iş bitiyor zannediyorlar. Sorulduğunda “müslümanım”
demek, bir şey için “çok şükür” demek, selam verip almak ve bâzı müslüman
etkinliklerine katılmak müslüman olmak için yeterli olur zannediliyor. Birileri
de, “doğduğuna inandığın gibi öleceğine de inanacan o kadar” diyerek absürd bir
laf kullanınca iş tamam oluyor ve îman ettiğini zannediyor. Bâzıları da sâdece “îman
ettim” demekle müslüman olunabileceğini sanıyor. Oysa Kur’ân buna karşı
çıkıyor:
“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan
bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).
Söz ile yâni “müslümanım”
demekle müslüman olunmaz, “müslümanlık yapmak”la müslüman olunur.
Yine
kendilerini dindar olarak görenler ve insanlar tarafından “iyi müslüman” olarak
görülenler de; beş vakit namazı kılıp, Ramazan’da oruç tutup, emellilikte para
varsa hacca gidip, kurban kesip, zekât adına üç-beş kuruş dağıtınca ve
hanımlarının başları da kapalı olunca mü’minlik tamam oluyor zannediyorlar. İyi
de 600 küsur sayfadan oluşan Kur’ân ne anlatıyor ki onca sayfada?. Peygamber 23
yıllık hayâtı boyunca sâdece İslâm’ın 5
şartından ve îmânın 6 şartından mı bahsetmiş?. Tamam; 5 vakit namaz kılarsanız,
oruç tutup zekatınızı verirseniz müslüman olarak kabûl edilirsiniz, fakat bu sizin
gerçekten İslâm’ı bildiğiniz ve hakkıyla îman ettiğiniz anlamına gelmez. Kur’ân
bu konuda şöyle der:
“Bedeviler,
‘îman ettik’ dediler. De ki: Siz îman etmediniz; ancak İslâm (müslüman veyâ
teslim) olduk deyin. Îman henüz kâlplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve
Resûlü’ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç-bir şeyi eksiltmez.
Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Hucurât 14).
Demek ki îman
etmek Allah’a ve Resûlüne kayıtsız-şartsız itaat etmekten geçiyor. İnandığını söylemek ve zannetmekle, inanmak ve îman
etmek çok ayrı şeylerdir.
Birileri de İslâm’ı ve îmanı yanlış
biliyor ve ruhçuluk yaparak, egzotik şeylerden bahsederek dîne uyduğunu, bâzıları
da mistik-bâtınî tasavvufun uydurma ve zırvalıklarını dinleyince iş bitiyor
zannediyor. Bir başka kesim de sarık cübbe takınca, baston ve tesbih taşıyınca
müslüman olduk ve îman ettik sanıyor. Başka birileri şeyhlerine, efendilerine,
hoca-efendilerine ve lîderlerine yalakalık yapmayı îman etmek ve müslüman olmak
zannediyor. Yine birileri de modernist olmayı, târihselci olmayı, liberâl
olmayı, kapitâlist olmayı müslümanlık olarak görüyor. “Kâinât imamı” olarak
gördükleri imamlarının hatırı için ne kadar kurnaz ve şerefsiz olunursa o kadar
iyi müslüman olduğunu zannedenler de vardır.
İslâm’ı ve îmânı
sâdece bilmek de yeterli değildir. Onu yaşamadan hakkıyla bilmek ve idrâk etmek
mümkün değildir zâten. Eğer olsaydı bilgi anlamında İslâm’ın her-şeyini bilen
oryantâlistler en iyi müslüman ve mü’min olurlardı. Hâlbuki bir-çoğu şerefsiz İslâm
düşmanıdır. Bu düşmanlık İslâm’ın mistik tarafına değil, sosyâl, siyâsi ve
ekonomik yönleriyle ilgilidir.
Bir de sözde müslüman
iktidarları destekleyip onlara oy verince müslüman olduğunu ve îman ettiğini
zanneden ahmaklar var. Demokrasiyi, lâikliği, sekülerizmi, liberâl kapitâlizmi
savununca iyi müslüman olduğunu zanneden kâfir ve müşrikleri ise hiç saymaya
değmez.
Îman etmekle
müslüman olmak arasında da fark vardır. Îman kâlp işi olduğu hâlde, İslâm daha
çok îmânın amel olarak dışarıya yansımasını ifâde eder. Normâlde bu şekilde
olması gerekir. Fakat modern zamanlarda, “îman olsun da, İslâm olmasın”, yâni
“îman olsun ama amel olmasa da olur” düşüncesi öne çıkarılmıştır.
Ilımlı-modern-demokratik-liberâl îman denen bu îman düşüncesine göre; “ben de
inanıyorum” deyince sanki iş bitiyor gibi konuşuyorlar. Şu âyetler buna îtirâz
ediyor:
“İnsanlar,
(sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?.
Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte
ve gerçekten yalancıları da bilmektedir” (Ankebût 2-3).
“Yoksa sizden
önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?.
Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine
sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; Allah’ın yardımı ne
zaman? diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).
“Yoksa siz,
içinizden cihad edenleri ve Allah’tan ve Resûlü’nden ve mü’minlerden başka sır-dostu
edinmeyenleri Allah bilip (ortaya) çıkarmadan bırakılıvereceğinizi mi sandınız?.
Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Tevbe 16).
Târih boyunca
olduğu gibi günümüzde de kendilerini müslüman olarak bilenler aslında İslâm’ın
ve îman etmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Müslüman olmak, kıyısından-köşesinden
ve namaz-zekat olunca da “siyâseten” kabûl ediliyor ama, Allah’a îman tam bir
teslîmiyet ve adanma gerektirir. İslâm, Peygamber zamânında, İslâm olmanın ve
îman etmenin ne demek olduğunu hakkıyla bilenler tarafında ancak hakkıyla
yaşanmıştır. Bu güzel örnekler gibi olmayanlar ise “olmasa da olur” diyerek
aslında tüm zamanlarda çıkarlarının peşinden gitmişlerdir. İslâm ve îman için
kıllarını kıpırdatmayanların İslâm olmanın ve îman etmenin ne demek olduğunu
bildiklerini söylemek mümkün değildir. Zâten onlar samîmi de değildirler ve
İslâm’a ve îmâna göre değil, Dünyâ’ya ve nefse göre yaşarlar. Oysa îman etmek
ve İslâm olmak, kendini Allah yoluna adamak demektir ki Kur’ân bunu şu şekilde
söyler:
“De ki:
Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır” (En-am
162).
Îman etmek,
bilinçli bir şekilde olur ancak. İnsan neye îman ettiğini bilmelidir. Kişi kısaca,
namaz, oruç, zekât ile İslâm âilesine siyâseten kabûl edilebilir ama, bu gerçekten
“îman etmiş olmak” demek değildir. Aslında tüm zamanlarda ve günümüzde müslümanların
çoğunun müslümanlığı böyle bir müslümanlardır.
Îman etmek, vazgeçmeyi
gerektirir. Allah için vazgeçmek; nefsinden, malından-mülkünden-canından vs.
îman etmek bunları da gerektirebilir. Peygamber ve sahabe örnekliğinde bu
görülmüştür ki Kur’ân bize onları örnek gösterir:
“Andolsun,
sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için
Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).
Kur’ân’ı hiç okumadan,
dinlemeden hakkıyla müslümanlık olmayacağı gibi, îman etmek de mümkün değildir.
Çünkü bir kere insan neye îman edeceğini bilmelidir. Kendini müslüman olarak
görenlere ve gerçekten îman ettiğini zannedenlere neye îman ettiğini sorsak
herhâlde cevap olarak “Allah’a” derler. Oysa Allah’a îman etmek önemlidir ama îman
“Allah’a îman” dâhil gaybın tamâmına îmandır. Meselâ “âhirete îman”dır. Âhirete
gerçekten îman etmek önemlidir. Kur’ân’a îman etmek; “Kur’ân’a göre hareket
etmek ve Peygamber’i örnek almak” demektir.
Allah’a îman
etmek önemlidir ama aslında âhirete îman etmek daha önemli olabilir. Çünkü
kendini müslüman görmesine rağmen her türlü şerefsizliği bile yapanlara sorsan
“Allah’a îman ediyorum” der ve bunda samîmi de olabilirler. Allah îmanları
elbette boşa çıkaracak değildir. Fakat bu kişi âhirete de gerçekten inanıyor ve
sorgudan-hesaptan korkuyor, çekiniyor ve hayatta ona göre davranıyor mu?. Çoğunluğa
baktığımızda hayır!. Kur’ân’ın emir ve yasaklarına harfiyyen uyanlar ne kadar
da azdır. Çünkü İslâm olmanın ve îman etmenin ne olduğu bilinmiyor. Atasından
ne gördüyse o..
Türkiye’de son
50 yılda insanlar müslümanlığı, sağ partilerden ve nurculardan ve târikatlardan
öğrendiler. Onlar da insanlara Kur’ân ve Sünnet’te olmayan ve Kur’ân’a ve
Sünnet’’e aykırı olan uydurmaları ve zırvalıkları anlattı ve öğrettiler; “şu
kadar sayıda şu sözü söylediğinizde tüm günahlarınız affolur” dediler. İnsanlar
da kolayına geldiği ve bir bedeli olmadığı için onlara inandılar. Onların
anlattıklarını din olarak benimsediler. Yine mübârek gün ve geceler(!) de câmiye
gidip okunan mevlidi dinlediğinde ve bir-kaç rekat namaz kıldığında,
gelmiş-geçmiş tüm günahlarının affolduğuna inandılar ve böylece gönül rahatlığı
ile yeni günahlar ve haramlar işlemeye yöneldiler. Bir-çoğu da şefaat edileceğini
zannederek her türlü günahının bir şeyhe bağlanıldığında affolunacağına inandı.
“Ne de olsa şeyhimiz var, bizi kurtaracak” dediler. İslâm’ın ve îman etmenin
ne olduğunu Kur’ân’dan ve de sahih
Sünnet’ten öğrenmeyince böyle oldu.
Her türlü küfür,
şirk, adâletsizlik, ahlâksızlık ve zulüm içindeyken bir insan nasıl müslüman
olabilir ve nasıl îman etmiş olarak kabûl edilir?. İslâm olmak ve îman etmek bu
kadar ucuz mudur?. İslâm olmak ve îman etmek zâten tüm bu hurâfelere ve
zırvalıklara bir son vermek için değil miydi?. Hakkıyla müslüman olmak ve gerçekten
îman etmek hiç işine gelmeyen kişiler, îman ettiğini ve müslüman olduğunu
zannetmekten başka bir şey yapmıyorlar. Allah için ne yaptınız da îman ettiğinizi
sanıyorsunuz?. Allah için, hak ve hakîkat için hangi zorluğu göze aldınız?,
neyden vazgeçtiniz?. Modernitenin şirkine, küfrüne, kapitâlist-liberâl-şerefsiz-zâlim
ideolojilerine hangi eleştiriyi yaptınız ve ne demeye cesâret gösterdiniz de kendinizi
müslüman olmuş ve îman etmiş olarak görüyorsunuz?.
Modern müslümanların çoğu “Allah’a
ancak ortak koşarak
inanırlar” denilen kişilerdir. Kur’ân’ın bu konudaki ifâdesi
şu şekildedir:
“Onların çoğu Allah’a îman
etmezler de ancak şirk katıp-dururlar” (Yûsuf 106).
Ey müslüman
olduğunu ve îman ettiğini zannedenler!. Siz îman etmeyi ve müslüman olmayı
oyuncak mı sanıyorsunuz?. Peygamber’in belini büken neydi ki?; çok oruç tutmak
ve çok namaz kılmak mı?. Kendinizi etliye-sütlüye karışmayınca îman etmiş
olarak mı görüyorsunuz?. Sıvışmakla müslümanlık aynı şey değildir. Kurnaz olmakla,
malı-mülkü çoğalma yarışına kapılmakla îmân etmek aynı şey değildir ve aslâ
bir-arada olmaz. Îman etmek ve müslüman olmak, Dünyâ’da helâl olandan
yiyip-içip-giyinmek-gezmek-yaşamak ama,
haramdan-günahtan-küfürden-şirkten-adâletsizlikten-bencillikten-korkaklıktan ve
zulümden uzak durmaktır.
Şirk ve küfür, “Allah’ın
kânunları yerine beşerin kânunlarını din yapmak” demektir. Beşerin kânunlarını desteklemek
ve onlarda bir güç vehmetmek şirktir, küfürdür. Siz Allah’ın kânunlarına aykırı
olmasına rağmen onların çıkarlarına ve keyiflerine göre belirledikleri kânunlara
göre hareket etmekle müslüman olduğunuzu ve îman ettiğinizi mi zannediyorsunuz?.
Ucundan-kıyısından îman edince ve göstermelik müslümanlık yapınca oluyor mu zannediyorsunuz?:
“İnsanlardan
kimi, Allah’a bir ucundan ibâdet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa,
bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isâbet edecek olursa yüzü-üstü
dönüverir. O, Dünyâ’yı kaybetmiştir, âhireti de. İşte bu, apaçık bir
kayıptır” (Hac 11).
“Asra andolsun!;
Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak îman edip sâlih
amellerde bulunanlar, bir-birlerine hakkı tavsiye edenler ve bir-birlerine sabrı
tavsiye edenler başka” (Asr Sûresi).
Din/İslâm, neyin
söylendiği ile değil, neyin göze alındığı ile ilgilenir. Hakkıyla îman etmiş ve
ölmeyi bile göze almış birine hiç kimse bir şey yapamaz. Onu hiç-bir şeyle
korkutamaz. Hak olanı bilip-bilmemekten ziyâde, hak olanın, kişinin işine
gelip-gelmemesi önemlidir. Hakkı göze alıp-alamama önemlidir. Hak uğruna
ödenecek bedelleri göze almak önemlidir. İslâm olmayı ve îman etmeyi göze
almaktır İslâm olmak ve îman etmek. Eğer göze alamıyorsanız.. bırakın gitsin!.
İslâm hakkıyla
teslim olmak ve Allah’ın emir ve yasaklarına kayıtsız-şartsız hakkıyla
uymaktır. Îman, “gabya yâni Allah’a-meleklere-vahye-âhirete îman”dır ve
peygambere sorgusuz-suâlsiz itaâttir:
“Hayır öyle
değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp
sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç-bir sıkıntı duymaksızın, tam bir
teslimiyetle teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar” (Nîsâ 65).
İşte mü’minin
dilinden düşürmemesi ve eyleme dökmesi gereken âyet:
“De ki:
Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır” (En-am 162).
Ey müslümanlık
iddiâsında bulunanlar!; İslâm, “nefsinize uymayan” ve “işinize gelmeyen”
şeylerden oluşur; İslâm, göze alamadığınız şeylerin toplamıdır vesselam.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder