“Onları gördüğün zaman
cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları
dinlersin. (Oysa) Sanki onlar dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler..” (Münâfikûn 4).
“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar; ne mutlu
onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır)” (Ra’d 29).
İmaj, “görünür olmak”la
ilgilidir. Bu görünüm, “diğerlerinde farklı” ve sözde “üstün” olan bir
görünümdür ki bu bağlamda imaj, “birilerine göre imaj” olur. O hâlde imajı
savunanlar, çoğunluktan farklı olmak istediklerinden dolayı, çoğunluktan üstün
olmayı istemektedirler. Bu nedenle de mecbûren adâletsiz bir dünyâ arzularlar.
Zîrâ bir farklılık meydana getiren imajı oluşturan şeyin (eşyâ) sâdece
kendilerinde olmasını istemek, “başkalarının ona erişememesini dilemek”
anlamına gelir. Bu ise ağır bir bencillik durumudur. Zâten adâletsizlik ve
bundan kaynaklanan toplumsal huzursuzluğun nedeni budur. Mü’minlerin böyle bir
düşünceleri olamaz. Zîrâ Kur’ân üstünlüğün takvâda olduğundan bahseder. Gerçek
üstünlüğün “takvâda üstünlük” olduğunu söyler:
“…Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe
[ve imajca] değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz
Allah bilendir, haber alandır”
(Hucurât 13).
Demek ki üstünlük, imaj ile
değil, îman ve takvâ ile oluyormuş. Üstün olanlar, “Allah’a göre üstün
olanlar”dır. Bu nedenle kim daha takvâlı ise, o daha üstündür. Allah, “sonsuz
ebedî nîmet diyârı” olan cennete, “imajı yüksek” olanları değil, “îmânı ve
takvâsı yüksek” olanları alacaktır. İmaj zâten dünyâlıktır ki imajın Dünyâ’da
da ölüme kadar süreceği garantili ve hattâ mümkün de değildir. Zâten ölümle
imaj da sıfırlanır. Zîrâ “ölüm, imajın sıfırlandığı an”dır.
Her-şey görünür oldukça,
gerçek imhâ olur. Zîrâ imaj, “gerçek” değildir ve gerçeği blôke edip örter. O
hâlde imaj kâfirdir. Çünkü gerçeği örter. Jean Baudrillard: “İmaj şiddet
içerir. Çünkü orada vukû bulan, gerçeğin cinâyete kurban gitmesidir” der.
Şeytan, imaj ile gerçeğin örtülmesi için insanlara fısıldar. Zâten bunu ilk
başta Hz. Âdem ve Havvâ’ya yapmıştı ve “şu ağaçtan yasaklanmanız birer melek
olmamanız içindir” demişti. Yâni onlara, insanlıktan farklı olarak “meleklik
imajı” önermişti ve onları bu imaj önermesiyle kandırmıştı. Şeytan tüm
zamanlarda olduğu gibi özellikle de bu kandırmacaya çok müsâit olan modern
zamanlarda insanları en çok imaj ile kandırmaktadır. İnsanlar nefisleri de
onayladığı için hırsla imaja yönelirler ve en nihâyet imajı dinleştirirler.
Tabi bunun için büyük bedeller ödemek zorunda kalırlar. Nice paralar imaj uğruna
isrâf edilir ama geride elde kala-kala koca bir “sıfır” kalır.
Modern insanlar imajı
rableştirmiş durumdadırlar. İmaj uğruna yapmadıkları ahmaklık ve isrâf yoktur.
İmaj bir “isrâf ameliyesi”dir.
İmaj “görünmeye yönelik”
iken takvâ ise “Allah rızâsı”na dönüktür. Dolayısıyla imaj aslında Allah
rızâsından vazgeçip insanların rızâsını kazanma etkinliğidir. Fatma
Barbarosoğlu İmaj ve Takvâ isimli kitabında imaj için şunları söyler:
“Modern insan,
kimliğini en ziyâde imaj yoluyla oluşturuyor. Sâhip olunması gereken modern
imajlar için takvâdan vazgeçilir. İmajın olduğu yerde takvâ ve ihlas kaybolur.
İmaj bir maskedir ve imaj bir maske olarak ortaya çıktığı anda eskimeye başlar”.
İmajı dinleştirenler kendilerinin kıskanıldığı
söylerler. Zîrâ îmânın gücünden haberleri olmadığından dolayı imaj ile bir güç
devşirdiklerini zannetmektedirler. Oysa sûni ve geçici bir ilgiden ötesine gidemezler.
Îman, imajdan vazgeçirecek
bir kudrete sahiptir. Zîrâ hakkıyla îman edenlerin imajı dinleştirmeleri mümkün
değildir. Mekke’nin “imaj” denince akla gelen ilk ismi Mus’ab bin Umeyr idi.
Zengin, yakışıklı, iyi giyimli, muhteşem kokular süren ve herkesin ilgisini
çektiği için insanların onun yerinde olmayı istediği bir kişi. Hattâ şöyle bir
rivâyet vardır: “Mekke'de Mus’ab b. Umeyr’den daha güzel giyinen, daha
yakışıklı ve nîmetler içinde yüzen başka bir genç görmedim” (İbn Sa'd,
et-Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 116). Oysa Mus’ab, İslâm ve îman ile
tanışınca, âilesini de karşısına alarak tüm dünyevî şeyleri terk etmiş ve o
ışıltılı imajdan da vazgeçerek îmânın onu götürdüğü yere gitmiştir. Zîrâ imajın
gücünün, îmânın gücü yanında hiç-bir değerinin olmadığını görmüş ve kendini
îmâna ve İslâm’a adamıştır. Böylece imajdan vazgeçmeden hakîki îmâna erişilemeyeceğini
de göstermiş, gücünü imajından değil, îmânından alanların kervanına katılmıştır.
Bir yazıda Mus’ab bin Umeyr için şunlar söylenir:
“Birinci Akabe Beyati olmuş ve Medîne’lilerden bir grup
İslâm’ı kabûllenmişti. Kendilerine İslâm’ı anlatmak ve diğerlerine de tebliğ
yapmak için Resûlullah’tan (asm) bir öğretici istediler. Hz. Peygamber (asm) de
bu önemli görev için Hz. Mus’ab b. Umeyr’i görevlendirdi. Hz. Mus’ab onlara hem
namaz kıldıracak, hem Kur’ân öğretecek, hem de diğer insanlara İslâm’ı anlatacaktı
ve yeni kimseleri İslâm’a dâvet edecekti. Böylece Medîne’ye ilk hicret eden sahabe Mus’ab b.
Umeyr oluyordu. Medine’de ilk Cum’a namazını da Mus’ab b. Umeyr’in
kıldırdığı kaynaklarda ifâde edilir” (İbn Sa'd, a.g.e., III/118).
İşte o Mus’ab, aynı-zamanda Uhud Savaşı’na da katılmış ve
îmânını şahâdet ile de kanıtlamış ve mühürlemişti. Oysa istese imaj-merkezli bir
yaşamı seçebilirdi. Lâkin îman, insanı öyle bir değiştirir ki, imajdan
vazgeçirerek kişinin hayâtını îmâna adamasını sağlar. Çünkü hakîki ve güçlü îman,
kişiyi mutlaka amele-eyleme yönlendirir.
Zenginler halkın idôlüdürler
yada zenginler halkın idôlü hâline getirilirler. Halk onlara özenir ve onlar
gibi olmak ister. Çünkü imajın taşıyıcısı onlardır. İnsanlar genelde en üstün
imajı olanları “en üstün insan” olarak kabûl ederler. Tâ ki onların mallarıyla
berâber yerin dibine batışını görene kadar:
“Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü (imajı) içinde
kavminin karşısına çıktı. Dünyâ-hayâtını istemekte olanlar: ‘Ah keşke, Kârun’a
verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sâhibidir’
dediler. Kendilerine ilim verilenler ise: ‘Yazıklar olsun size, Allah’ın
sevâbı, îman eden ve sâlih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna
da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz’ dediler. Sonunda onu da, konağını da
yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu
olmadı. Ve o, kendi-kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun
yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: ‘Vay, demek ki Allah, kullarından
dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah,
bize lûtfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten
inkârcılar felâh bulamaz’ demeye başladılar” (Kasas 79-82).
Kârun, putlardan Menat’ı
temsil eder. Menat=mani=paradır. Kârun paranın ilahlaşmasının timsâlidir. Dolayısıyla
da imajın önderidir. Fakat imajını ilahlaştırıp ona taptığı için, o kadar
zenginliğe ve imaja rağmen tüm serveti ve imajı yerin dibine gömülmüştür.
Hâlbuki hakkıyla îman etseydi, Allah onu göklere çıkarırdı ve cennette de ebedî
nîmetlere kavuşurdu. İmajı yerine Allah’a tapsaydı, Allah da onu “imajın
sembôlü” yerine “imânın sembôlü” yapardı
ve hattâ onu insanlara imam ederdi. İnsanlara “örnek imaj” yerine, “örnek imam”
olurdu.
Her-şeyin imaj görüldüğü ortamlarda, aslında
görülecek hiç-bir şey kalmamıştır.
Modern
kültürde çarpık bir “üstün insan” anlayışı vardır. İnsanın rûhuna, ahlâkına,
samîmiyetine, takvâsına ve karakterine değil de imajına bakılıyor.
İmajı din yapmak, görünür olmayı
zorunlu kılar. Gücünü ve tatminini imajdan alanlar, sürekli görünür olmak ve
imaj tâzelemek zorundadırlar. Zîrâ görünür olmadıklarında imaj bir işe yaramaz.
O hâlde imajı putlaştıranlar kendilerini teşhir edercesine görünür olmak için
her türlü rezilliğe bile katlanabilirler ki bunun örneklerini medyadan ve
sosyeteden biliyoruz.
İmaj, estetik cerrahları toplumun önde gelen
zenginleri hâline de getirdi. Çünkü imaj hırsı hiç-bir zaman tatmin edici
değildir. O nedenle, aslında gerek olmasa da sürekli olarak estetik ameliyatlardan
bahsedilir ve imaj için kullanılan ürünlerin reklâmı yapılır. Ünlü şarkıcı Michael Jackson, imaj uğruna kendini “maymuna”
döndürmüştü. Hattâ belki de ölüm nedeni de bu yüzdendi. Bu durum modern insanın
geneli için de geçerlidir. Çünkü modern insan için imaj her-şeyken, îman ise hiç-bir
şeydir. Modern insan “kendini imaja kurbân eden insan”dır. Îman için
yaşamayanlar mecbûren imaj için yaşamak zorunda kalırlar. Böylece ilahları imaj
olur. Böylece aslında imaj üzerinden şeytana ve tâğutlara tapmış ve kulluk
etmiş olurlar.
İnsanlar ikiye ayrılır; 1-Gücünü
îmânından alanlar; 2- Gücünü imajından alanlar. Aslında imajdan güç alanların
gücü az ilerde biter, çünkü imaj, sürekli dışardan destek ister. Oysa îmanın
gücü içten geldiği için uzun ömürlüdür. İmaj dıştan güç almak iken, îman içten
güç almaktır.
İmajı dinleştirenler ve imaja
tapanlar gerçeklikten kopmuşlardır ve artık kendi doğal hâllerinde değillerdir.
Onlar bir görüntüye meftûn olmuşlar ve bu uğurda kendilerini kurbân
etmişlerdir. Fakat “her can ölümü tadacağı” için ve “her can yaşlılığı da
tadacağından” dolayı, o imajın nasıl da yaşlanma ve ölüm karşısında etkisiz
olduğu acı bir tecrübeyle görülür. İmaja tapanlar, artık imajın değil de îmânın
işe yarayacağı zamanlarda derin bir bunalıma düşerler. Âhirette ise insanı
kurtaracak olanın imaj değil de îman olduğu gördüklerinde ise artık her-şey
için çok geçtir.
İmaj çok pahalıdır. Sürekli
olarak, giyim-kuşam, kozmetik vs. için çok zaman ve para ister. Oysa doğal
güzellik hem bedâva hem da daha çekicidir. Şu doğanın imajına baksanıza..
Hiç-bir insan ilkbahar geldiğinde doğanın büründüğü gibi bir imaja bürünemez.
Hz. Îsâ şöyle der:
“Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz?; Kır
zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın!; Ne çalışırlar, ne de ipek eğirirler. Size
şunu söylüyorum: Bütün görkemine karşın, Süleyman bile bunlardan birisi gibi
giyinmiş değildi” (İncil; Matta; 6/19-34, Luka; 12/12-36).
Yâni hiç-bir kral, kır
zambakları gibi giyinip süslenememiştir ve kır zambaklarının yakaladığı imaj seviyesini
yakalayamamıştır.
Şeytanın isyân nedeni imaj
idi. “Beni ateşten, onu topraktan yarattın, ben ondan üstünüm, çünkü toprakta
imaj yoktur, ateşin imajı ise çok çekicidir” demişti.
İmaj bir çeşit
bağımlılıktır. Şeytan, insanı imaj ile oyalar ve sonuçta cehenneme sürükler.
İmajını dinleştirenler, aslında sonsuz bir dikizlenme arzusuna sâhiptirler.
Çünkü herkes sizi dikizlemiyorsa imaj bir işe yaramaz ve para etmez. Zîrâ imaj,
insanların size hayranlıkla bakmasını ve sizin gibi olmayı istemesi içindir.
İmaja bürünenleri işte bu sûni tatmin büyülemektedir.
Bedene yâni imaja yapılan
aşırı yatırım, uzun vâdede mutlakâ zarar ettirir. Oysa rûha yapılan yatırım,
hem kısa hem de uzun vâdede insanı kâra geçirir ve kişiyi nihâyet ebedî
nîmetler diyârı olan cennete ulaştırır.
“Ruhlar kapkara olmuşken
dışı parlatmak” anlamında imaja yapılan yatırım, “badanalanmış kabirler” örneği
gibidir. Hz. Îsâ, dışı ihtişamlı olduğu hâlde ruhları kapkara olanları,
“badanalanmış kabirler”e benzetmiştir ki bembeyaz badanalanmış olan kabirlerin
içi çürümüş cesetle doludur. Kabir dışarıdan badanalanmıştır ve bembeyazdır. Yâni
kabirler dıştan bakınca iyi bir imaja sâhip olmasına rağmen, içi çürümüş
kemiklerle doludur.
Teknolojiyi tâkip etmek
artık “üstün ve bilgili insan” imajı oluşturuyor. Hâlbuki bu kişilerin çoğunun
bilim ve teknolojiden haberleri yoktur ve onlar son model teknolojik ürünleri
satın aldıklarında bilim ve teknoloji ile ilgili olduklarını zannederler.
İmajın en yoğun taşıyıcılığını yapan teknolojinin tüm Dünyâ’da büyük bir rağbet
görmesi, teknolojinin eleştirilmesini ve hattâ ona en ufak bir söz bile
söylenmesini imkânsızlaştırıyor. Teknolojiye laf edenler ve eleştirenler “bilim
düşmanlığı” ile yaftalanıyor ve karalanıyor. Çünkü teknoloji, modern dünyânın
ve insanın kutsalı hâline gelmiştir.
Bir imaj üretildi: “Ortadoğulu müslümandır, müslüman
ise teröristtir”. Oysa bu da batı’nın ve modern zâlimlerin, zulümlerini
perdelemek için ürettikleri bir zırvalıktır. Çünkü asıl şiddeti ve terörü yapanlar
kendileridir. Fakat modernler bu zulmü “profesyonelce” yâni bir imaja bürünerek
yaptıkları için insanlar da onların yaptıkları ağır zulmü ve şiddeti farklı düşüncelerle
ve kavramlarla normâlleştirmekte meşrûlaştırmaktadır.
İslâm,
bireysel-şahsî alanda “akide ve inanç”, toplumsal alanda ise “din ve
şeriat”tır. Zamâne müslüman cemaatlerin
bireyleri, “şahsiyet” olamamış ve bireyleşmiş kişilerden oluşuyor. Aynen
liberâl kapitâlist sistemlerin bireyleri gibi. Zâten bu nedenle görünüşte
“aşırı müslüman” imajı verenler, hakkıyla “emr-i bil mâruf ve nehyi anil
münker” yapamıyorlar.
Şeytan hakîkati “imaj”
yüzünden yalanladı. İmaj yüzünden secde etmedi Âdem’e. Âdem’i topraktan
yaratıldığı için küçümsemişti. Çünkü kendisi ateşten yaratılmıştı ve hiç-bir
dayanağı olmamasına rağmen ateşi topraktan üstün görmüştü. İslâm’a göre “görünmek”,
“olma”nın önündeki en büyük engeldir. O hâlde imaj, İslâm-merkezli olmanın ve
nihâyet İslâm-merkezli ölmenin önündeki en büyük engeldir.
Allah müslüman kadının
imajını da belirliyor ve bunu, hem “cilbab” ile tüm bedenin örtülmesi şeklinde,
hem de “hımar” yâni başa takılan örtünün takma şeklini düzenleyerek yapıyor. Başörtüsü-tesettür
kadınlar için hem dînin bir emri hem de bir süs olduğundan, kadınlar hem
başörtüsü ve genel örtünmelerine titizlikle uymalı, hem de tesettürü “ayağa
düşürmeyecek” şekilde uygulamalıdırlar. Post-modern zamanlarda kadınların çoğu
baş-örtüsünü imajın bir nesnesi yaparak bir “aksesuar” olarak kullanmaya
başladı. “Makyajsız çıkmam” diyenler gibi, “baş-örtüsüz çıkmam” diyenler peydâh
oldu. Onu bir süs nesnesi olarak, bir “imaj aracı” olarak kullanıyorlar. Hattâ
bâzıları onu “ârızalı” yerlerini gizlemek ve “imajını düzeltmek” için
kullanıyor. Oysa baş-örtüsü ve tesettür “ziynetlerin örtülmesi” içindir. Amaç
budur yâni. Baş-örtüsü imajın değil, îmânın bir göstergesidir. Mü’min kadının
kimliğinin göstergesidir.
Başörtüsü kadına bir imaj ve
İslâmî bir duruş da kazandırır-kazandırmalıdır. Başörtüsü, İslâm-merkezli bir
düşünüş ve yaşayışın göstergesidir ve göstergesi olmalıdır. Zâten birilerinin
başörtüsünü görünce cinnet geçirmesinin nedeni de bu, yâni İslâm’ı ve İslâmî
sorumluluğu hatırlatmasıdır. O yüzden en azından başörtüsünün bağlanış şeklini
moderne uyarlayarak imajı modernleştirmek isterler. Bu bağlamda; “başörtülü,
kapitâlist-demokrat-liberâl-konformist-lâik kadın” ile; “başörtüsüz,
kapitâlist-demokrat-liberâl-konformist-lâik kadın” arasında bir fark kalmaz.
Başörtülü kadın, salt İslâm-merkezli olmak durumundadır.
Mü’minler ilhâmını imajından
değil îmânından alırlar, tasavvurlarını îman oluşturur, sözleri, tavırları ve
davranışları imajdan değil îmandan kaynaklanır ve îmâna dayanır. Mü’mince
davranış îmanın ve takvânın verdiği bir sorumluluktur, yoksa imajın kazandırmış
olduğu sorumsuzluk değildir.
Hakîkatin
imaja kurbân edildiği bir dünyâda yaşıyoruz. Zîrâ bir şeyin gerçeği-hâkîkati
kaybolunca imajı oluşturulur.
İmaj, îmandan üstün
değildir. Kapitâlizm, îmânın yerine imajın konulduğu bir ideolojidir. Böylece
Allah yerine maddenin ilahlaşması söz-konusu olur.
Mü’min, gücünü imajından
değil, îmânından alan kişidir. Modernler “imaj için” yarışırlarken, mü’minler
“iman için” yarışırlar.
Mü’min, şahsiyetini “imaj
için tüketim”den değil, “takvâsından ve îmânından” alır. “Tüketiyorum, öyleyse
varım” sözünü değil, “inanıyorum öyleyse varım” sözünü söyler. Şahsiyetini,
satın aldığı imajından değil de îmânından alanlara selâm olsun.
“Sakın onlardan bâzılarını
yararlandırdığımız şeylere (imaj)
gözünü dikme!, onlara karşı hüzne kapılma!, mü’minler için de (şefkât)
kanatlarını ger” (Hicr 88).
“Onlardan bâzı gruplara,
kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünyâ hayâtının süsüne (imaj) gözünü dikme!. Senin Rabbinin rızkı daha
hayırlı ve daha süreklidir” (Tâ-hâ 131).
İmaj ve takva; işte bütün
mesele bu..
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder