“De ki: ‘Hak geldi, bâtıl
yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).
Sahte, “hakkın ve hakîkatin
yokluğu hâli”dir. Hakkın ve hakîkatin azlığı ve yokluğu mutlakâ sahte olanı
açığa çıkarır. Sahteliğin olduğu yerde sahtekârlar, sahtekârların olduğu yerde
ise sahtelikler ortaya çıkar. Sahtelik ve sahtekârlık birbirlerinin
neden-sonucudur.
Allah’ın yarattığı doğal
varlıkta sahtelik olmaz. Zîrâ sahtelikte mutlakâ eksiklik olur. Eksikliğin olduğu
yerde haktan bahsedilemez. “Hak” olmayanı Allah yaratmamıştır ve ortaya çıkan
sahte şey, hakkın ve hakîkatin blôke edilmesinden dolayı ortaya çıkmıştır. Sahte;
şeytanın, nefsin ve tâğutların, hak’kı bâtıla çevirmesi ve insanlara “hak” diye
göstermesiyle ortaya çıkar ve bir kez ortaya çıktığında sürüp gider. Kâinât ve
sünnetullah sûnî ve sahte olanı barındırmaz yada o şeyin işleyişi hem düzgün
olmaz hem de zararlı sonuç verir. Günümüzde sahteliğin kaynağı ve ideolojisi
olan modernizm, sünnetullaha aykırılığı nedeniyle “hakkın karşısındaki sahte”
durumundadır. Hakkın karşısına sahteyi çıkarmak, Allah’a karşı bir isyân
şeklidir.
Modern sapık zihniyet,
peygamber örnekliklerinde olduğu gibi “gerçek hayatlar” ortaya koyamadıkları ve
Dünyâ’yı hayâl ettikleri gibi değiştiremedikleri için, sahte ve yapay eşyâ,
düşünce, ideoloji ve kahramanlar ortaya çıkarmışlardır. İşte modernite ve
modern insan ancak bunu yapabilir. Çünkü insanlara; “modernite ile
gerçekleşecek” diye verdikleri sözlerin hiç-birini gerçekleştiremeyince, bunu
sahteyle ve sahtekârlıklarla yapmaya çalışırlar.
Modernizm bir “sahtelikler ve
sahtekârlar uygarlığı”dır. Hemen her-şey sahtedir modern hayatta. Yenilenler,
içilenler, giyilenler, görülenler, konuşulanlar, dostluklar vs. her-şey.
Aslında insanlar bunun farkındadırlar ama “yapacak bir şey yok” deyip geçerler.
Bu sahteleri hâkim kılanlar sahtekârlardır. Bir yerde bir sahtelik varsa orada
mutlakâ bir sahtekâr da vardır. En büyük sahtekâr ise, insanın ebedî düşmanı
olan şeytandır. Şeytan kendi dostlarından sahtekârlar bulur ve onları sahte
ilhamlarla yönlendirir. Tâğutlar bu bağlamda şeytanın sahtekâr uşaklarıdırlar.
Son 200 yıldır Dünyâ’ya hâkim
durumdaki modernizm, vahiy-merkezlilikten yâni hak-merkezlilikten akıl-merkezliliğe
dönüşün adıdır. Akıl-merkezlilikte akıl, vahyin değil de nefsin
yönlendirmesinde olduğu için hakka meyledeceğine bâtıla doğru meyletmektedir ve
bâtıl ve sahte bir uygarlık ortaya çıkarmaktadır. Üstelik nefse çok uygun olan
sahteler, insanları da “sahte insanlar” hâline getirmektedir. Sahtelikler ve sahte
insanlar hayâtın tadını-tuzunu kaçırmış ve yavan bir yaşam meydana getirmiştir.
Her-şey sahtedir ve her-şey kokuşmaya başlamıştır. Tuz mesâbesinde olan insan da
sahteleşince yâni “tuz” da kokmaya başlayınca, insanlar artık sahteye teslim
olmak zorunda kalmışlar ve “ne olursa-olsun modern olan” demeye başlamışlardır.
Oysa modern olan sahte olmak zorundadır. Zîrâ hakîkati bölüp parçalayınca o şey
hakîkat olmaktan çıkar ve sahteleşir. Modernite bir parçalama uygarlığıdır.
İnsanın rûh tarafını iptâl edip sâdece beden tarafına meyledince ve sâdece
maddeye yönelince, her-şey sahte olmuş olur. Çünkü bir şeyi hakîkatinden ve
rûhundan ayırdığınızda o şey hak olmaktan çıkar ve geriye sahte kalır.
Sahteliğin hâkim olduğu bir
yerde insanlar bencilleşir, bireyleşir ve boş-vermişlik açığa çıkar. Fakat
Allah’ın sistemi boş-vermişliğe bir noktadan sonra izin vermez ve insanları
kendine getirecek ağır sonuçlar ortaya çıkar.
Bir düşünce
ve inanç kişiyi amele-eyleme yönlendirmiyorsa, o düşünce ve inanç özünde olmasa
da yorumunda sahtedir. Sahte olanlar amele-eyleme yönel(e)mezler. Zîrâ amel ve
eylem sahte olanı şıp diye açığa çıkarır ve herkes onun sahte olduğunu anlar.
Çünkü amel-eylem yâni hayat pratiği, sahteyi uzun süre barındırmaz. Hareket
hâlindeyken sahte olan sırıtıverir ve kendini belli eder. O yüzden de sahtekârlar
sürekli olarak yeni sahteler üretmek ve sahte olanı gündem etmek zorundadırlar.
Böylece sahte-merkezli bir Dünyâ ortaya çıkmış olur. Fakat sünnetullah, (yâni
Allah’ın kâinâta ve toplumlara koyduğu, tüm zamanlarda geçerli olan yasaları)
kritik eşik aşılınca devreye girer ve sahteyi rezil ederek açığa çıkarır, tabi
bu-arada ortalık fenâ hâlde karışır. Bu
nedenle insan, sahtelikler içinde yaşıyorken bile hakkı, iyiyi, güzelliği hâkim
kılmayı düşünmek ve bunun için çalışmak zorundadır. Zîrâ hayvandan farkı budur.
Sahte, nefse uygun olduğu için
çok müşterisi olur ve kolay karşılık bulabilmektedir. O yüzden sahtenin
tarafında olanlar insanlık târihi boyunca kalabalık olmuştur. Fakat sahte ne kadar
çok ve yoğun olursa-olsun, Hak ona karşı çıkar ve sahteyi silip yerine Hak’kı
koyar. Çünkü sahte “gerçek” değildir ve Hakkın yokluğu hâlidir. Hak azaldıkça
sahte ortaya çıkar. Sahtenin olduğu yerde sahtekârlar bol olur. Sahtenin ve
sahtekârların çok olduğu bir toplum ve Dünyâ, farkında olsun yada olmasın, bir-çok
sıkıntıya, belâya ve azâba uğrar. Sahtenin hâkimiyeti altına giren insanın Dünyâ’da
zor bir yaşamı olduğu gibi, âhirette de acı azapla karşılaşır.
Hakkı dik tutamayanlar
sahteliklere yeltenirler. Zîrâ hakkı dik tutmanın bedeli vardır ve bu bedel
kolay da değildir. Kişinin bu uğurda malını ve canını bile ortaya koyması
gerekebilir. Bu bedeli ödemek istemediğinde hak yerine sahteler ortaya çıkar ki
bunları ortaya çıkaranlar sahtekârlardır.
Mü’min, “şeytandan ve tâğuttan özgür” olandır. Onlara
kölelik yapmaz çünkü. Şeytan bu kişilerden neredeyse umûdunu kesmiştir. Mü’min
bu duruma şeytanın verdiği sahte özgürlükten vazgeçip, gerçek özgürlüğe
kavuştuğu için nâil olmuştur. Zîrâ sâdece Allah’a bağlanmıştır ve sâdece O’ndan
korkmaktadır (haşyet). Bu nedenle şeytan kendine sıkıca bağlanacak insanlara
ihtiyaç duyar ve bunu sağlamak için sahtelere ve sahtekârlara sarılır ve başlar
onlara fısıldamaya. Sahtelere ve sahtekârlara kananlar ve haktan uzaklaşanlar,
hak yerine, sahteliğin pîri olan şeytana bağlanırlar. Şeytan onları sahtenin
müptelâsı yapar ve sonunda bu kişiler de sahtekârlar olup çıkar.
İçinde yaşadığımız mevcut
Dünyâ kirletilmiş ve kötülükle mâlûl bir dünyâ hâline gelmiştir. İyilik yapmaya
imkân tanınmamaktadır. Çünkü sahtenin ve yabancılaşmanın hâkim olduğu yerde
yalanın, doğrunun yerine ikâme edildiğini gözlemleriz. Adâletsizliğin kol
gezdiği, zulmün ayyuka çıktığı zamanlarda yaşıyoruz. Zîrâ ortalığı çeşitli
sahtelikler kuşatmıştır.
İnsan “yarı-mahrûmiyete
uygun” yaratılmıştır. Refah onu hasta eder. Hele “sahte refah” (aslında refah
içinde olunmadığı hâlde refah içindeymiş gibi yaşamak) ise, “aptal hasta” eder.
Dünya şu-anda bu durumdadır. İnsan, “özlem odaklı” yaratılmıştır. Bu özlem “cennet
özlemi”dir. Dünyâ’da hiç-bir zaman oluşamayacak olan cennet. Âhirete has olan
yer. Mahrûmiyet insanın fıtrî bir terapisidir. Refah, insanları hasta etti.
“Yalancı refah” ise insanları perişân etti. İnsanlar mahrûmiyetten mahrumdur. Modern
insan bu mahrûmiyetten kurtulmak(!) için sahtelere sarılmak zorunda kalmış ve
dış-âlemini görece mutlu ederken iç-âlemini mahrûm bırakmıştır. Rûhsuzluğunun
nedeni bundandır.
“Gerçek gül”e
benzeyen “sahte güller” vardır. Onları uzaktan görenler “gerçek gül” zannediyor.
Hattâ onlara “parfüm” sıkıyorlar daha gerçekçi olsun diye. İşte bu sahte
güller, gerçek güllere, hakîki güllere tercih ediliyor. Modern insan hakîki
olan yerine sahteyi tercih ediyor. Olacak şey değil. Bu nasıl olabiliyor?.
İnsan bunu nasıl kabûl edebiliyor?.
“Size ne oluyor?. Nasıl hüküm veriyorsunuz?. Yoksa
(elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var?. İçinde, neyi
seçip-beğenirseniz mutlakâ sizin olacak diye. Yoksa sizin için üzerimizde
kıyâmete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki ‘siz ne hüküm verirseniz o,
mutlakâ sizin kalacak’ diye” (Kalem
36-39).
Modern ve post-modern
zamanlarda herhangi bir şey için insanların ölçü aracı, o şeyden;
“hoşlanılması”, o şeyin “haz vermesi”, “herkesçe kabûl edilip onaylanması”, “o
şeye bir îtirâzın olmaması” gibi nedenlerdir. Hakîki olup-olmamasına bakılmaz. Peki
insanların, “doğal olan”ı varken, “sûni, sahte ve zararlı olan”ı seçmesinin
nedeni nedir?. Meselâ çocuklar kahvaltıda; doğal ve el/ev yapımı bal, pekmez,
reçel, peynir, zeytin vs. varken neden bunları yemezler de, ekmeklerine; ne
olduğu belirsiz, fabrikasyon bir üretim olan “krem çikolata” sürüp onları
yerler ve ana-babalar buna pek de ses çıkarmazlar?. Yine, neden insanlar rahat
ve hareket etmeye, oturup-kalkmaya çok daha uygun olan kıyâfetleri giymezler
de, her yerlerinden sıkıştıran dar ve kısa kıyâfetleri giyerler?. İki-üç inek
alıp baksa çok daha rahat, özgür ve doğal yaşayacağı köyünde kalmaz da, asgarî
ücretle, gece-gündüz bir çeşit “kölelik yapmak” (çalışmak) için, gürültülü,
kalabalık, sıkışık, rûhsuz şehirlere gelmek için can atar?. Bu soruları modern
zamanların îcatları sayısınca çoğaltabiliriz. Tüm bu modern ürünler ve
yaşam-tarzları insanlara medya aracılığı ile gösteriliyor ve özendiriliyor,
insanlar gördüklerine ulaşmak istiyorlar ve bunlara kıyısından-köşesinden
ulaşmakla bile vazgeçilemeyecek tatminler ve alışkanlıklar oluşuyor.
Alıştıkları şeyler nefse hitâp eden hoşlandıkları ve haz aldıkları şeyler
olduğu için bu alışkanlıkları eleştirmiyor-sorgulamıyorlar ve tabî ki de bu alışkanlıklarından
vazgeçmeyi düşünmüyorlar. Çünkü sahte, alışkanlık yapar. Hâlbuki Kur’ân’da
şöyle denir:
“…Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için
hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de
siz bilmezsiniz” (Bakara 216).
Modern-bilimler sahte
gerçeklikler üretti. Modern-bilim de bir-çok sahte bilgi ve teori üretir. Hiç-bir
zaman ispatlanamayacak olan şeyleri konuşur durur. Sahte, sürekli yeni
sahtelere ihtiyaç duyar. Aksi-hâlde sahte olduğu hemen ortaya çıkıverir. Modern-bilim
bu nedenle sürekli olarak sahte bilgiler-teoriler ortaya atar ve insanları sahtelerle
kandırır. Arada bir bâzı hakîkatlerden bahsedince yada sahte olanla hakîkati
karıştırarak sununca, insanlar hakîkat karışmış sahteleri “hakîkat” zanneder.
Oysa hakîkat sahte ile karışmaya gelmez ve karıştığında o şey sahte olur. Bu
durum “söz” için de geçerlidir. Sürekli sahte sözler söylenince insanlar söylenenleri
hakîkat zannetmeye başlar. Öyle ki en sonunda sahte ile hakîkati ayıramaz hâle
gelir. Böylece sahtenin hâkimiyeti başlar ve devâm eder.
Modern müslümanlar
“sahte bir müslümanlık” şekli ortaya çıkardılar. Bu müslümanlık şeklinde din,
kâlplere, zihinlere ve dört duvar arasına hapsolmuştur. Çünkü dînin hayat ile
alâkası kesilmiştir. Böylece aşırı ve yoğun yorumlarla yeni ve hak olmayan yada
hak ile karışmış sahte bir din açığa çıkmıştır. İşin sonunda sahte âyetler,
sahte peygamberler ve -hâşâ-, “sahte Allah”(!) bile üretmeye başlarlar. Böyle
olunca îmânın da sahtesi çıkar ortaya. Gerçek îman olmadığında mutlakâ sahte
îman olur. Sahte îman gerçek îmânı yiyip-bitirir.
Bir
şeyin sahtesi sunuluyorsa, bilin ki gerçeği gizleniyordur. Çünkü bir şeyin
sahtesi varsa gerçeği de vardır. Sahte ilahlar varsa “Allah” da vardır ve her zaman
gâlip olan da Allah’tır. Sahte dinler varsa tek hak din olan İslâm da vardır. Sahte
peygamberler varsa hak Peygamber de vardır ve örnek kişiliği ile sahteyi def
eder.
Sahte ve sahtekârlık en çok da ticarette görülmektedir.
İnsanlar sahte olunca ticâret de sahte olmaktadır. O yüzden ticârette bir-çok
kalpazan sahte paralar basar. Elma “armut” olarak, üç liralık şey ise beş
liraya satılmaktadır. Nizamülmülk; “200 dinar alınacak bir maldan 500 dinar
istemek sahtekârlıktır. Halk bu sebeple fakir düşüp perişân olur” der. Sahte en
sonunda insanların tümüne zarar verip onları iflâsa sürükler. Krizlerin nedeni
sahte şeyler ve sahtekârlıklardır.
Bir
“sahtelikler uygarlığı” olan modernizm, üç sahte tanrıyla hâkimiyetini devâm
ettirmektedir: Güç, şehvet, şiddet. İnsanlar Hak’kın kudreti yerine tâğutların
gücünü, nefsin şehvetini ve şiddetini benimsemiş durumdadırlar ve böylece
sahte, dünyâ-târihinde hiç olmadığı oranda güçlü bir hâkimiyet kurmuştur. Fakat
ne de olsa bu hâkimiyet sahteden oluşan sahte bir hâkimiyettir. Sahte olan
görünüşte ve algıda güçlü gibi olsa da, Hak’kın karşısında “kağıttan kaplan”dır.
Sahteye karşı çıkan ve hakkı hakkıyla savunan mü’minler sahteyi ve sahtekârları
def edecek kuvveti Kur’ân’da ve “güzel örneklik” olan Sünnet’te bulacaklardır.
İnsan, söz, amel ve eylemini
ya sahteye göre yada “en doğru duruşuna” (şâkül) göre söyler ve gösterir. Hakkı
ortaya koymak böyle olur. O hâlde “sahte güç sâhibi” olanların sözünü değil,
Gerçek Güç Sâhibi Olan’ın sözünü üstün tutup Dünyâ’ya hâkim kılmak için
çabalamalıyız.
Evet; Dünyâ bir sahtelikler
ve sahtekârlar diyârına dönmüştür. Zîrâ hakîkatin değeri kalmamıştır ve herkes
sahtenin ve sahtekârlığın peşindedir. Böyle olunca da Dünyâ’da bir keşmekeş
ortaya çıkmaktadır. Her-şey karmaşa içindedir. Kaçacak bir yer kalmamış olduğundan
dolayı böyle bir dünyâda nereye gitseniz sahteden kurtulmanın çâresi yoktur.
Çünkü Dünyâ; “nerden baksanız sahte, nerden baksanız tutarsız ve nerden
baksanız ahmakça” bir yer hâline gelmiştir. Hak gelip de Dünyâ’ya hâkim
olmadıkça, sahtenin defolup gitmesi mümkün değildir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder