“De ki: Hak geldi, bâtıl
yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).
Göklerde muhteşem bir döngü ve
düzen vardır. Göklerde bir düzensizliğin, uygunsuzluğun ve karışıklığın olması
imkânsızdır. Zîrâ gökleri Allah yönetir ve gökler tam da Allah’ın emrine göre
hareket ederler. Bu nedenle göklerde hak ile bâtılın karışması mümkün değildir
ve böyle bir şey hiç-bir zamana olmamıştır ve de olmamaktadır:
“O, amel (davranış ve
eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü
ve hayâtı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. O, biri
diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân
(olan Allah)ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin.
İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; her-hangi bir çatlaklık (bozukluk ve
çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz
(uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 2-4).
Dünyâ’da insanlar arasında
ise, -sünnetullahın ve imtihanın bir sonucu olarak- insana verilen irâde ve
nefs nedeniyle sürekli bir muhâlefet, Vahyi ve Sünnet’i örnek almamanın
sonucunda sürekli olarak bir karışıklık ve çatışma çıkmaktadır. Çünkü Allah’ın
emrettiğine ve peygamberlerin örneklendirdiğine göre hareket edilmediğinde mutlakâ
düzen bozulur, hak ile bâtıl birbirine karışır ve hak ile bâtılın karışmasından
dolayı düzeltilemeyen karışıklıklar ortaya çıkar. İslâm, işte şeytanın ve
nefsin etkisi nedeniyle ortaya çıkan bu karışıklığı yâni hak ile bâtılın
birbirine karışmasını gidermek, ikisinin arasını ayırmak ve aynen göklerde
olduğu gibi muhteşem bir düzen kurmak için seçilen ahlâk-timsâli peygamberlere
gönderilen vahiylerle bir düzen kurma çabasının adı ve yöntemidir.
İnsan, varlıkla doğrudan,
bağımsız bir zihinle ve aracısız bir ilişki kuramaz. Bu ilişki ya
Allah-merkezli, yada nefs-merkezli olur. İnsan hareketsiz kalamayacağına göre,
ya hakka göre hareket eder, yada bâtıla göre. İnsanlık târihi, bâtılın
“hakîkat” diye gösterilmesi ve mü’minlerin buna karşı çıkarak vahiy-merkezli bir
hareket başlatmasının târihidir. İslâm, hak ile bâtılı kaynaştıran değil; hak
ile bâtılın arasını “uzlaşmaz ve kesin şekilde” ayıran bir dindir. Zîrâ hak
geldiğinde bâtıl def olup gider.
Önemli olan, “hakkı bâtılın
üstüne atmak ve bâtılı parçalayıp bertarâf etmek”tir. Parçalanıp bertarâf
edilmeyen bâtıl ya hakka karışarak yada hakkı parçalayarak ifsâd eder. Hak ile
bâtıl karıştırıldığında yada hak parçalandığında, karışan yada parçalanan şey
bâtıl olur. Zîrâ hak ne karıştırılmaya ne de parçalanmaya müsâit değildir. Hak
parçalanmaya ve alttâ olmaya mahkûm edilemez. Hak her dâim hâkim bir şekilde en
üstte olmalıdır.
Hak ile bâtıl karışınca o
şey “bâtıl” olur. Helâle karışan her-şey hakkın bâtıla karışması gibi haramdır.
Meselâ gıdâ konusunda, GDO ve kimyâsallar ile hak yâni helâl ile haram
birbirine karışmıştır. Böylece hemen her-şey haram hâle gelmiştir. Çünkü bir
kazan balın içine atılan bir damla zehir nasıl ki tüm kazanı zehirliyorsa, hakka
karışan en küçük bâtıl da hakkı zehirler. Sünnetullah budur işte, imtihan budur!.
Sabredilmesi gereken şey budur. Çünkü bir kazan bala bir damla zehir karışınca
o bal zehir oluyor, fakat bir kazan zehire bir damla bal karıştırıldığında
hattâ yarısına kadar bal karıştırıldığında o zehir bal olmuyor. Bal, zehiri
bala çevirmiyor ama zehir balı zehire çeviriyor. Çünkü hak, bâtılı aslâ kabûl
etmez ve kendisine karışmasına izin vermez. Hak, saf olandır. İçine bâtıl
karıştığında hak oluşuna halel gelir.
Bir litre petrôlün, bir milyon litre temiz suyu
içilmez hâle getirdiği hesaplanmıştır. Haram ve necis yâni bâtıl olan, helâl ve
tayyip yâni hak olanı işte böyle kullanılmaz hâle getiriyor.
Hak yola girmemenin yada hak
yoldan çıkmanın Dünyâ’daki cezâsı, “bâtıl yolu hak yol zannetmek”tir. Hakka
bâtılın karıştırılması, hakkın hiç olmamasından daha kötü sonuç verir-veriyor. Modern
müslümanlar, “bâtılın hakimiyeti içinde hakkı ikâme etmek” gibi imkânsız ve
idrâksiz bir işin peşine düşmüş durumdadırlar. Oysa İslâm’da, bâtıla ve zulme
hoşgörü olmaz. Modern müslümanların hoşgörüsü ise, “zulme ve bâtıla”dır.
İslâmî “tez”in karşısındaki
tüm anti-tezler bâtıldır. İslâm, bâtıl anti-tezlerle senteze girmez ve buna
izin vermez. İslâm’da hak-bâtıl sentezi söz-konusu bile olamaz. Çünkü İslâm’a
karşı gerçek anlamda bir anti-tez ortaya konulamaz.
Bâtıl toplumların genel
özellikleri tüm zamanlarda aynı olmuştur. Ya hakka karışmak ve hakkı
zehirlemek, yada hakkın tam aksine davranmak. Böylece hak karşısında bâtıl
ortaya çıkar. Ortaya çıkan bâtıl nefse uygun olduğundan dolayı çok çabuk ve bol
taraftar bulur kendine. Böylece bir zaman sonra bâtılın hâkimiyeti karşısında
bunalan müslümanlar da İslâm’ı bâtıla göre yorumlamaya başlarlar. Kur’ân’ı da
buna göre tefsiz ve te’vil ederler. Kur’ân’ı, insanların ortaya çıkardığı bâtıl
düşüncelere-ideolojilere-yaşamlara uydurmaya kalkmak, “Kur’ân’a isyân etmek”
anlamına gelir. Peygamberimiz, müşriklerin; “bir sene biz senin ilahlarına
tapalım, bir sene de sen bizim ilahlarımıza tap” şeklindeki hak-bâtıl karışımı
bir dîne kesin bir dille “lâ” demişti. Modern müslümanlar ise, hak dînin
yerine, hak-bâtıl karışımı bir dîni (muhâfazakâr-lâik/seküler/demokrasi)
baş-tâcı yapıyorlar. Oysa Kur’ân’da buna aslâ izin verilmediği gibi,
Peygamberimiz’in güzel örnekliği olan Sünnet’te böyle bir örneklik yoktur.
İslâm, “bâtıl hayat tarzı”na karşı, “hak-merkezli hayat tarzı”dır. İnsanlık
târihi; aklın ya “hak üzere” yada “bâtıl üzere” yönlendirilmesinin târihidir.
Bâtıl batı’ya râm olmak,
bâtıla meftûn olmanın bir sonucudur. Batı’nın ideolojisi olan lâikliğin güyâ
“bütün dinlere eşit olduğu” söylemi, İslâm’ı, bâtıl dinlerle eşitleme
ameliyesidir. Oysa İslam dışındaki tüm dinler bâtıldır. Zîrâ Allah katında tek
din İslâm’dır. İslâm’dan başka hak din yoktur. O hâlde hak üzere olmanın
İslâm’dan başka bir yolu yoktur.
Bâtılın “kaynak” sorunu
yoktur. “Hakk”ın tersini yapar. Böylece “hak ile karışmış olan bâtıl bir din”
ortaya çıkar. Bâtıl din nefse ve çıkara çok uygun olduğu için, hem de güyâ hak
yönü de içinde barındırdığından dolayı tâlibi çok olur. Fakat sonuçta kısa bir
süre sonra hak din ortadan kalkar ve bâtıl din hayâta hâkim olur. Herkes da
bâtıl dîni savunmaya başlar. Şu-an îtibârıyla tüm Dünyâ’da olan şey budur.
Müslümanların büyük çoğunluğu da dâhil olmak üzere tüm insanlığın gittiği yol “hak
karışmış bâtıl din ve dinler”dir.
Müslümanlığı seçmek, hayâta
1-0 yenik başlamayı kabûl etmek demektir. Çünkü müslümanlığı seçmek, bâtılın
hâkimiyeti içinde İslâm’ı seçmek demektir. Zâten İslâm, “bâtılın hâkimiyetine
karşı hakkı söylemek, savunmak ve bâtılı yok edip hakkı hayâta hâkim kılmak”
mücâdelesidir. Bunu herkes yapamaz. İnsanların ekserisi bu yüzden ucundan-kıyısından
îman eder ve “müslüman” olur fakat “harbî mü’min olamazlar. Zîrâ harbî
mü’minlikte hak ile bâtılın bir-arada olması imkânsızdır.
“Sana içkiyi ve kumarı
sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bâzı) yararlar
vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür. Ve sana neyi infâk
edeceklerini sorarlar. De ki: ‘İhtiyaçtan artakalanı’. Böylece Allah, size
âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).
İçki ve kumarda olduğu gibi seküler
siyâsette de bâzı yararlar vardır. Bir zamanlar tevhidi bayraklaştıranların kısa
bir zaman sonra seküler siyâsetin ortaya koyduğu o azıcık yararları gördüklerinde,
yanılgıyla seküler siyâsetin içinde iyi şeyler yapılacağını düşünerek ve
zannederek seküler siyâsetin İslâm’a ve hakka uygun olduğu zehabıyla şirkin ve
küfrün içine düştükleri örneği târih boyunca bir-çok kez görülmüştür. Bir zamanların
mücâhitlerinin bir zaman sonra müteahhit olmalarının nedeni budur. İmtihanın ve
sünetullahın bir sonucu olarak bâtılın içinde gördükleri görece bâzı iyi ve
doğru şeyleri, “tümden yarar ve doğru” zannederek ve o şeyi hak îlân ederek şirke-küfre
düşenlerin sayısı çok fazladır. Zâten şirk ve küfür tüm zamanlarda bu şekilde
başlamıştır.
Küfür ve şirk iyi niyetle başlar.
Küfür ve şirk, bâtılın içinde -varlığın yapısı gereği olarak- bâzı yararları
görmekten kaynaklanmaktadır. Bâtılın içinde bazı küçük yararları görünce bâtıla
hakkı karıştırmaktan kaçınmamışlardır. Fakat bundan dolayı aldananlar, zararların
yararlardan çok daha fazla odluğunu görememiş, sonraları görseler de bağlı
oldukları o yapılardan tümüyle vazgeçememiştir yada vazgeçememektedir. Meselâ
15 Temmuz’dan sonra FETÖ ve AKP’nin câhiliye ve bâtıl olduğunu gördükten sonra kendilerini
FETÖ ve AKP câhiliyesinden kurtaranların bir-çoğu, “Allah’a sığınmak” yerine moderniteye,
Kemalizm’e ve Atatürk’e sığındılar. Yâni “ilâhî olan”a sığınmak varken yine “beşerî
olan”a sığınmak zorunda kaldılar. Çünkü hak ile bâtılı hiç-bir zaman ayıramamışlardır
ve ayırabilecek ferâsetleri yoktur. Sonuçta, “bâtıldan bâtıla kaçmak”tan
başkasını yapamamışlardır.
Hak ile bâtıl birbirine
karıştığında, bir zaman sonra hakka karışan bâtıl, hakkı zehirleyeceğinden
dolayı, hak etkisini yitirir ve hayâta bâtıl hâkim olur. Çünkü hak ile bâtıl
arasındaki farkın anlamsızlaşması, bâtıla alan açarken, hakkı blôke eder. Böyle
olunca da artık bâtıl-bâtıl savaşı başlar ve insanlar iki bâtıldan birini
seçmek zorunda kalırlar ve iki bâtıldan birinin peşinde sürüklenip giderler.
Demokrasilerdeki iç-çatışma, “bâtıl-bâtıl çatışması”dır. Tabi bâtıl, tüm
insanlar nezdinde meşrûiyet kazanmak için hakkı da savunduğu yada savunur gibi
yaptığı olur ve böylece bâtılın içine hakkı karıştırır.
Dine karşı din nasıl başlar?.
Allah’ın emrettiği ve Peygamber’in gösterdiği gibi yapmak yerine, bâzı yararları
olan yâni içine hak karışmış bâtıl olan şeyi yapmakla başlar. Putçuluk hep iyi
niyetle başlamıştır. Meselâ Allah’ın emrettiği ve Peygamber’in gösterdiği gibi
olan bir ibâdet ve yaşam-şekli yerine, birilerinin bâzı yararları olan şeyleri
ortaya atması, bâzı yarar gördüğü şeyleri önermesi ve insanların buna tâlip
olarak yerine getirmesi “dîne karşı dîni” başlatır. Artık Allah’a göre değil
de, tâkip ettiği o şeye göre düşünür ve hareket eder. Böylece o şey din olur. O
şeye aşırı bağlanarak din hâline getirenler, Allah’ın emrini ve Peygamber’in
örnekliğini yerine getirmeyenlerdir. Böyle olunca artık yeni dînin dediklerini (bu
şeylerde bâzı yararlar gördükleri için) tâkip etmeye başlayanlar, yeni dîne
aşırı bağlanmaya başlamışlardır.
İnsanlar, içinde bir nebze
hak olan bâtılı tümden hak ve iyi zannederler. Çünkü o şeyin içinde bir hak vardır,
yâni bâtıla hak karışmıştır. Bâtılın içinde bir nebze hak olması onlar için
yeterlidir. Çünkü insanların çoğu hak-bâtıl ayırımı yapacak ferâsetten ve
bilinçten yoksundur. Gittikleri yolun İslâm’a yâni Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun
olup-olmadığına bakmamaktadırlar. Onlar için önemli olan şey, o an için gördükleri
bâzı yararlardır. İşte böyle olunca, yâni içinde hak olan bâtıl hâkim olunca,
Allah’ın emrettiği ve Peygamber’in örneklendirdiği “zor” şeyi yapmaktansa,
şeytanın, nefsin ve tâğutların önerdiği nefse uygun olan şeyi yapmaya
başlarlar, çünkü bu onlara daha kolay gelir. Bâtıl ile karışmış hak, insanlara
hoş görünür. Zîrâ nefse tam uygundur.
Allah’ın emri ile beşerî
olan şey çakıştığında, Allah’ın emri yerine beşerî olana göre hareket edenler, “biz
zâten hak üzereyiz” diyenlerdir. Çünkü gittikleri yolda hak olan bâzı şeyler
bulunmaktadır. Zîrâ hak ile bâtıl birbirine karışmıştır. Fakat böyle olunca hayat-tarzları
artık gittikleri beşerî yol üzre olduğundan dolayı, “dîne karşı bir din” ortaya
çıkar, beşerî dîn, hak dînin yerine geçer ve bağlıları da onu sevmeye ve
savunmaya başlarlar. Bu durum bir zaman sonra hakkın ötelenip bâtılın savunulmasına
yol açar. Artık ölümüne savunulan yeni bir din ortaya çıkmıştır ve yeni din
insanlara yeni bir şeriat sunmaktadır. Bu şeriat çok da uzun olmayan bir vâdede
insanlara zarar vermeye ve sosyâl ilişkilerini de olumsuz etkilemeye başlar.
Zîrâ bâtıl ile karışmış olan hak insanları doğru yola iletmez.
Mü’min, biraz telaşlı
olandır: Hakkı bir-an önce hâkim kılma telâşı. Bu telaş onu dik ve diri tutar.
Bâtılı hak kılmak isteyenler ise, uykuya dönmek için sabırsızlanan bir uyuşma
içindedirler.
Bâtıl üzre olanlar, hakkı
“bâtıl”, bâtılı “hak” olarak görürler. Bâtıla meftûn olmuş çağımız müslümanı
doğrulardan rahatsız oluyor. Öyle ki, körü-körüne aşırı bağlı olduğu yapıyı
eleştirmek için “doğru” bir söz söylenince yüzünün rengi atıyor. Gittikleri
yolun hak ile bâtılın karıştığı bir yol olduğunu kabûl etmedikleri için, hak
ile bâtılın ayrılması düşüncesi onlara anlamsız gelir.
Dört duvar arasına
sıkıştırılan düşünceler mutlaka bâtıla meyleder. Çünkü amele-eyleme dönmemiş
bilgiye bâtılın karışması kolay olur. Bâtıl ile karıştırılmış düşünceler meşrûiyetini
bâtıldan almaya başlar. Meşrûiyetini İslâm’ın belirlemediği tüm alanlar
bâtıldır.
Sürekli olarak iyi yönde bir
ilerleme yoktur. Hak ve bâtıl arasında bir döngü ve değişim vardır. İslâm,
hakkı bâtılın üstüne çıkarmayı ve bâtılı yok etmeyi hedefleyen bir dindir.
Yoksa İslâm, hakkın yanında bâtılın da olmasına ve bulunmasına râzı olmaz. Hakkı
apaçık bir şekilde ortaya koymadıktan sonra sürekli olarak bâtıldan bahsetmenin
bir yararı olmaz.
Hakkı söyleyen 1 kişi,
bâtılı söyleyen 1 milyar kişiden üstündür. Lâkin bu hak, “bâtıl karışmamış hak”
olmalıdır. Zâten Allah da bâtıl karışmamış olana ve ahlâkı savunanlara yardım eder
ve onlara zafer verir.
Hak ortaya
konamadığında, bâtılın hâkimiyeti devâm edecektir. Bâtılın hâkimiyetinin
bitmesi ve hakkın hâkim olması, hak ile bâtılın kesin bir şekilde ayrılmasıyla
başlar.
Hak “Hak
Olan”ın söylediğidir. Bâtıl ise şeytanın, nefsin ve tâğutların emrettiğidir.
İmtihan, Hak Olan’ın yolu ile bâtılın yolu arasında seçim yapmak ve seçtiği yol
üzre sağlamca durmaktır. Cehennem, bâtıl yolu yol edinenlerin ebedî yurdu iken,
cennet ise hak yol üzre olan ve ölenlerin ebedî nîmet diyârıdır.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder