“De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle
yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah âhiret yaratmasını (veyâ
son yaratmayı) da inşâ edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah her-şeye güç
yetirendir” (Ankebût 20).
Modern-bilim, “batı
modernitesi”nin en büyük silahıdır ve büyük oranda uydurmalardan oluşan
önermeleri, faydalı şeyler ortaya koymaktan ziyâde, insanlarda farklı bir
düşünce ve zihniyet oluşturmayı amaçlamaktadır. İlk insandan bu yana yaratılma
konusunda hak dinlerin görüşü ve düşüncesi olan “yokluktan bir-anda yaratılma”
inancı, 20. yy.’daki modern-bilimin saçmalıkları ve zırvalıklarıyla zedelenmiş
ve baskılanıp geri plâna atılmıştır. Artık vahiy-merkezli bir düşünceyle değil
de bâtıl batı’nın ürettiği modern-bilimin verilerine göre düşünülmeye başlandığından
ve bu düşünce mânevi-merkezli değil de dünyevî-beşerî-maddî merkezli
yapıldığından, “madde” lehine bir düşünme yöntemi öne çıkmış ve hâkim olmuştur.
Zîrâ bu tarz düşünceye sâhip olmayanlara “yollar” kapatılmıştır. Hem batı
paradigması, hem modern-bilim hem de liberâl siyâsetin baskısı karşısında
yeterli direnç göstererek karşı tezler ve teoriler ortaya konulamadığından ve
zâten buna izin de verilmediğinden dolayı, önerilen teoriler ve düşünceler “tek
geçerli ve doğru” önermeler olarak meydanı işgâl etmiştir-etmektedir.
İşte bu durumun
sonucunda, hem kâinâtın, hem Dünyâ’nın, hem de insanın yaratılışı için
(yaratılış derken “örneksiz ilk yaratılış”tan bahsediyoruz), “bir ‘ol’ emri ile
bilemeyeceğimiz bir şekilde, mûcize olarak ve her-şeyin en kemâl biçimiyle, hep
birlikte ve bir-anda ortaya çıkıvermesi-oluvermesi” şeklindeki yaratılış düşüncesi
değersizleştirilmiş-değersizleştirilmekte ve bunun yerine de; “kâinâtın 13.8
milyar yıl; Dünyâ’nın 4.5 milyar yıl; insanın da 2 milyon yıl gibi çok-çok uzun
zaman süreçleri içinde yaratıldığı” gibi absürd düşünce ve inanışlardan
bahsedilmeye başlanmış ve bu zırva düşünceler için gerekli olan çeşitli “süreç
teorileri” ortaya konmuş yada dayatılmıştır. İnsanlar da artık varlığın nasıl
oluştuğunu, modern-bilimin önerdiği teoriler ile düşünmeye ve anlamaya
başlamışlardır. Fakat bu anlayış aslında modern bir dayatma şeklinde
yapılmıştır-yapılmaktadır.
Söylenen
“süreçli yaratılmalar” için önerilen teoriler, sağ-duyuyla bakınca çok saçma
olduğu gibi, vahye ve modern-bilimin kendisine bile aykırıdır. İşin garibi, bu
teorileri Kur’ân-merkezli bir düşünceye sâhip olduğunu söyleyenler de baş-tâcı
etmektedirler. Zîrâ Kur’ân’a tam da modern dayatmanın istediği gibi yaklaştıkları
için vahyi “parçacı” bir şekilde ele aldıkları için, Kur’ân’ı bütünlüğünden
kopararak onun rûhundan mahrûm kalıyorlar ve bu nedenle de çok önemli noktaları
ıskalıyorlar. Iskaladıkları en kritik nokta “ilk yaratma” ve “sonraki
yaratmalar-türetmeler”dir. Modern önermelerin bâzıları “sonraki yaratmalar”
için geçerli olabilir fakat “ilk yaratmalar” için geçerli olamaz. Zîrâ “ilk
yaratma” için bir önerme yapılamaz. Çünkü “ilk yaratma” “örneksiz bir yaratma”
olduğundan dolayı, onun nasıllığını sâdece Allah bilebilir.
Allah, “ilk yaratma”yı
bir-anda yapar, sonra da bizim de gözlemleyip durduğumuz gibi, örneklere göre
tekrâr eder. Allah hiç-bir şey yokken yaratmayı ilkin en mütekâmil bir şekilde
başlatır -ki bunun nasıllığını sâdece Allah bilir-, sonra da onu zâten şu-anda
da gözlemlediğimiz şekilde tekrâr eder. En nihâyetinde de kâinâtı yok ederek
“ebedî” “âhiret yaratmasını” yapacaktır. O hâlde yaratmada üç aşamadan
bahsedilebilir ki bu; 1- “En mütekâmil şekilde her-şeyin bir-anda olu(şu)verdiği
“ilk yaratma”; 2- “Şu-anda da gözlemleyip durduğumuz her-şeyin yaratılmasının
tekrarlanması; 3- “Yine nasıllığını bilemeyeceğimiz “âhiret yaratması”. Yâni
insan, “ilk yaratma”nın ve “son yaratma”nın nasıllığını bilemez. Çünkü bu, araştırmanın
değil, îmânın ve îmân-merkezli gözlemin konusudur. Yazının başındaki âyet de
bunu açıkça ortaya koymaktadır:
“De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle
yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah âhiret yaratmasını (veyâ
son yaratmayı) da inşâ edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah her-şeye güç
yetirendir” (Ankebût 20).
İlk yaratma ile sonraki
yaratmayı gösteren diğer âyetler şu şekildedir:
“Allah yaratmayı (ilkin) başlatır, sonra
onu iâde eder” (Rûm 11).
“O, sizi
yer-yüzünde yaratıp türetendir” (Mü’minûn
9).
“O, yer-yüzü toprağından sizi vâr ederken de,
annelerinizin karnında cenin hâlindeyken de sizinle ilgili her-şeyi bilir” (Necm 32).
“Allah sizi(n ilk yaratılışınızı) topraktan,
sonra nutfeden-embriyodan yarattı. Sonra da çiftler (çok sayıda oluşturduğu âile) hâline getirdi” (Fâtır 11).
“De ki: Sizin şirk koştuklarınızdan ilk-kez
yaratacak, sonra onu iâde edecek olan var mı?. De ki: Allah yaratmayı (ilkin)
başlatır, sonra onu iâde eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?...” (Yûnus
35).
“Ya Biz artık birinci yaratış ile yorulu mu
verdik?. Doğrusu, onlar yeni bir yaratılıştan şüphe içindelerdir” (Kâf 15).
“Peki, yaratılışı ilk-defa başlatan (yebdeul halka)
ve sonra da onu aralıksız devâm ettirip yenileyen kimdir?” (Neml 64).
Allah’ın yaratmasında
aşamalar yoktur fakat boyutlar vardır. İlk-yaratma mûcize; ikinci yaratma
görüp-bildiğimiz yaratmalar; sonraki yaratma ise âhirette vukû bulacak olan
yaratmadır.
Allah “El Bâri”dir. Yâni
“ilk örnekleri” yaratandır. “El Hâlık ise, genel yaratma, yâni yaratmanın
tamâmını yapan, yaratmaya sürekli devâm edendir. Allah ilk-yaratmayı ansızın
yapmıştır, sonraki yaratmalar ise âheste-âheste devâm ediyor-etmektedir.
Allah hem “hâlık” hem de “hâllâk”tır.
İlkin yarattıktan sonra sürekli yeniden yaratır. Mûcid ismi ile ilk-kez
yaratır, hâllâk ismiyle ise sürekli yaratışta bulunarak yaratmayı yeniler.
Kur’ân sonraki yaratılışları “hâlk-ı cedîd” diye adlandırır.
Burada ilginç olan şey,
ilk-yaratmanın “belirlilik”, sonraki yaratışların ise “belirsizlik” takısıyla
gelmiş olmasıdır. Çünkü ilk-yaratmada her-şey tam/tamamlanmış ve mükemmel
olarak var-edilmiş ve yaratılış bitmiştir. Fakat şu-anda da devâm eden
yaratış/yaratılışlar ise, henüz yaratılma tamamlanmadığı-bitmediği için
insanlar tarafından mutlak anlamda bilinemeyen, bu yüzden de belirsizlik
takısıyla ifâde edilen yaratılmalardır.
“O, yer-yüzü toprağından sizi vâr ederken de, annelerinizin
karnında cenin hâlindeyken de sizinle ilgili her-şeyi bilir” (Necm 32).
Âyette ilk yaratılışın
topraktan, sonraki bilindik yaratılışın ise “bir damla sudan” olduğu
belirtilir. Bâzıları şu-andaki yaratılmayı, ilk yaratılmanın bir örneği olarak
görmek istiyorlar. Hâlbuki Allah benzersiz ve örneksiz yaratma sanatkârıdır.
İlk-yaratma ile sonraki yaratma arasında fark vardır. Çünkü ilki tasavvur
edilemiyor ama sonraki gözlenebiliyor. İlk-yaratmadaki “âni yaratma”, sonraki
yaratmalarda “aheste-aheste yaratma”ya dönüşmüştür. Allah, sonraki yaratmayı
insan idrâkine sunmak için böyle yapmıştır. İlk-yaratma örneksiz yaratmayı
gerektireceği için, onun yavaş-yavaş aşamayla yaratılması gerekmez.
“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır.
O, bir işin olmasına karar verirse ona yalnızca “ol” der, o da hemen
oluverir” (Bakara 117).
Arapçada “ibda” kelimesi:
“ilk-yaratma”, “örneksiz yaratma”, “yaratmayı başlatma”, “îcat etme”, “ortaya
çıkarma” anlamlarına gelir. “İbda”, “Bedi” kelimeleri bu anlamdadır. “BDE”
kökündendirler. İbdâ, “daha önce hiç yapılmamış bir şeyi örnek almaksızın
yapma ve îcat etme” demektir. Hz. Âdem ve Havvâ da bu şekilde
yaratılmıştır. Onlar, daha önceki atalarından/prototiplerinden örnek alınmadan
yaratılmışlardır.
Netîce olarak, “topraktan
yaratılma” ilk-insan (prototip) olan Hz. Âdem’in yaratılması; “sudan yaratılma”
ise, meni-alâk-embriyo-bebek süreciyle devâm ede-gelen bildiğimiz yaratmadır.
“Allah’ın çocuk edinmesi olacak şey değil. O yücedir.
Bir işin olmasına karar verirse, ancak ona: ‘Ol’ der, o da hemen oluverir” (Meryem 35).
İlk-yaratma Allah’a hastır.
Allah ilk yaratmaya kimseyi karıştırmıyor. Sonraki yaratmalarda “biz” ifâdesi
kullanılırken, ilk-yaratmalarda “biz” ifâdesi kullanılmaz.
İlk-yaratılış “hâlk”,
sonraki yaratılmalar “hâlk-ı cedid”tir. “Hâlk” için “ol”ma, “hâlk-ı cedid” için
“oluş” diyebiliriz. Hâlk-ı cedid kıyâmete kadar sürer ve sonunda nasıllığını
bilemeyeceğimiz yeni bir “hâlk-ı cedid” (âhiret) başlar. İşte bu hâlk-ı cedid
yâni kıyâmet (aynen “ilk yaratılış”ta olduğu gibi) âniden başlar, sonra da
yavaş-yavaş devâm eder. Kur’ân’da yaratılışla ilgili vurgular; hâlk, hâlk-ı
cedid ve kıyâmet olarak azdan çoğa doğru devâm eder. En çok kıyâmetten
bahseder. Çünkü ebedî olan odur.
Kur’ân iki tür yaratılıştan
bahseder. İki tür oluştan/süreçten bahseder. İlkini açıklamaz, çünkü bu sâdece
Yaratıcının Kendisine mâlûmdur. Yâni bize göre mûcizedir. Diğeriyse zâten bizim
gözlemlediğimiz-bildiğimiz oluş hâlindeki yaratmalardır ki Kur’ân’ın esas
konusu bunlardır. O yüzden Kur’ân ilk-yaratmaya dâir bilimsel bir tez sunmaz ve
ortaya koymaz. Açıklama yapmadığı yerlerde bizim algımız bunu kaldıramayacağı
ve yapılacak açıklama algımıza uygun olmayacağı için, yâni mûcize olduğu için,
sâdece bir şuur ve îman oluşturuyor. Fakat gördüğümüz ve bildiğimiz “şimdiki
yaratmalar”a dikkat çekerek ayrıntılı açıklamalar yapılıyor. Hattâ o yaratılışların
incelenip araştırılması da isteniyor.
Yaratış ve türetiş, “ortaya
çıkarmak” anlamında aynı sonucu verse de, farklı bir işleyişi vardır. Bu
işleyişlerden “yaratış”ı yâni “ilk-yaratılış”ı, mûcize=“âciz bırakan” özelliği
nedeniyle tasavvur edemeyiz, bilemeyiz, anlamlandıramayız. Bu anlamlandırmayı
ve bilmeyi meleklerin bile yapamayacağı kanaatindeyiz. Bu nedenle
“ilk-yaratılış”, ilk-prototip”, “ilk varlığın” nasıl meydana geldiğini sâdece
âlemlerin Rabbi olan Allah bilebilir. “Türetiş” dediğimiz “sonraki yaratmalar”
ise zâten gözlemlediğimiz yaratılışlardır ki bilim ve düşünce bunlar üzerinde
çalışabilir. Bilim ve düşünce, bir çoğunu gözlemleyebildiğimiz “türetiş”
dediğimiz “sonraki yaratmaları” bile daha tam olarak anlamlandıramaz ve
açıklayamaz iken, ilk-yaratılışı anlamlandırmasını ve açıklamasını
bekleyemeyiz. Zâten bilim de “metafizik alan” diyerek çalışma konusu dışında
tutmuştur bu alanı. Hattâ pozitivist felsefe ve düşünce böyle bir alanı kabûl
de etmez. Allah yaratmaya başlayan, bu yaratmayı ilkin yapan, sonra da yenileyerek
sürdürendir. İşte bu “ilk-yaratma”nın nasıl başladığı/nasıl olduğu insanın
algısına kapalıdır.
İlk-prototip olan
insan-çifti embriyolojik bir süreç yaşamadığı gibi, “kâinâtın ilk-prototipi”nde
de bir “süreç” yaşanmamıştır. Tüm canlılık “ilk-prototipinden sonra”, “sonraki
yaratılış” yâni türetilişlerinde aşama ve gelişmeler yaşamıştır. İlk-yaratmadan
sonraki türetmelerde geçerlidir bu aşama. Yâni aynı şey evren için de
geçerlidir. Allah bu yüzden kâinâtı yaratırken bizim “şu-anda” bildiğimiz
kânunları kullanarak değil; bilmediğimiz-bilemeyeceğimiz kânunları kullanarak
yada kullanmadan “ilk-yaratma”yı başlatmıştır. Zâten kâinat daha ortada yokken
kâinâtın kânunları da olmaz. İşte bu nedenle “ilk-yaratma”, bildiğimiz aşamalı
kânunlardan mecbûren farklı olacağı için, dolayısıyla aşamasız olacağı için “bir-anda”
olmak zorundadır.
Bir-anda anasız-babasız
yaratılmayı anlamak tabî ki çok zordur. Fakat evrimleşe-evrimleşe bir fâreden
ve maymundan gelişip bir insanın yaratılabileceğine inanmak da kolay değildir
ve hattâ imkânsızdır. O hâlde burada olağan-üstü bir durum olmalıdır. Burada,
modernizmin ortaya attığı Big-Bang, Evrim Teorisi ve Yaratılışçılık arasında
sıkışma söz-konusudur.
Modern-bilime göre 13.8 milyar yıl önce başlayan sözde bir
süreç var ve buna göre her-şey evrimleşe-evrimleşe, aşama-aşama oluşmuş. Bunu
müslümanların da büyük çoğunluğu kabûl etmeye başladı ve ediyor. Bir-kaç milyon
yıl öncesine kadar kâinattaki en küçük ayrıntının bile evrimleştiğini yâni
aşama-aşama oluştuğunu kabûl edebilenler ve buna îtirâz etmeyenlerin büyük
çoğunluğu, sıra Evrim Teorisi’ne gelince îtirâz edebiliyor. Niye îtirâz
ediliyor ki?. Ne de olsa hem Big-Bang hem de Evrim Teorisi’nin ortak yönü,
ikisinin de aşama-aşama yâni evrimleşe-evrimleşe oluşmasıdır. Kâinâtın evrimleşerek
oluşması ile insanın evrimleşerek oluşması arasında mükemmellik(!) açısından
fark yok ki!. Ya ikisini de kabûl edeceksiniz yada ikisini de reddedeceksiniz.
İşte biz diyoruz ki; bir Big-Bang süreci yok ki bir Evrim Teorisi olsun. Bu
bağlamda Caner Taslaman şöyle bir soru sorar:
“Canlıların gelişimiyle ilgili bir teori olan Evrim
Teorisi’ni Allah’ın varlığı açısından bir sorun olarak görenlerin önemli bir
kısmının şöyle bir çelişki içinde olduklarına da sıkça tanıklık ettim: Aynı
kişiler, bütün evrenin evrimsel gelişmesiyle ilgili olan ve 13,8 milyar
yıllık evrenin evrimini anlatan Büyük Patlama (Big-Bang) Teorisini veyâ
Dünyâ’mızın 4,5 milyar yıllık evrimini anlatan yerbilimle ilgili teorileri bir
sorun olarak görmemektedirler. Fakat evren ve Dünyâ’mızın evrimsel
süreçleriyle ilgili modern-bilimden gelen bilgiler Allah’ın varlığıyla
çelişkili değilse neden canlıların evrimiyle ilgili ileri sürülen görüşlerin
Allah’ın varlığıyla çelişkili olduğu düşünülmektedir?. Allah canlıların
olduğu gibi tüm evrenin ve Dünyâ’mızın da yaratıcısı değil mi?”.
İşte esas sorun da budur. Hâlbuki Big-Bang, Evrim Teorisi’nin bir
uzantısı yada yedekleyicisidir. Bir aşamadan bahseden Evrim Teorisi nasıl
yanlışsa, aynı aşamadan bahseden Big-Bang Teorisi de o şekilde yanlıştır. Çünkü
iki teorinin de bahsettiği o uzun süreçler hiç-bir zaman yaşanmamıştır.
Edward Wilson, “dinlerin,
beyinlerin evriminin bir sonucu olarak açıklanabileceğini ve böylelikle
dinlerin ahlâkın kaynağı olduğuna dâir iddianın sonsuza kadar geçersiz
olacağını” söyler. Bunun sonucunda dinlerin yerini insan-merkezli olan bilim
alır ve modern-bilim ilahlaşır. Tabi bu-arada modern-bilimin özneleri olan
bilim-adamları da (günümüzde olduğu gibi) toplumun en ileri, ahlâklı ve örnek
insanları hâline gelirler. Aralarında belki de bu vasıflarda insanlar olsa da,
içlerinde en “kaliteli şerefsiz”e taş çıkartacak olanlar da vardır. Bunu da göz-önüne
alarak modern-bilim değerlendirmesi yapmalıyız.
Sürece göre yaratılmayı
kabûl ettiğimizde, bu süreç niye durmuş olsun ki?. Süreç işlemeye devâm eder ve
böyle olunca da gelinen yerde Auguste Comte’un “üç hâl yasası” devreye girer ve
1-Teolojik aşama; 2-Metafizik aşama; 3-Pozitivist aşama sınıflandırması normâlleşir.
Böylece dinlerin de süreç içinde gelişen beynin bir fonksiyonu olduğu yâni
dinlerin de “maddî bir durumun sonucu olduğu” açığa çıkar ki sürecin sonunda
teoloji, pozitivizme döner ve artık ölüm-ötesinden bahsetmek imkânsızlaşır.
Âhiret bilinci ve korkusundan mahrum kalan insanların ise yapmayacağı bencillik
ve kötülük yoktur. Ahlâk, dinden-fıtrattan-mânâdan değil de, “maddî olandan
kaynaklanır” anlayışı çıkar ortaya. Böyle olunca da, “en çok ve kaliteli
maddeye ve eşyâya sâhip olanlar en iyi ahlâka da sâhip olurlar” düşüncesini
kabûllenmek zor olmaz. Zîrâ çok sayıdaki eşyâ ve madde “iyi ahlâk olasılığı”nı
arttıracaktır. Mecbûren madde-merkezli olan aşamaya ve sürece bir-kez
başladığınızda bunun sonu gelmez ve sonuçta maddeye kesersiniz. Hâlbuki ahlâk
söylemleri “bedene-maddeye” muhâlif söylemlerdir. Ahlâk bedenin isteklerinin
önüne set koyar. Eğer ahlâk bedenden kaynaklansa idi beden kendisini
sınırlamayı düşünmezdi. Ahlâka muhâlif hareket edenler bunu maddî nedenlerden
dolayı yapmaktadırlar. Zâten insanlar arasındaki kavganın sebebi, beden/madde-dışı
olan ahlâkı yâni rûhu inkâr ederek “bedene göre hareket etme” isteğidir. Ahlâk
maddeye indirgenince vahiy de maddeye-beyne indirgenecek ve dînin ilkeleri
bir-süre sonra sorgulanıp değiştirilmeye, aşırı yorumlanmaya ve netîcede de
tahrifâta uğrayacaktır.
Bütün bu aşamalı sürecin
“Allah’ın kontrôlünde”ki bir süreçle olduğunu söylüyorlar. Fakat bir
“maymuncuk” olarak kullanılan “Allah’ın kontrôlünde olan süreç” düşüncesiyle,
en olmadık saçmalıklar bile “olur” durumuna gelebilir. Bu nedenle “Allah’ın
kontrôlünde” olan yaratmalar, süreçle olmayan “sonraki örnekli yaratmalar” için
geçerlidir. “İlk yaratma” ise, “Allah’ın kontrôlünde bir süreç”le değil,
“Allah’ın yaratmasıyla bir-anda” olmuştur. Bir-anda yaratmalar için “kontrôl”e
gerek yoktur.
Velhâsıl kelam; Allah, yaratmaya
başlamaz; yaratır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2017
hani derler ya meyve veren ağacı taşlarlar işte siz o taşlanan ağaçsınız harun bey .bu yazınızın üzerinden 3 yıl geçmiş ama tek bir kişi bile yorum yazmamış ne acı demek ki toplum olarak gerçeklerden kaçmayı huy edinmişiz yüce ALLAH ta bizi cezalandırıyor nankörlüğümüzden dolayı .oysa her an rızkımızı veriyor bizim bu nankörlüğümüze rağmen.yani ne kadar şükretsek te az ama nerde şükreden.ALLAH sonumuzu hayır eylesin sizin gibi iyi ve dürüst insanlar rağbet görmüyor da sosyal medyada bütün mahrem yerlerini gösterip saçma sapan videolarla salak olanları kandırıp para ve itibar kazanmaya çalışan okumuş cahiller rağbet görüyor ya daha da bişey diyemem
YanıtlaSilEyvallah kardeşim sağolasın. İnsanlar resmî ve popüler olan şeyleri sorgusuz-suâlsiz ve çok çabuk kabûl ederler. Çünkü bedeli olmadığı için böylesi çok daha kolaydır. Farklı olanı okuyup-dinleyip de üzerinde düşünmezler yada bir eleştiride bulunmazlar. Fakat sizin gibi 'sözü dinleyip de en güzeline uyanlar' da vardır. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.
YanıtlaSilÇok önemli bir yazı, dinozor yazısıyla beraber okunması gerekiyor.
YanıtlaSil1)Evrim teorisi süreçli yaratımlar konusu, dinozor yalanları ve nesnelerin yaşlarının belirlenmesi birbirinden bağımsız düşünülmemelidir. Buradaki en kritik temel yalan nesnelerin yaşlarının belirlenmesidir. Bu konunun detayına girip buradaki yalanı ortaya çıkartacak kardeşlerimize ihtiyacımız var. Karbon-14 meselesi tamam tutarsızlıkları ortada ama radyoaktif izotop ölçümü yani radyometrik tarihleme dedikleri kavramların iyice araştırılması gerekiyor. Bu meselenin kilit noktası budur. Bunun yanlışlığı ortaya koyulduğu anda dinozor fosillerinin tarihi ki ortada bir fosil yok, 250 bin yaşında insan fosili saçmalıkları ortadan kalkacaktır. Cübbeli Ahmet Hoca'ya teketek programında sorduklarında bir cevap verememiştir. Ne bileyim uzaydan bakarken düşmüştür dünyaya diyerek saçma bir cevap vermiştir. Fatih Altaylı denen herifte gülüp geçmiştir.
Ahir zamandayız, bu zamanın muazzam yalanlarla bezeli olduğunu unutmamalıyız. Allah'ın dini için, bölümü kimya, fizik, biyoloji, coğrafya gibi olan insanlar bunları tetkik edip, ehli sünnet inancı doğrultusunda, kafirlerin yalanlarının foyasını meydana çıkartmalıdırlar.
Mesela şu an en debdebeli konu aşı konusudur. Peki evrim ve fosillerin yaşlarını hesaplamada kullandıkları yalan yanlış bilgilerle insanları kandırdıkları gibi, tıp konusunda da kandırmış olabilirler mi? Mesela 1910 Flexner Report ve ilaç şirketlerinin bağı nedir? Bu rapor abd kongresinde kabul edilip ona göre icra edilmeye başlandığında ne kadar tıp fakültesi ve doktor kapatılıp, işinden olmuştur? Tamamen herkesi aynı kabul edip ona göre kendi patentli kimyasal ilaçları ile tedavi etmeye çalışıp trilyonlar kaldıranlar kimlerdir? Bu adamların derdi para mıdır? Bu adamlar, aynı zamanda tarım ilaçlarını üretenlerle bağı var mıdır? Aynı kişiler midir? Peki bu kişilerin büyük bankaların sahipleri ile kirli ilişkileri nelerdir? Sahi, bu adamlar para,ilaç,gıda,evrim,tıp,uzay ilimleri vs. gibi konularda tek hakim olmuşlar mıdır dünyada? Ayrıyeten bu adamlar, insanların ahlaklarını bozmak için medyaya hakim midirler? Şeytanın has adamları kavramı gerçek midir? Neden aşı konusunda bu kadar ısrarcılar? Bunlardan insanlara fayda gelir mi?
Sözün özü; Bir grup satanist, insanın ve gıdanın ve hayvanların genetik fıtratını bozmak için olanca gücüyle, dünyanın her kanalına nüfuz edip, büyük bir tiyatro çevirmektedirler. Bunların satın aldıkları adamlar ise bizim bilim/film kurulu, tabipler odası kisvesi ile andığımız kuruluşların sözcüleri olup, açgözlülüklerinden dolayı insanların hayatlarını karartmaktadırlar. Bizim tek yapabileceğimiz gerçekleri yazmak ve daha çok insana ulaşmak, işinde ehil olanlar ise bu adamların oyunlarını/yalanlarını belgelerle yüzlerine vurmak olmalıdır. Allah ise sonunda bunların başını ezecektir.