31 Mayıs 2020 Pazar

Cehâlet ve Şirk


“Câhiliyenin hükmünü mü istiyorlar. Yakînen bilen bir kavim için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Mâide 50).

 

“Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlardan ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır” (Nîsâ 116).

 

Cehâlet ve şirk birbirlerinin neden-sonucudur. Şirke kapı açan şey, Kur’ân’ın “câhiliye” dediği cehâlettir. Cehâlet arttıkça şirk de artar. Şirk arttıkça da cehâlet çoğalır ve hattâ bir cehâlet sevgisi oluşur. Bu süreç mutlakâ zulüm ile sonuçlanır. Çok ilginçtir ki, cehâlet-şirk-zulüm süreci câhil insanlar tarafından çok güçlü bir şekilde savunulur ve üzerine toz bile kondurulmaz. Artık cehâlet ile övünülür ve bu durum nesiller yoluyla sürdürülür durur. Şirki ve sonra da zulmü başlatan şey cehâlet olduğu gibi, sürdüren ve arttıran şey de cehâlettir. Şirkten ve dolayısı ile zulümden kurtulmanın başlangıcı ve devâmı, cehâletten kurtulmakla olacaktır.  

 

İslâm’a göre sürekli olarak iki toplum bulunur: İslâm toplumu ve câhiliye toplumu. Fakat modern dünyâda; İslâm toplumu “câhiliye toplumu”, câhiliye toplumu ise “İslâm toplumu” olarak gösteriliyor ve müslümanlar da bunun aynen gösterildiği gibi olduğunu zannediyor. Sonuçta ise insanlar ve hattâ hayvan ve bitkiler bile zarar görmeye başlıyor. Çünkü cehâlet-şirk-zulüm iş-başına geçince mutlaka ekini ve nesli ifsâd ediyor: (Bakara 205). Fakat bu düzenden en çok da, sisteme muhâlif olan müslümanlar ve mazlumlar zarar görüyor. İşte bunu tersine çevirmenin yolu, hak ve bâtıl toplumun yâni İslâm ve câhiliye toplumunun birbirinden ayrılmasıdır. Bu ayrılış, ilk başta vahiy/sünnet-merkezli bir zihnî-kâlbî ayrılışla başlayacak, daha sonra da eylemde-amelde görülecek bir ayrılışla devâm edecektir. En sonunda da Dünyâ-çapında hak ve bâtıl apaçık olarak açığa çıkmalıdır. Böylece hak ne imiş, bâtıl-câhiliye ne imiş herkes görecektir. 

 

Kur’ân’ın “câhiliye” dediği şey, okuma-yazma bilmemek, Dünyâ’ya bigâne kalmak demek değildir. Cehâlet ve hemen arkasından gelen şirke ve sonra da zulme neden olan cehâlet ve câhiliye, göklerdeki muazzam düzenin aynen yeryüzünde de, tam da Allah’ın istediği gibi gerçekleştirmeyi idrâk edememek ve istememek demektir. Bir “kendini bilmeme hâli”dir cehâlet. Kendini bilmemek, Yaratıcı’yı bilmemekten ve O’nun düzenini istememekten kaynaklanır. Yaratıcıyı ve O’nun göklerdeki düzenini görüp bilenler, aynı düzenin yeryüzünde de olmasını istemiyorlarsa, ilk önce câhil, sonra da mecbûren şirke düşerek müşrik olurlar. Sonunda da bu, zulüm ile sonuçlanacağından dolayı zâlim olmak da kaçınılmaz olur.  

 

Cehâletin görünümü, Allah’tan başka kânun-kural koyucuların ve vahye aykırı düzenleme yapanların onaylanması ve onları “rab edinmek”tir ki şirk işte budur. Şirk: “Allah’tan başkasını rab edinmek” demektir. Görüldüğü gibi cehâlet mutlakâ şirke çıkıyor. Çünkü cehâlet, sâdece zihinlerde kalmıyor ve hayatta yansıması oluyor. Bu yansıma en çok da sosyâl ve siyasâl alanda gözüküp cehâlet devâm edince, “Allah’a göre” değil de “beşere göre” bir düşünce ve amel-eylem benimsenip kabûl ediliyor. Bunu kabûl etmek mutlakâ şirki ortaya çıkarıyor ve şirk de mutlaka zulmü meydana getiriyor. Sonuçta şirk içinde yaşayanlar içinde “mutlu azınlık” dışındaki büyük çoğunluk, mutsuz ve zor bir dünyâ’ya katlanmak zorunda kalıyor. Üstelik bu durum cehâleti daha da arttırıyor. Zîrâ zorluk içindeyken düşünce serbest kalamıyor ve cehâleti fark edip de ondan uzaklaşılamıyor.

 

İslâm câhili sistemi düzeltip güncelleştirmeye, dolayısı ile şirki onaylamaya gelmemiştir. Tam-aksine, bir zulüm sistemi olan bu câhili sistemi yıkıp, yerine ilâhi sistemi yerleştirmek için ve Dünyâ’da hak-hakîkat, adâlet-eşitlik ortamını kurmak için gelmiştir. Bahsedilen eşitlik, “üslûp ve muâmelatta herkes için olan bir eşitliktir” elbette. Yoksa mutlak eşitlik Allah’ın murâdına aykırıdır. Kimi durumlarda da zulüm olur.

 

  Modern dönemde, modern cehâlet ve şirk sistemleri olan demokrasi-kapitâlizm-komünizm-liberâlizm ile ve diğer “izm”ler ile cehâlet ve koşulan şirkler ayyuka çıkmıştır. Demokrasi, Allah’ın dîninden çıkıp kulların dînine bir geçiştir. Artık kânunlar, kurallar Allah tarafından değil, çoğu câhil ve zâlim olan beşer tarafından belirlenecektir. İşte şirk budur: “Allah’a kul olmayı bırakıp, kula kul olmak. Kulun hevâ ve hevesine göre hükmettiği bir Dünyâ’ya râzı olmak”.

 

Cehâletten ve şirkten, sâdece Allah’ın kânunlarını kabûl etmekle kurtulunamaz; câhili-tâğûtî sistemlere düşmanlık derecesinde karşı olmakla şirkten kurtuluş tamamlanır. Şirkten sâdece ulûhiyeti Allah’a vermekle değil, rubûbiyeti de Allah’a vermekle kurtulunur:

 

“Size kitabı açıklanmış olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka hükmedici mi arayacakmışım?” (En-âm 114).

 

Câhiliye, doğru olanı değil, “kabûl ettiğini” üstün tutar. Zîrâ bunun bir bedeli yoktur. Zâten zanna göre kabûl edilen şey üstün tutulmaktadır ve cehâlet ve şirk sürdürülmektedir. Oysa cehâletten arınma ve dolayısı ile şirkten ve zulümden kurtulma bir bedel ister. Okumak, düşünmek, idrâk etmek, sonra da amel ve eylem şeklinde yaşamak bir bedel ister. Bu, kafa ve beden konforunun bozulmasını gerektirir. Hattâ bâzen canlarla ve mallarla cihad etmeyi de gerektirebilir. Cehâleti ve şirki kabûl etme, “nefis-merkezli bir kabûl etme”dir. Câhil, kabûl ettiğini “doğru” olarak görürken, kabûl etmediğini de “yanlış” olarak görür. İsterse Allah, onların doğru olarak kabûl ettiklerine yanlış, yanlış olarak kabûl ettiklerine doğru desin, yine de fark etmez. Seyyid Kutub câhiliye hakkında şunları söyler:

 

“Bilmenin zıddı olan ‘ce-hi-le’ fiilinden türetilmiş bir kelime olarak câhiliye, ‘insanın Allah’a gereği gibi kulluktan uzaklaşması, O’nun vahiy yoluyla gönderdiği hükümlerine değil de kendi arzularına tâbi olması veyâ vahye rağmen ortaya konmuş olan beşerî emir ve yasaklara, siyâsî sistem ve düşüncelere inanmasıdır’.

 

Câhiliyenin zıddı olan hilm; zayıflık demek değil, rûhun aktif ve olumlu bir gücüdür ve insanı şaşkına çevirecek olan ihtiras ve öfkesine yenik düşmemesi şeklindeki üstün bir akıl gücüdür. Câhiliye dönemi Arapları Allah’ı hakıyla bilmedikleri, O’na şüpheden uzak ve şirksiz îman etmedikleri, bireysel ve toplumsal hayat îtibâriyle bilgiden, nizamdan, sulh ve sükûndan uzak oldukları, güçlü ve asil sayılanları dâimâ haklı kabûl ettikleri ve adâletten yoksun bir hayat yaşadıkları için bu döneme câhiliye denilmiştir.

 

Habeşistan’a göç eden sahabilerin sözcüsü Ca’fer b. Ebû Tâlib’in Necâşî’ye hitâbı, o dönemde câhiliye kavramının nasıl anlaşıldığının ipuçlarını vermektedir: ‘Ey hükümdar!; bizler câhiliye zihniyetine sâhip bir kavim idik. Putlara tapar, ölü hayvan eti yer, fuhuş yapardık. Akrabâlık bağlarına riâyet etmez, komşularımıza kötülük ederdik, güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi’ (İbnu’l-Esîr, II: 81).

 

Câhiliye ‘Allah’ı inkâr etmeksizin göklerin egemenliğini O’na bırakıp, yeryüzü egemenliğini tâğutlara terk eden, insanlara havralarda, kiliselerde ve mescidlerde Allah’a ibâdet etmeyi mubah görürken günlük hayatlarında Allah’ın şeriatı ile hükmetmelerini yasaklayan bir toplum’ şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu toplum, böylece Allah’ın yeryüzündeki ulûhiyetini ya inkâr etmekte yada askıya almaktadır. Bu toplum Allah’ın varlığını kabûl etmekle, insanların özgürce ibâdet etmelerine imkân sağlasa da câhiliye toplumu olmaktan kurtulamaz”.

 

Cehâlet, (câhiliye) “körü-körüne olan bağlılık” demektir. Körü-körüne olan bağlılıklar cehâleti daha fazla çoğalttığı gibi, arkasından mutlakâ şirki ve şirk de yanında mutlaka zulmü getirip açığa çıkarır. Sonuçta da bir-çok kişiyi, “sanki göğe çıkıyormuş gibi” zor bir hayat bekler: (En-âm 125). Netîcede de hiç-bir zaman; emniyet, güvenlik, huzûr, mutluluk ve adâlet gerçekleştirilemez.

 

Peygamberimiz, Ebu Cehil’in sorduğu, “bizden istediğin nedir?” sorusuna verdiği cevap net ve kararlıdır: “Sâdece putlardan vazgeçip Allah’a ibâdet etmenizdir” der. Bu, “cehâletten, şirkten ve zulümden vazgeçmek” demektir. Çünkü şirk, “mutlak olanı (tevhid) yok saymasa da izâfileştirmek, hakîkati göreceli kılmak” demektir. Hakîkat göreceli hâle geldiğinde mutlakâ zulme kapı aralanmış olur.

 

Cehâletin ortaya çıkardığı şirk, “biraz ordan biraz da burdan” olandır. “Bir sene sen bizim ilahlarımıza tap, bir sene de biz senin ilahına tapalım” demenin diğer adı. Biraz ilâhi olandan, biraz da beşerî olandan. Biraz vahiyden biraz da nefisten.

 

Şirk en çok siyâsi alanda gösterir kendini ki bunun zirve söylemi de: “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya vermek” sözüdür. Bu nedenle şirk büyük bir zulümdür:

 

“Hani Lokman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; ‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma!. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür” (Lokman 13).

 

Bir de şu var ki; peygamberler toplumlara, onları uyarmak ve tebliğ-dâvet yapmak için gönderilmiştir. Peygamberlerin muhâtabı olan toplumlar şirk ve küfür içinde olan toplumlardır. Fakat bu toplumları ilk önce direkt olarak küfürle ve şirk ile değil, “cehâlet” ve “câhiliye” (dalâlet) olarak isimlendirmek daha doğru olur. Zîrâ bu kişilere ve topluma henüz “apaçık bir tebliğ ve dâvet” yapılmamıştır. O hâlde bir kişiye yada topluluğa “apaçık” ve o kişinin çok net olarak anlayacağı bir tebliğ, açıklama ve dâvet yeterli oranda yapılmadıkça, hattâ kişiye mâkûl bir süre verilmedikçe, o kişiyi yada toplumu “kâfir” ve “müşrik” îlan etmek doğru olmaz. İlk önce tevhidin ve şirkin ne olduğu apaçık ve net bir şekilde anlatılmalı ve kişinin anlaması sağlanmalıdır. Kişi söyleneni anladığı hâlde; inat, çıkar-nefs yada alışkanlık nedeniyle üzerinde olduğu şirk ve küfürden vazgeçmezse, işte ancak o zaman küfür ve şirk ile suçlanmalıdır. Kur’ân’ın üslûbu da bu yöndedir.

 

Şirk koşmamak için mutlakâ cehâletten arınmak gerekir ki bunun tek ve en sağlam yolu, “Kur’ân-merkezli bilgi-bilinç” ve “Sünnet-merkezli amel-eylem”dir.

 

Cehâlet ve şirkin panzehiri, Kur’ân ve Sünnet’tir. Zulüm ancak bu şekilde yok edilir ve Dünyâ cennetin bir şûbesi (kendisi değil) kılınarak cennete bir köprü kurulabilir.

 

Evet; Ya İslâm yada câhiliye… Ya îman yada küfür… Ya Allah’ın hükmü yada câhiliyenin hükmü… Ya tevhid yada şirk. Ya kâlp yada nefs. Ya adâlet yada zulüm.

 

İslâm, bir anti-cehâlet, anti-şirk ve anti-zulüm sistemidir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ocak 2018

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder