“Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru
yola yöneltip-iletir. Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası (medeniyet) vardır.
Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin
halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır” (Yûnus 25-26).
Birileri “ne yapmalı, nasıl
yapmalı?” diye-dursun, başka birileri ise farklı bir çalışma içine girmiş
durumda. Yapmak istedikleri şey, “ilmi arttırmak, bilinçli bir toplum oluşturmak
ve o Selçuklu ve Osmanlı’yla billurlaşan medeniyeti yeniden kurmak”tır.
Evet, gerçekten de Dünyâ
medeniyetsizlikten (uygarlık değil) kıvranıyor ve kırılıyor. Dünyâ ruhsuzlaşmış,
duygusuzlaşmış, merhâmetsizleşmiş ve her türlü kötü hasletleri benimsemiş
durumdadır. Bu durum insanlığın içini kemirdiği gibi Dünyâ’nın yarısının dışını
da kemirmektedir. Duyabilenler için Dünyâ’nın yarısı inim-inim inlemekte ve
feryâd-u figân etmektedir. Gerçekten de
yeni bir medeniyete çok ihtiyaç vardır. Bilince, kardeşliğe, ideâl bir topluma,
devlete ve medeniyete çok ihtiyaç vardır. Zîrâ Dünyâ “ışıltılı bir zindana” dönmüştür.
Ruhlarımız çok gerilerde kalmıştır ve tüm aramalara rağmen bulunamamaktadır.
Böyle bir durumda bir medeniyet ideâli peşine düşmek önemli bir şeydir. Bu
noktada bir sorun yok.
Lâkin.. Başlatılan bu
medeniyet projesi hangi merkezde olacaktır ve neyi merkeze alacaktır?.
Çıkış-noktası ne olacaktır?. Bakıldığında projenin lîderi durumundaki Yusuf Kaplan’ın
hayâlindeki medeniyet, Osmanlı’nın bir tekrârı ve güncelleştirilmesi gibidir.
Böyle olduğu için de, bu medeniyette Kur’ân’ın bir yeri ve hatırı olacaktır ama
anladığımız kadarıyla Kur’ân merkezde değil, -dâirenin içinde bir yerlerde olmasına
rağmen- kenarda bir yerlerde duracaktır. Aynen Osmanlı’da olduğu gibi.
Belirleyici olan Kur’ân ve Sünnet değil, Türk-Anadolu örf, âdet ve gelenekleri
olacaktır. Peki en merkezde hangi düşünce olacaktır?. Merkezde yine Osmanlı’da
olan şey olacaktır: Tasavvuf.
Peygamberimiz ve sahabenin
kurduğu o muhteşem toplum, devlet ve başlattığı medeniyette olduğu gibi,
merkezde Kur’ân ve Sünnet değil de, sonradan türeme ve eklenti felsefesi olan
tasavvuf yer alacaktır. Tasavvufun kötü yanlarının ayıklanıp da merkeze
alınacağını falan sanmayın. Tüm şatahatlarıyla ve sapkınlıklarıyla birlikte
gelecektir tasavvuf. Çünkü İbn-i Arâbi, Hacı Bektaş, Mevlâna, Yûnus vs. isimleri
her söylemde tekrarlanmaktadır. Bu nedenle o gayr-ı İslâmî söylemlerin
ayıklanabileceğini düşünmeyin. Yâni sizin anlayacağınız, bu proje basbayağı bir
“Türk-Anadolu müslümanlığı projesi”dir.
Şimdi; projeyi anladığımız
kadarıyla kısaca tanıttıktan ve merkeze neyin alınacağını belirttikten sonra konuyu
farklı bir açıdan değerlendirmek istiyoruz.
Tasavvuf “felsefî tasavvuf”
ve “amelî tasavvuf” diye yada “enfüsî tasavvuf” ve “âfâkî tasavvuf” diye ikiye
ayrılır. Amelî-âfâkî tasavvuf, enfüsî-felsefî tasavvuf gibi, sâdece kuru laf
yapmak ve güçten-güçlüden yana durmak gibi değildir. Amelî-âfâkî
tasavvufçuların, meselâ âhilerin zulme rızâları yoktur ve insanlara faydalı
işler yaparlar. Tabi amelî-âfâkî tasavvuf da tasavvuftur ama tasavvuf felsefesinden
dem vursalar da “şatahat” denilen sözlere pek girmezler yada bunu yaygın olarak
kullanmazlar. Bu nedenle daha dengelidirler. Ayrıca ilim, kültür ve sanat
erbâbıdırlar. Enfüsî-felsefî tasavvuf müntesipleri ise, sapkınlığa varan
düşünceler ve sözler ederler. Yusuf Kaplan’ı da -hüsnüzân edersek- amelî-âfâkî
tasavvuf zümresine dâhil etmek istesek de, Mevlâna’dan bahsedip durması buna
engel olmaktadır. Zîrâ Mevlâna enfüsî-felsefî tasavvuf tarafındadır.
Yusuf Kaplan, gerçekten
tasavvufu benimsemiş olduğundan dolayı mı merkeze tasavvufu alıyor, yoksa
Türklerin zihniyetine, bilgilerine ve eylemlerine bakarak merkezde ancak
tasavvufun olabileceğini düşünerek mi tasavvufu merkeze alıyor?. Kanaatimce
tasavvufu benimsemiş olduğundan dolayı merkeze tasavvufu koyuyor. Çünkü Yusuf
Kaplan muhâfazakâr bir insan ve İslâm’ın en iyi şekilde Anadolu-Türk
müslümanlığı zihniyeti ile yaşanabileceğine inanıyor. Selçuklu ve Osmanlı’nın
son zamanları hâriç, modern mevcut çağa göre olumlu bir-çok yanının olduğunu
söylüyor. Modernizm ise küçük mutlu bir azınlık dışında insanlara maddî-mânevi
sıkıntılar yüklemiş durumda. Modernizmin geldiği ve geleceği yer karanlıktır.
Bu nedenle “modernizm yerine elbette Selçuklu ve Osmanlı tercih edilmelidir”
düşüncesi hâkim.
Tamam; Modernizm-Osmanlı
kıyaslaması yanlıştır, çünkü mü’minler olarak bizim temelimiz, kıyasımız ve
ölçümüz Selçuklu ve Osmanlı dönemi değil, güzel örnekliğimiz Peygamberimiz’in
23 yıllık risâlet süreci ve ondan sonra da Hz. Osman’ın hilâfetinin ilk
yarısına kadar olan dönemdir. Kur’ân’ın ve Sünnet’in hâkim olduğu yâni Allah’ın
belirleyici olduğu zamandan daha iyi bir zaman ve mekân olamaz elbette. Fakat
ortada “başka bir şeyi değil, sâdece Kur’ân’ı ve Sünnet’i merkeze alarak bir
medeniyet projesi başlatıyoruz” diyen ve bir girişimde bulunarak çalışmalara da
başlayan bir merci yada toplum yoktur ki!. Bu nedenle “Selçuklu ve Osmanlı’da
merkezde Kur’ân ve Sünnet değil, örf vardı, tasavvuf vardı, bu yüzden onlar da
gerçek anlamda İslâmî değildir” söylemi ve tartışmaları yapmak bir noktadan
sonra gereksizdir. Çünkü mevcut projeyi başlatanlar kıyaslamayı Peygamber
dönemi ile modernizm arasında değil, Osmanlı ile modernizm arasında
yapmaktadır. Neden böyle yapmaktadırlar?. Kanımca hem Peygamberimiz ile
başlayan ve yaklaşık 40 yıl süren o dönemin günümüze taşınıp
tekrarlanabileceğine inanmıyorlar, hem de bunu talep eden insan sayısı çok-çok
azdır.
Şimdi; projenin söyleminde
merkezde Kur’ân ve Sünnet yok ve tasavvuf var. Tasavvuf-merkezli Selçuklu ve Osmanlı’da
tam bir İslâmî sistem yoktu ve şeriattan ziyâde örf geçerliydi, bu nedenle bu
proje sorunludur. Fakat Yusuf Kaplan ve onunla birlikte olanların da zâten
Kur’ân ve Sünnet’i mutlak anlamda merkeze almak gibi bir niyeti yok. Proje bir
İslâmî Hareket Projesi değil. Bu, işin farkında olanlar için çok açık. Fakat
Yusuf Kaplan çıkıp da: “Kardeşim Türkler ne zaman Kitap ve Sünnet-merkezli
oldular ki?. Türkler zâten İslâm’ı Araplardan yada Kur’ân’ı ve Sünnet’i
bayraklaştırmış olan mü’minlerden değil, İslâm’ı Zerdüştlük ve Maniheizm ile
sentezleyerek öğrenmiş ve kabûl etmiş olan Îranlılardan öğrendiler ve üstüne
bir de Şamanizm/Gök-Tengri sosu eklediler ve o şekilde kabûl ettiler. İslâm’ı
direkt olarak Kitap’tan ve Sünnet’ten öğrenmediler ki!. Türkler İslâm’ı her
zaman tasavvuf-merkezli kabûl ettiler ve yaşadılar ve ancak bu şekilde kabûl
edip benimseyebilirler” derse ne diyeceksiniz?.
Tasavvuf denen şey kadim
bâtınî-mistik felsefenin üstüne İslâm’dan bâzı şeylerin yorumlanarak
eklenmesiyle ortaya çıkmış bir sentezdir. Tasavvuf bu şekilde sentezlenmiş bir
düşünce, felsefe ve inançtır. Türkler târih boyunca merkeze bu düşünceyi
almışlardır. Zâten ancak yerleşik olduktan sonra medreseler ve ilim alanında bir
şeyler yapmışlardır. Daha önce göçebeyken zâten Kitap-Sünnet merkezli olmayı
düşünemezlerdi ve kabûl edemezlerdi. Dolayısıyla Türkler zâten hiç-bir zaman Kur’ân
ve Sünnet-merkezli bir İslâmî anlayışta ve yaşayışta olmadırlar ve Kitap-Sünnet
merkezli olmanın ne demek olduğunu bile bilmezler. Türklerde Kitap-Sünnet
merkezlilik hep lokâl kalmıştır. Türkler İslâm’a alevi olarak girdiler ve sonra
şehre inenler sünnîleşti, dağda kalanlar alevi kalmaya devâm etti. Fakat ikisi
de bâtınîlik ve târikat yoluyla tasavvufu merkeze aldılar. Günümüze kadar da
merkezde hep tasavvuf oldu. Batı’nın kışkırtmasıyla ve plânlarıyla 20. yüzyılın
başında İbn-i Arâbi, Mevlâna ve Yûnus aşırı öne çıkarılsa da, Osmanlı, ilk
başlarda İbn-i Arâbi, daha sonra ise Mevlâna ile yoluna devâm etti. Yâni
tasavvuf ve Türk örfü hep merkezde oldu. 1960’lı yıllarda başlayan “Kur’ân’a dönüş”
hareketleri bile bize dışarıdan, Hint ve Mısır yoluyla geldi. İyi ki de geldi.
Ancak o târihten sonra Kur’ân ve Sünnet-merkezlilik gündeme geldi ve değer kazandı
ki o da çok yayılamadı ve milenyum ile birlikte bu düşünce de modernleşme yoluna
girdi. Artık Kur’ân-merkezliliği savunanlar çok az sayıdadır. Lâkin sayının az
olması, hakîkatin ancak Kur’ân ve vahyin yaşama geçirilmesi demek olan Sünnet
ile ortaya konulabileceği gerçeğini değiştirmez. “Sünnet-merkezli tasavvuf”
diye bir şey de olmaz, zîrâ Peygamberimiz’in hayâtı ve dâvâsı apaçıktır ve de
onda tasavvûfî söylem ve eylem yoktur.
Yusuf Kaplan, “aslında
Kur’ân ve Sünnet-merkezli bir İslâm
olmalı ama Türkler tasavvuftan başka bir şeyi merkeze alamaz. O yüzden ben
mecbûren Kur’ân ve Sünnet-merkezli değil, tasavvuf-merkezli bir yapılanma için
çalışıyorum” demedi, zâten tasavvufun merkezde olmasına inanan biri.
Kur’ân ve Sünnet-merkezli
İslâmî bilinçte olanların tasavvufu merkeze almaları yada tasavvufun merkeze
alındığı yapılanmalara destek vermeleri söz-konusu bile olmaz. Bu nedenle bu
projenin Kur’ân ve Sünnet’i merkeze almış ve îman, takvâ, ahlâk ve sâlih-ameli
bayraklaştırmış zihniyete sâhip olanları iknâ etmesi mümkün olmadığından
dolayı, bu kişilerin projeye apaçık bir destek vermesi mümkün değildir. Fakat
eleştiri ve îtirazda bulunmayarak “örtülü ve dolaylı bir destek”
verip-vermemenin tartışması yapılabilir. Çünkü ortada Kur’ân’ı ve Sünnet’i
merkeze alan İslâmî bir yapılanma yok ve İslâm-merkezlilik sâdece zihinlerde,
kâlplerde ve dört duvar arasında yaşanıyor. Tabi bir de sanal ortamda.
Şu-hâlde, Yusuf Kaplan’ın
üzerinde çalıştığı medeniyet projesi Kur’ân ve Sünnet-merkezli olmadığı için “İslâmî”
değil, “müslümânî”dir. “Anadolu-Türk Müslümanlığı”nı medeniyetleştirme projesi
gibi bir şey. Bu nedenle ben yapıya bizzat katılmam ve destek vermem. Fakat
projeye eleştiri ve îtirâz etmeyerek dolaylı yada üstü örtülü şekilde desteklemiş
olmayı yanlış bulmam. Bu pasif desteği elbette İslâmî bir telakkiyle değil,
anti-modernist bir zihniyetle ve toplumsal-sosyâl bir düşünceyle yaparım. Zîrâ
vahiy-merkezli İslâm’dan başka bir hakîkat olmadığının bilincindeyim. Fakat
anti-modernist bir tutumla ve sosyâl anlamda elbette Modernizm’i değil Osmanlı’yı-Selçuklu’yu
tercih ederim. Bundan dolayı, “Modernizm ve vahşî kapitâlizm küfrü ve şirki
içinde yaşamaktansa, örfü merkeze aldığından dolayı şirk ve küfür barındıran fakat
Kur’ân’ın ve Sünnet’in yâni şeriatın bir nebze de olsa geçerli olduğu
Osmanlı-Selçuklu sistemi içinde yaşamak daha iyidir” diye düşünürüm. Çünkü
benim yada birilerinin vahiy-merkezli olarak amelî-siyâsi yönde yaptığı başka
bir şey yoktur. Alternatif yok ki!. Ne yâni; Kur’ân’ı ve Sünnet’i mutlak
anlamda merkeze alan sosyâl-siyâsal bir yapılanma var da biz mi adanmadık o
yola!.
“Vay sen nasıl
Peygamberimiz’in zamânındaki gibi Kur’ân’ın ve Sünnet’in kesin şekilde merkezde
olduğu bir yapıyı değil de, İslâm’ın bir nebze geçerliliği olsa da örfün
merkezde olduğu küfür ve şirk içeren Selçuklu ve Osmanlı düzenini sevimli
bulursun” sözlerinin çok da değeri yoktur. Burada ehven-i şeri savunmuyorum.
Meseleyi İslâmî anlamda değil, anti-modernist bir zihniyetle ve sosyâl anlamda
değerlendiriyorum. Yoksa benim îman ettiğim ve hayâlini kurup durduğum şey
elbette İslâm’ın yâni Kur’ân’ın mutlak anlamda merkezde olduğu ve mutlak
anlamda Allah’ın belirleyici olduğu sırât-ı müstakîm yoludur. Ben sâdece,
anti-modernist bir düşünce ile ve sosyâl bir değerlendirme ile, “mevcut modern-seküler
çirkef içinde yaşamaktansa, Osmanlı’nın o klâsik dönem denen 1453-1566
arasındaki gibi, daha genelde ise 1450-1750 târihleri arasındaki bir zamanda
yaşamak isterdim” diyorum. Çünkü benzer bir medeniyet içinde yaşamayı, şeytanın
iktidârını en güçlü bir şekilde kurduğu modernizm içinde yaşamaya tercih
ederim.
Hem ben de sorarım: “Siz
nasıl olur da Peygamberimiz’in zamânındaki gibi Kur’ân’ın ve Sünnet’in kesin
şekilde merkezde olduğu bir yapıyı değil de, İslâm’ın, Kur’ân’ın, Sünnet’in,
değerlerin, adâletin, eşitliğin, vicdânın, merhâmetin olmadığı ve tam-aksine;
şirkin, küfrün, adâletsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, sömürünün,
şiddetin, merhâmetsizliğin vs. bir-çok çirkefin ve şerefsizliğin hâkim ve
belirleyici olduğu lâik, seküler, demokratik, modernist bir dönemde ve ülkede
yaşamaya katlanabiliyorsunuz?”. Siz ilk önce bu soruya cevap verin. Küfür ve
şirk-merkezli bir sistemde, ülkede ve Dünyâ’da yaşamaya sesinizi
çıkarmıyorsunuz da, Selçuklu ve Osmanlı’nın küfründen ve şirkinden mi bahsediyorsunuz?.
Niçin ilk önce, içinde yaşadığınız mutlak küfür, şirk ve zulüm sistemini
eleştirmiyorsunuz?. Kusura bakmayın ama siz çok da ciddî değilsiniz. Zâten
ciddî olsaydınız her-şeyinizi ortaya koyar ve Peygamberimiz’in zamânındaki gibi
Kur’ân’ın ve Sünnet’in kesin şekilde merkezde olduğu bir yapıyı kurmak için
gayretle çalışırdınız. Fakat gün geçtikçe modernleşen ve sistem-içi olmaya
doğru giden davranışınızla, “modernizmdense Osmanlı daha iyidir” düşüncesini ve
söylemini eleştiremezsiniz.
Evet; kanımca Yusuf
Kaplan’ın lîderliğini yaptığı Medeniyet Projesi desteklenmese de kösteklenmemelidir.
Zîrâ fitnenin ve ifsâdın hareket noktası olan modernizme çelme takacak her
hareket “bir şeyler yapmak” anlamına gelir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder