“Görmüyor musunuz ki,
şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize âmâde kılmış, açık ve gizli
üzerinizdeki nîmetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan
öyleleri vardır ki, hiç-bir bilgiye dayanmadan, bir yol gösterici ve
aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücâdele edip durur” (Lokman 20).
Arapça “aşyâ”=eşyâ, “şeyler, nesneler" sözcüğünden alıntıdır. Arapça
sözcük Arapça “şya” kökünden gelen “şay” sözcüğünün
çoğuludur. “Şey”, “eşyâ” demektir. Eşyâ “şey”in çoğuludur. Buna göre maddî olan
her-şey eşyâdır. Yaratılmış olan maddî her-şey eşyâdır.
Âyette de söylendiği gibi,
Allah tüm eşyâyı (şeyleri) bizim hizmetimize vermiştir. O hâlde eşyâ “kullanılacak
ve faydalanılacak” şeylerin genel adıdır. Buna göre eşyâ aslında nîmettir. Lâkin
gelin-görün ki insan, hizmetine verilmiş olan eşyâyı kullanıp ondan
faydalanacağına, sonra da dönüp eşyâyı yaratan Allah’a şükredeceğine, eşyâya
tapmaktadır. Bu tapınış, “eşyâ için her-şeyi yapmak” şeklinde tezâhür eder.
Artık insan, Allah rızâsı için değil, eşyâya sâhip olmak (daha doğrusu âit
olmak) için çabalamaktadır ki, bu “eşyâya tapmak” demektir. Allah’a kulluk
yapılmadığında yada O’na hakkıyla kul olunmadığında, ortaya çıkan boşluk eşyâya
meftûn olmakla ve en sonunda da eşyâya tapmakla sonuçlanır.
Modern insan eşyâya tapan
varlıktır. Zîrâ eşyâ uğruna yapmadığı şey kalmamıştır. Eşyâyı elde etmek ve
elde tutmak için her-şeyi yapmakta ve böylece eşyâya tapmaktadır. Oysa eşyâ
nesnedir. Yada en azından insandan daha değerli değildir. O hâlde eşyâya sâhip
olmak hırsı ve bu uğurda eşyâya tapmak çok anlamsızdır. “Şirk, değerli olanın
değersiz olanı ilahlaştırması”dır. Çünkü eşyâ sonludur ve hep Dünyâ’da kalır.
Dünyâ’dan bir yere kaçmaz. Zâten Dünyâ yâni eşyâ târih boyunca hiç kimseye
kalmamıştır. Eşyânın kaderi “elden ele dolaşmak”tır. Hiç kimseye kalmaz. Sultan
Süleyman’a bile kalmamıştır.
İnsan için en onursuzca ve
ahmakça davranış herhâlde, kendi hizmetine verilen, kendinden çok daha değersiz
ve insanın başkalaştırarak ürettiği şeylere yâni eşyâya tapmasıdır. Eşyâya
tapmak, “eşyâya göre konum ve tavır almak” demektir. Eşyâ, genelde tüm
zamanlardaki ama özelde modern insan için “en yüce amaç” hâline gelmiştir. Bu
yüzden modern insan eşyâya sâhip olmak için en olmadık kötülükleri ve
şerefsizlikleri bile yapabilmektedir. Öyle ki, 99 koyunu olan kişi, 1 tâne
koyunu olanın koyununa bile göz dikebilmektedir. İnsan izzetini ve şerefini
eşyâda aramakta ve eşyâya sâhip olmakta bulmaktadır. Oysa tüm izzet ve şeref
Allah katındadır: “Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah’ındır..”
(Fâtır 10).
İslâmî düzende insan eşyâya
egemen ve hâkim olur. İslâm-dışı tüm sistemlerde ise eşyâ insana sâhip ve hâkim
olur. Öyle ki, insanlar da zamanla normâl olanının bu olduğunu zannetmeye
başlarlar ve eşyâyı ilahlaştırırlar. Hattâ birileri, eşyâdan yüz çevireni yada
eşyâya bir sınır koyanları “ahmak” olarak kabûl eder ve ondan yüz çevirir.
Gayr-ı İslâmî sistemlerde en
üstün insan -güyâ, “eşyâya en iyi kulluk yapan insan”dır. Eşyâya kulluğu en iyi
şekilde yapmak için ise en çok ve kaliteli eşyâya sâhip olmak gerekir. Eşyâya
tutkun olanlar ve eşyâ-merkezli düşünenler, konuşanlar ve eşyâ-merkezli hareket
edenler, illâ ki bencilleşir ve cimrileşir. Çünkü eşyâ “biten bir şey”dir.
Biten şeye sâhip olmak, kişide “bitme korkusu” oluşturduğu için o kişinin eşyâyı
paylaşması çok zor olur. Eşyâya meftûn ve râm olanlar ve de eşyâya tapanlar, “eşyâyı
yaratan”ı hesâba kat(a)mazlar ve böylece eşyâ-tapımı sürer gider. Eşyânın bir
yaratıcısı olduğu bilincine sâhip olanlar ise, eşyâya değil de yaratıcısına
taptığından dolayı, eşyâsını paylaşmasını bilirler. Hattâ bu bilinçle mallarını
ve canlarını Allah yolunda harcamaktan bile çekinmezler. Eşyâyı emânet değil de
sâhip olunacak bir şey olarak görenler, onu paylaşamazlar ama onu alabildiğine
isrâf etmekten çekinmezler.
Târih boyunca şirk en çok “eşyâ
ile şirk koşmak” şeklinde olmuştur. Bu bağlamda tapılmadık nerdeyse hiç-bir
eşyâ kalmamıştır.
Peki eşyâ aslında ne için
elde edilmelidir?. Zamânında eşyâya kitlenmiş olanlar “müslüman zengin
olmalıdır” sloganıyla konuşuyorlardı. Onların eşyâya kul oldukları sonradan
belli oldu. Eşyâya ne için sâhip olunması gerektiğini Hz. Süleyman’dan
öğreniyoruz. Hz. Süleyman’ın serveti kişisel bir servet değil, devletin
zenginliği idi. Devletin zenginliği hükümdâra isnât edilir. Hz. Süleyman’da
“mal yada at yâni eşyâ sevgisi” değil, “hayır sevgisi” vardır. “Hayr
sevgisi”nden dolayı zenginlik yâni eşyâ istiyordu. Zenginliği tüm insanlara
paylaştırmak sevgisi yer etmişti onda. O, bunu, Allah’ı zikretmenin bir şekli
olarak görüyordu:
“Fe kâle
innî ahbebtu hubbel hayri an zikri rabbî, hattâ tevârat bil hıcâb”. “Gerçekten
ben, ‘hayır sevgisi’ni (hubbel hayr)
Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim” (Sâd 32).
Hz. Süleyman’ın hâkimiyetini,
kendisine gösterişli malın sevdirildiğini ve sarayının gösterişli olduğunu
söyleyip duranlara şunu söylüyoruz: Hz. Süleyman’a sevdirilen şey, lüks ve gösterişli
mal değildi. Ona sevdirilen şey, “mal sevgisi” değil, “hayır sevgisi”dir:
“Ahbebtu hubbel Hayr”=“Hayrı, hayra ulaşmayı sevdim” diyor Hz. Süleyman. Hayrın
herkese eşit bir şekilde ulaşmasını sevmiş. Bunu zikredip durmuş hep.
“Allah nîmetini kullarının
üzerinde görmek ister” diyor Peygamberimiz. “Tabî ki; Allah nîmetini kullarının
üzerinde görmek ister. “Fakat nîmetini ‘sâdece bâzı kullarının’ üzerinde değil,
tüm kullarının üzerinde görmek ister” diyoruz. O hâlde eşyâ, eşit ve adâletli
bir şekilde paylaştırılmalıdır. Aksi-hâlde Allah’ın nîmeti inkâr edilmiş olur.
Eşyâ ne ise odur. Onun hakîkati;
görüldüğü, dokunulduğu, tadıldığı, koklandığı ve duyulduğu gibidir. Eşyânın bir
de ayrıca bir hakîkati yoktur. Eşyâda farklı bir hakîkat aramak onu
ilahlaştırmakla sonuçlanır. Tasavvufta bunu görmekteyiz. Tasavvufa göre tüm
eşyâ -hâşâ- Allah’tır. Eşyânın hakîkatini araştırmak, eşyâyı olduğu gibi kabûl
edememektir. Klâsik yada modern târih boyunca eşyânın hakîkatini araştırmak, eşyâyı
ilahlaştırmaya ve ona tapmaya neden olmuştur, olmaktadır. Eşyânın bir ağırlığı
ve dolayısı ile bir yükü vardır. O yükü doğal, normâl ve fıtrî şekilde
yüklenmekten kaçınanlar, onu başkalaştırmaya çalışmışlar ve böylece o yükten
kurtulmayı ve eşyâyı başkalaştırarak zulüm aracına çevirmek için
çalışmışlardır. Yapılan bu çalışmalar, şeytanı râzı etmek ve çıkar ile nefsi
tatmin etmek içindir. Zîrâ Allah’tan uzaklaşmış olan kâlpler ve nefisler ancak
eşyâ ile tatmin bulmaya çalışır fakat bu tatmin arayışının sonu hiç-bir zaman
gelmez.
İnsanın tapınma süreci şu
şekilde işlemiştir: Allah/Kitap-merkezlilik; insan-merkezlilik,
eşyâ-merkezlilik yâni eşyâya tapmak. İnsan-merkezlilik, insan da bir eşyâ
olduğu için aslında eşyâ-merkezliliktir. Bu nedenle şeytanın ve nefsin
kontrôlündeki insan aklı, sürekli olarak eşyâ ile uğraşır ve eşyâyı çoğaltmaya
çalışır.
Tasavvur, düşünce, söylem ve
eylemlerinizi belirleyen şey sizin ilahınızdır, dîninizdir. Neye göre düşünüyor,
konuşuyor ve yapıyorsanız o şeyin kulusunuzdur. Dîninizi de o belirler. Modern
insan tam bir eşyâ-peresttir. En çok da teknolojik eşyâya meftûn ve râm olmaktadır.
Çünkü teknolojik eşyâya âdetâ tapmaktadır. Böylece teknolojik eşyâ karşısında
nesneleşmektedir. Modern insan, îtibârını eşyâdan ama özellikle de lüks eşyâdan
aldığına inanmaktadır. Eşyânın kendisine îtibâr kazandırdığından hiç şüphesi
yoktur. Eşyâya göre düşünmek, konuşmak ve davranmak, “eşyâyı ilah edinip ona tapmak”
anlamına gelir. Vahyin bilincine erememiş olan
insan, eşyâya göre düşünür, konuşur ve eylemde bulunur. İnsanların çoğu böyle
olduğu için, eşyâya daha çok sâhip olanları üstün görmüştür-görmektedir. Oysa
eşyâ, bizim için yaratılmış geçici olan varlıklardan başka bir şey değildir.
Eşyâ, “insan onu kullansın
ve yönetsin diye kendisine verilmiştir. Fakat modernizm, insanı eşyânın
yönetimine vermiştir. Atasoy Müftüoğlu bu bağlamda eşyâ hakkında şunları
söyler:
“Bugünün insanı, araçlara, biçimlere,
gündelik hayâtın putları olan eşyâlara tapınıyor. Günümüz dünyâsında bilim,
daha çok teknoloji olarak somutlaşıyor. Çağdaş bilim ve teknoloji anlayışı,
insan hayâtının maddî yönüne hitâp ediyor, maddî ihtiyaçlara cevap arıyor,
maddî koşulları değiştiriyor. Bu nedenledir ki sistem, bütün Dünyâ’da insan
değil, eşyâ üretiyor. Artık, müslümanlar da hayâtı, eşyâyı ve olayları maddî
ölçüler üzerine koyarak ölçmeye başlamışlardır. İnsanın tutsaklığına yol açan
şey, eşyânın sorumsuz ve sınırsız özgürlüğüdür. Eşyânın eşyâ yarârına olan bu
bilinçsiz özgürlüğü üretime güç ve sürat verirken insan buna ayak
uyduramamaktadır. Üretimdeki bu dengesizlik nedeniyle insanın gereksinmeleri
yapay bir biçimde arttırılmakta, eşyânın sihirli albenisi isrâf ve konfora kapı
aralamaktadır. Maddî düzen gereği eşyâ tutsaklığını kanıksayan insan,
olanaklarının elverdiği ölçüler içinde eşyâ düzenine yerleşmektedir. İnsanın
bütün duygu ve davranışlarını, özlemlerini ve kararlarını belirleyen şey
neredeyse eşyâ miti olmuştur. İnsan, günümüzde kişiliğini eşyâya borçludur. Eşyâ
düzeni, insanı eşyâ üretimindeki artışa paralel bir tüketime düzen gereği zorlamaktadır.
Modern toplum düzeninde eşyâlar ihtiyaçlara göre değil, ihtiyaçlar üretilen eşyâlara
göre belirlenmektedir.
İnsanın
saygınlığı yittikçe, eşyânın saygınlığı artmaktadır. İnsan en canhıraş savaşımını
eşyâ için vermektedir. İnsanın en büyük tutkularla sâhip olmayı amaçladığı,
uğruna ömrünü fedâya hazır olduğu şey hâline gelmiştir eşyâ. Put hâline gelmiş
bir eşyâ ilgisi içinde insan, varlığını da ancak eşyâ ile idrâk edebiliyor.
İnsan eşyâya hâkimiyeti ölçüsünde toplumsal bir işlev kazanıyor. Zihinleri ve
yürekleri eşyânın işgâli altında olan insanlar ancak eşyâ ile onurlanabiliyor.
Günümüzde insanın hayranlıkla izlediği tek şey eşyâların dünyasıdır. Eşyâlaşma
bütün insanlığın bunalımına yol açmaktadır. Maddî düzenlerin insanı ‘eşyâ
düzeninin insanı’dır. Onun en ileri sevdâsı eşyâya ulaşmakta somutlaşır. Eşyâ
tutkusu insanın bütün tutkularının yerini doldurmaktadır. Eşyâ ve madde
insanının kanseridir”.
Artık her-şey eşyâya göre
belirlenmektedir. Zenginlik-fakirlik, üstünlük-alçaklık, iyilik-kötülük,
güzellik-çirkinlik vs. En çok ve en kaliteli eşyâya daha çok sâhip olanlar,
şerefsiz ve âdi bir insan olsalar da; üstün, zengin, güzel ve iyi insan olarak
görülmekte ve kabûl edilmektedir. Oysa eşyâlaşan insan, en fakir kişidir. Zîrâ
eşyâ yok olucu bir şeydir. Gün gelir kullanılamaz hâle gelir. Elden çıkar ve
Dünyâ’da kalır. Allah rızâsı için yapılan çalışmalar ise ebedîdir. İnsan, ebedî
olan Allah rızâsı için kılını bile kıpırdatmazken, geçici ve düşük değerdeki
eşyâya sâhip olmak için bin takla atmakta ve en olmadık şeyleri bile
yapabilmektedir. Gün gelir ölüm ile birlikte insanın elinden tüm eşyâ çıkar ve
geriye sâdece yaptıkları kalır.
Tabi bu Dünyâ’da bize eşyâ da
lâzımdır ve zâten Allah tüm eşyâyı bizim hizmetimize sunmuş, emrimize âmâde
kılmış ve eşyâyı eşit ve adâletli bir şekilde paylaşmamızı emretmiştir. Eşit ve
âdil şekilde paylaşılmayan eşyâ zulüm açığa çıkarır ve insanlar arasında
ekonomik uçurumlar meydana getirir. Garibanlık “uygun eşyâdan mahrûm olmak”
demektir.
Bilim, “eşyâyı
konuşturmak”tır. Fakat doğasına aykırı bir şekilde konuşturmaya kalktığınızda
eşyâ kendisini yanlış tanıtır. Yanlış anlaşılan eşyâ insanı ve Dünyâ’yı ifsâd
eder. Böylece eşyâ ilah zannedilir ve ona tapınılmaya başlanır. Çünkü modern-bilim
eşyâyı, ona işkence ederek konuşturma yoluna girmiştir. Onu âdetâ azap
edercesine parçalıyor ve başkalaştırıyor. Bambaşka bir hâle gelen eşyâ artık bizim
yararımıza olmaktan çıktığı gibi bize büyük zararlar vermeye başlıyor. Doğallığından
çıkarılan eşyâ hasta eder, zarar verir, stres yapar ve yıkar geçer.
Eskiden insanlar benzer eşyâlar
kullandıkları için benzer düşüncelere, benzer yaşam-tarzlarına, benzer
duygulara ve benzer hareketlere sâhipti. Fakat modernite ile birlikte eşyâ
aşırı çoğaltılmış ve aşırı çeşitlendirilerek ve değiştirilerek doğallığından
koparılmıştır. Üstelik insanlar arasında hayâtı yâni kaderi belirler hâle
gelmiştir. Çünkü eşyâ ilahlaştırılmıştır. Artık, insanlar, kendilerine kullanmaları
ve faydalanmaları için verilmiş olan eşyâya göre değerlendirilmektedir. Bu
yüzden yanlış yargılara varılmaktadır. “Bana sâhip olduğun eşyânı söyle, sana kim
olduğunu söyleyeyim” durumu oluşmuştur.
Evet; eşyâ ama özellikle modern
eşyâ, insanı esir almıştır. İnsan eşyânın peşinde dönüp durmakta ve pervâne
olmaktadır. Eşyâya göre düşünmekte, konuşmakta ve hareket etmektedir. Bu, “eşyâya
tapmak” anlamına gelir. Oysa eşyâ bizim nesnemizdir. Kullanmamız ve faydalanmamız
için bize Allah tarafından verilmiştir.
Eşyâ-merkezli olmak şirktir.
Zîrâ tüm mülk O’nundur. Mülkü Yaratan varken mülkün kendisine tapmak şirktir,
küfürdür, zulümdür.. Şirk ve küfür zulümdür. Eşyâya tapmak, eşyâya zulmetmektir
vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mart 2021