30 Ekim 2019 Çarşamba
Muhâfazakâr Cehâlet
13 Ekim 2019 Pazar
Tıpta Şiddet Üzerine
10 Ekim 2019 Perşembe
Atlar, Eşekler, Develer
“Ve hayvanları yarattı;
sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. Akşamları
getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır.
Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere
ağırlıklarınızı taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz şefkatli ve merhâmetlidir. Onlara
binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı). Ve daha
sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır-yaratıyor” (Nâhl 5-8).
Modernizm; normâl, doğal, fıtrî ve klâsik
olandan nefret eder ve onu “modern olan” ile yâni yeni ve sûni olan ile
değiştirmek ister. Modernizm târihi, “doğal, normâl ve fıtrî olanın, sûni olanla
değiştirilmesinin târihi”dir. Aslında bu bağlamda modernizm bir sapmadır. Çünkü
doğal, normâl ve fıtrî olan “asıl olan”dır. Sûnî olan ise bunların yerine ikâme
edilmiş olan şeydir. İşte Dünyâ ve insanlık son 200 yıldır bu sapmanın etkisi
ve kuşatması altındadır.
Allah; doğal, normâl ve fıtrî olandan
yanadır. Zâten tüm kâinâtı da buna göre ve buna uygun olarak yaratmıştır. Zîrâ
doğal, normâl ve fıtrî olan tam da şuur-irâde sâhibi olan insana göredir.
Kâinât ve sünnetullah sûnî ve sahte olanı barındırmaz yada o şeyin işleyişi hem
düzgün olmaz hem de zararlı sonuç verir. O hâlde sûnîliğin ideolojisi olan modernizm,
sünnetullaha aykırılığı nedeniyle Allah’a karşı bir isyân şeklidir.
Modern, “çabuk eskiyen ve
değişen” demek iken, klâsik, “değerini hiç-bir zaman yitirmeyen” anlamındadır.
Klâsik olanın üzerinden uzun zaman geçmiş olsa bile değerini ve etkisini
yitirmez ve kullanılmaya devâm eder. Modern olan ise kullanışsızdır ve çabuk
eskir. Üstelik modern olandan çabuk bıkılır. Çünkü popülerdir yâni o anda
halkın zevkine sunulmuştur ve kısa zamanda aşırı kullanılarak ve eskitilerek ya
çöpe atılır yada eskimesi yâni klâsik hâle gelmesi beklenir ve bir zaman sonra
yeniden gündeme getirilmek üzere saklanır. Fakat hiç-bir zaman klâsik gibi
etkili olmaz. Zîrâ modern-popüler olan, geçici olarak üretilmiştir ve makine
üretimi olduğu için ona bir rûh da katılmamıştır. O hâlde modern olan ile
klâsik olan arasındaki en önemli fark, “modern olanda bir rûh olmadığından
dolayı etkisi çok çabuk geçerken, klâsik olan ise, “rûh ile yoğrulmuş ve
bezenmiş” olduğundan dolayı, uzun zaman boyunca özelliğini, etkisini ve
estetiğini koruması”dır. Modern;
“lâik-seküler-demokratik-kapitâlist-liberâl-konformist olmak” demek iken;
klâsik, “doğal, normâl ve fıtrî olmak, din-merkezli olmak” demektir.
Klâsik toplum, “tarım ve
küçük esnaf topluluğu”dur. Modernizm, ticâretin ve vahşî kapitâlizmin tarıma
olan üstünlüğüdür. Tarım toplumundan sanâyi-ticâret toplumuna bir evrilmedir
modernizm. Fakat bu durum insanları genel anlamda mutlu-huzurlu etmemiştir ve etmemektedir.
Tarım göz-ardı edilince, ihtiyâcımız olan tarım ürünleri da çeşitli katkılar ve
GDO ile ifsâd olmuştur-olmaktadır. “Yediğimizin-içtiğimizin zehir olması”
modernizm yüzündendir. Oysa klâsik tarımda ve de hayvancılıkta her-şey doğal ve
normâldir. Bu nedenle de her-şeyin doğal bir kokusu ve tadı vardır, bu koku ve
tat hiç-bir zaman bozulmaz.
İslâm’ın sosyâl yönü ancak,
tarım-hayvancılık toplumunda ortaya konulabilir ve insanlar en ideâl sosyâl
hayâtı ancak böyle bir toplumda yaşayabilirler. Normâl, doğal ve fıtrî olan
budur. Modernite ve onun ortaya koydukları şeyler ise bir fitne ve ifsâdın
sonucudur. Bu nedenle modernite ifsâdı sürekli arttırmaktadır ve ne yapılırsa-yapılsın
bunun durdurulması imkânsızdır. Zîrâ modernite nefis-merkezlidir. Nefis ise
sürekli olarak azgınlığı ister. O hâlde modernite nefsi kışkırtacak şeyler
ortaya koymaktan başka bir şey yapamaz. Onun özünde küresel iyiliğe uygun bir
meyil yoktur.
Klâsik olana geri dönmek
gerekir. Klâsik olana geri dönmek, tabî ki de mutlak bir dönüş olmayacaktır.
Klâsik olana dönmek, “doğal ve normâl olana dönmek” demektir. Zâten -modern
insan hâriç- hayvan ve bitkisel hayat, varlığını klâsik olarak sürdürmektedir.
Fakat insanlar bunu değiştirmek istemektedir. Sâdece insanlar klâsik bir hayat
yaşamıyor. İnsan tabî ki bâzı gelişmeler yapacaktır, bu nedenle de “mutlak
klâsik” olandan yâni “mutlak doğal olan”dan çıkacaktır ama bu, “klâsikten yâni
doğal ve normâl olandan tümden çıkmak” anlamına gelmemelidir. O hâlde klâsiğe
normâl bir dönüş olmalıdır.
Bir müslüman için, şeytanın
iktidârını çok sağlamca kurduğu modern dönemde yada özellikle son 50-60 yılda
yaşıyor olmaktan memnun olmak çok büyük bir sorundur. Klâsik dönemde yaşamak,
günümüzden bakınca bir zorluk içeriyor gibi görünse de, aslında bu hem “görece
bir zorluk”tur, hem de “doğal bir zorluk”tur. Doğal olunca, kolaylığı da
yanında getirmektedir.
Modernizm bir “makine
uygarlığı”dır. Bu nedenle de “doğal” değildir. İnsanlar klâsik zamanlarda her
alanda doğal âlet ve araçlar kullanırlarken, modernitede ise makine ürünü olan
mekanik âlet ve araçlar kullanırlar. Üstelik bunu klâsik olana göre “gelişmişlik”
olarak görürler ve gösterirler. Meselâ klâsik dönemde insanlar taşıma ve ulaşım
için hayvanları (atlar, eşekler ve develer) kullanırken, şimdi ise araba, tren,
gemi ve uçak kullanmaktadırlar. Bu araçlarla daha fazla ve daha çabuk taşıma ve
ulaşım yapılabilmektedir ama bu doğru ve iyi midir?. Biz diyoruz ki, “doğal
değilse doğru da değildir”. Hattâ doğala, normâle ve fıtrata uygun değilse o
şey kışkırtılmaya uygundur ve bu nedenle de sapmayı berâberinde getirir. İşte
bu nedenle biz taşıma ve ulaşımda kullanılan motorlu-elektrikli araçlar
(arabalar, trenler, uçaklar, gemiler) yerine, atların, eşeklerin ve develerin kullanılmasını
doğru ve iyi buluyor ve hem insanın rûhuna hem de Dünyâ’nın formatına motorlu
araçların değil bu hayvanların uygun olduğunu söylüyoruz. Tabi böyle bir
değişimin olacağını beklemiyoruz. Bizimkisi, atlar, eşekler ve develer
üzerinden, klâsik olanın daha iyi ve üstün olduğunun tespitini yapmaktır.
Bilindiği gibi; araba, uçak,
tren ve gemiler Allah tarafından yaratılmadığı için daha ilk başta, herkesin
alabilmesinin mümkün olmadığı araçlardır. Alındığında da hem ciddî paralar
harcanır hem de alındıktan sonra da masrafları olur bu araçların. Meselâ arabaları
ele alalım.. Bir araba “sıfır” yada ikinci el olarak ilk alındığında belli bir
ücret ödendikten sonra bir de, ârıza yapmasalar bile belli zamanlarda rutin bakımları
ve vergileri için de epey bir harcama yapmak gerekir. Bir arabanın yıllık
bakımı, 10 yıllık bakımı vs. bir-çok masrafı vardır. Yağ, filtre, lastik, yedek
parçalar, tâmirat vs. için sürekli masrafları olur. Bu nedenle insanlar
arabalarını da “fazladan bir çocuk” olarak görürler. Bu masraflarla da bitmez; bir
de taşıt vergisi, zorunlu trafik sigortası, kasko, vize ve ufak-tefek kırtasiye
masrafları vardır ki bu çoğu araç-sâhibi için aslında ağır bir yüktür. Üstelik
bu araçlar, belli bir süre sonra hurdaya ayrılmak zorundadır. Çünkü hem “metal
yorgunluğu” nedeniyle hem de sünnetullah gereği, kullanılan şey mutlakâ belli
bir zaman sonra eskimeye başlayacağından ve entropi nedeniyle “en kullanışsız
hâle” geleceğinden dolayı en sonunda hiç kullanılamaz hâle gelir ve çöpe gider.
Mekanik motorlu araçlar bu nedenle kapitâl-liberâl sistem için “bulunmaz nîmetler”dir.
İşin kötü yanı, bu araçlar çok gürültülüdür ve insanları çok rahatsız eder. Bu
araçların üzerinde gitmesi için yapılan yollar zamanla yetmez, devlete de yük
olur. Yine, egzoz gazından çıkan hava hem çevreyi ve zamanla Dünyâ’yı kirletir
hem de insanları zehirler.
Modern insan artık bu araçlara
çok alışmıştır ve mesâfeler de klâsik dönemlerdeki gibi yakın değildir.
Şehirler büyümüştür ve bir yerden bir yere gidip-gelmek bu araçlar olmadan zor
olur. Gerçi tıkanan trafikte bu araçlarla yol almak da ölüm-zulümdür. Netîcede
bu araçların bâzı yararları vardır ama zararları da vardır ki aslında zararları
daha çoktur. İnsanlar alıştıkları için bu araçların olmamasını düşün(e)mezler. O
yüzden de yararlarının zararlarından daha fazla olduğunu kabûl ederler.
Oysa Allah’ın yarattığı atlar,
eşekler ve develer öyle midir?. Tabi ki de hayır!. Onları Allah bedâvaya
yaratmıştır ve doğada bulunabilirler ve insanlar onları kendilerine alıştırabilirler.
Doğada bulunamayıp da yetiştiricilerden almak istenildiğinde de yüksek ücret
ödemeye gerek yoktur. Pahalı değildirler. Hem noter masrafı da olmaz. Meselâ
sıfır bir araba alana kadar, en iyilerinden olmak üzere 50-60 tâne eşek ve at,
yada 15-20 tâne deve alınabilir. Bu hayvanların bakımı da çok kolaydır. Hattâ
aslında kendi kendilerine bakabilirler. Doğadan otlarını ve sularını bulabilirler
ki başka da bir şeye ihtiyaç duymazlar aslında. Barınaklarını sağlam ve
korunaklı yaptıktan sonra onlar için yeterlidir. Doğadan yada en fazla tarladan
Allah’ın yağmurlarıyla sulanıp büyümüş otlar ve samanlarla beslenirler ve Allah’ın
bedavaya verdiği suları içerler. Gitmek için kendilerine özel yol istemezler.
Doğal yollar onlar için yeterlidir ve laka, yokuş, rampa, bozuk yol vs.
dinlemezler. Her türlü yola kolay ayak uydururlar. Yokuş yukarı çıkarken geri
kaydırmazlar. Bir nevî “yokuş desteği” vardır. Kolay-kolay hasta da olmazlar, yâni
ârıza yapmazlar. İnsanları en olmadık yerde yolda bırakmazlar. Antifiriz
istemez, donmaz, yanmaz ve harâret yapmâzlar. En fazla ayaklarına nal çakılması
yada nalın çivilerinin yenilenmesi gerekir. Bâzen hastalansalar da çok fazla
olmayan ücretlerle veterinerlere baktırılarak tedâvileri yapılır. Aslında onlar
bâzı hastalıklarının tedâvilerini doğadan karşıladıklarıyla siz farkına
varmadan yaparlar. Aylık ve yıllık bakımları yoktur. Vergisi-algısı yoktur.
Vergi, vize, sigorta, kasko vs. istemezler. Yedek parçaya ihtiyaç duymazlar. Hem
sizi taşırlar hem de yüklerinizi. Park sorunları da yoktur. Atlar ve eşekler
binmek ve yük taşımak için yaratılmıştır ama develer aynı-zamanda yenebilir de.
Fiyatları zâten bu nedenle ata-eşeğe göre biraz daha yüksektir. Egzoz gazı
çıkarmazlar. Normâl “canlı gazı” çıkarırlar sâdece. Tersleri olur fakat o da
bir süre kokar ama o bile ısıtma gibi bâzı şeyler için kullanılır. Trafik
oluşturmazlar ve trafiği tıkamazlar. Üstelik ses de yapmazlar. Tıkır-tıkır
giderler. Çıkardıkları sesler insanlara komik gelebilir. İnsanlarla duygusal
bir bağları da olur. Canlıdırlar ve insanlar onları dost edinip sevebilirler.
Motorlu araçlar ise ruhtan yoksun olduğu için onları ne kadar okşasanız da size
karşılık vermezler.
Atlar, eşekler ve develer,
kendi-kendilerini çeşitli şekilde temizleyerek kirlerinden arındırırlar. Oysa
ulaşım aracı olarak kullandıklarımızı sık-sık yıkamamız gerekir. Aksi-hâlde
araçlarımız tozun-toprağın etkisiyle solmaya ve çürümeye başlayacaktır. Arabalar
insanı en olmadık yerde yolda bırakabilirler. Bu nedenle çok da güvenilemez.
Bir de sürekli olarak hareket etmesi için benzin-mazot gibi akaryakıt almak
durumu vardır tabi. Devlet de bu durumu istismâr eder ve akaryakıta sürekli zam
yapar. Mecbursunuz, arabanız varsa o benzini-mazotu kaç para olursa-olsun
alacaksınız. Hele bir de araçların park sorunu yok mu, insanı çileden çıkarır.
Atlar, eşekler ve develer,
-topraktan da olsa- bir yola bile gereksinim duymazlar. Dik ve bâkir yamaçlarda
yada çölün kumluklarında kolayca yol alabilirler. Bu konuda 4X4 araçlardan bile
daha üstündürler.
Atları, eşekleri ve develeri
kullanmak için ehliyet ve ruhsata da gerek yoktur. Zîrâ gidilecek yere, siz
atı, eşeği ve deveyi götürmekten ziyâde, o sizi götürür. Yolculuk sırasında
yolu gözetlemek de gerekmez. Hattâ siz arkanızdaki bir yere uzun-uzun bakarken
ve dağları kırları seyrederken bile bir sorun yaşanmaz ve atlar, eşekler ve
develer yollarına devâm ederler. Yine, eşeklerin anırması çirkin bir sestir ama
aslında doğal olduğu için çok da rahatsız edici değildir. Oysa arabalardan
gelen korna sesleri insanı çileden çıkarır.
Motorlu araçları kullanırken
uyumanız ve hattâ ufak bir dikkatsizlik yapmanız durumunda kazâ kaçınılmaz olur
ve yaralanır yada hayâtınızı kaybedebilirsiniz. Îcâdından bêri otomobil,
bu
asırda cereyân eden bütün harplerde hayâtını kaybedenlerden daha fazla kişiyi öldürmüştür. Oysa eşek, at ve develer üzerinde uyusanız bile kazâ yapmazsınız ve o
hayvanlar sizi gideceğiniz yere kadar siz uyurken bile götürebilirler. At yada eşeğin üzerinde
ölseniz bile,
at veyâ eşek, sizi öldüğünüz yerde bırakmaz da evinizin önüne kadar getirir.
Hattâ ata, eşeğe ve deveye sarhoşken bile binilir. Bu hayvanlar sarhoş kişiyi
evine kadar getirir. Çünkü bu hayvanlara sarhoşken bile binilebilir. Modern
taşıtlar; at, eşek ve deve olmak üzere her çeşit hayvanın ölmesine de neden
olurlar. Oysa atlar, eşekler ve develerle yapılan yolculuklarda yada
taşımalarda kazâ sonucu bir hayvanın ölmesi pek mümkün değildir.
Atlar, eşekler ve develer,
sizi ve yüklerinizi taşıdıktan sonra, develer size etlerini de sunarlar.
(Bâzıları atların-eşeklerin etlerini de yerler). Yine öldüklerinde derilerinden
de faydalanırsınız. İşin en mûcizevî yanı nedir biliyor musunuz?. Atlar,
eşekler ve develer öldüklerinde sizi taşıtsız bırakmazlar ve kendi yerlerine doğurdukları
yavrularını bırakarak size “son model” araç sağlamış olurlar. Hem de bunu her sene
yaparlar. Günümüzde herkesin bir arabası-bineği yok ama eskiden herkesin bir
atı, bir bineği mutlakâ vardı. Yâni bu hayvanlar size aslında kazandırırlar da.
Onların doğurdukları fazla yavruları binmek ve yemek için satabilirsiniz.
Böylece size kazanç da sağlamış olurlar. Bu hayvanlardan develer aynı anda etinden
de faydalanılabilen ve kurbân edilebilen hayvanlardır:
“İri cüsseli develeri
size Allah’ın işâretlerinden kıldık, sizler için onlarda bir hayır vardır.
Öyleyse onlar bir dizi hâlinde (veyâ saf tutmuşcasına ayakta durup)
boğazlanırken Allah’ın adını anın; yanları üzerine yattıkları zaman da onlardan
yiyin, kanaatkâra ve isteyene yedirin. İşte böyle, onlara sizin için boyun
eğdirdik, umulur ki şükredersiniz”
(Hac36).
Âyetten anlıyoruz ki tüm
doğal şeyler gibi bu hayvanlar da şükretmenin ve şükrü arttırmanın aracı da
olabilirler.
Atlara, eşeklere ve develere
binmek zevklidir de. İnsana zahmet vermezler. Yâni motorlu araçlar konforlu olduğu
gibi bu hayvanlar da aslında konforludur. Zâten bakıldığında görülür ki Allah
bu hayvanları tam da binmek için yaratmıştır. Ayrıca karizmatiktirler. O kızıl
tüylü develer ve yağız atlar, karizmanın ve estetiğin sembôlüdürler. Hele o
yağız atların şaha kalkması yok mu, hiç-bir zaman eskimez bir zevktir. Öyle ki
insanları mest ederler:
“Ve hayvanları yarattı; sizin için onlarda
ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. Akşamları getirir,
sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır. Kendisine
ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere ağırlıklarınızı
taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz şefkatli ve merhâmetlidir. Onlara binmeniz ve süs
için atları, katırları ve merkebleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz
neleri yaratmaktadır” (Nâhl 5-8).
“Biz Davud’a Süleyman’ı
armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (dâima Allah’a) yönelip-dönen
biriydi. Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç
ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: ‘Gerçekten
ben, mal (veyâ at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim’. Sonunda
bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar. ‘Onları bana geri
getirin’ (dedi). Sonra bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı” (Sâd 30-33).
Evet, Allah’ın yaratması ile
insanın yapması arasındaki fark işte bu kadar çoktur ve hattâ daha
sayamadığımız bir-çok yönden atlar, eşekler ve develer lehine bâriz farklılıklar
ve üstünlükler vardır. Fakat gelin görün ki, modern insan son model bir arabaya,
uçağa, gemiye ve trene; hızından, iriliğinden ve parçalarından dolayı meftûn
olmaktadır. Üstelik atları, eşekleri ve develeri ise kullanışsız görmektedir. Modernite,
“üstün olanı aşağı, aşağı olanı üstün gösterme ideolojisi”dir. Zâten hayâtiyetini
bu şekilde sağlar.
Dünyâ’nın en doğal, normâl
ve fıtrî olan durumuna göre yapılacak anlamlandırma en doğru anlamlandırma,
yaşama da en doğru yaşama olacaktır. Zîrâ Kur’ân, doğal ve normâl olana göre
inmiştir. Meselâ Kur’ân; “onlara karşı savaş atları hazırlayın” demekle, “en
doğal, normâl, fıtrî ve dolayısı ile Dünyâ’da olabilecek en doğru
yaşam-şeklinden bahsetmekte ve Allahuâlem bunun da; “tarım, hayvancılık ve
küçük esnaf” şeklindeki yaşam-şekli” olduğu mesajını vermektedir ki, 1.400 yıl
öncesi Hicaz’daki yaşam-şekli tam da böyledir. Modern Dünyâ’daki yaşam-şekli
ise bir sapmadır ve büyük bir imtihandır. Modern yaşam-şekli, “küresel bir
sapma”nın sonucudur. Fakat Allah bizi, iyiliklerle olduğu gibi, bizim ortaya
çıkardığımız kötülükler üzerinden de imtihan eder:
“Her nefis ölümü
tadıcıdır. Biz sizi, şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize
döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).
Tabî ki Allah’tan hep iyilik
geleceği ve hiç-bir zaman şer gelmeyeceği için (Şûrâ 30), bahsedilen şer, bizim
kendi ellerimizle ortaya çıkarttığımız “şer”dir.
Artık müslümanlar da
referans olarak Kur’ân’ı, İslâm’ı, Peygamber’i, Sünnet’i ve doğal yaşamı değil
de, modern ve mekanik dünyâyı referans-ölçü almaya başladılar ve işlerini buna
göre yapmaya çalışıyorlar. Kur’ân’ı modern dünyâya uydurmaya çalışıyorlar. Oysa
Kur’ân, “dinsiz dünyâ”yı Kur’ân’a, Allah’a ve doğala göre değiştirmek için
vardır.
Meselâ deniyor ki, Kur’ân’da
bahsedilen; “savaş için hazırlanılması istenen atlar” sözü artık, “savaş için
tanklar hazırlayın” sözüne dönmüştür. Tabî ki günümüzde tanklara karşı atlarla
savaşa çıkmayacağız ama, doğal ve normâl hayat, yâni Allah’ın istediği hayat
da, “atların binek olarak kullanıldığı” hayattır. “Allah’ı referans almak” bu
demektir.
“Onlara karşı gücünüzün
yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve
sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer
(düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infâk ederseniz, size
eksiksiz olarak ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız” (Enfâl
60).
Bu âyet okunduğunda insanın
aklına neden hemen tank ve top geliyor?. Modern hayat “doğal hayat”tan bir
sapmadır ve bu sapmanın taraftarları üzerimize modern dünyânın ürettiği ağır
silahlarla gelirken onlara karşı kılıç-kalkan ile çıkacak değiliz tabî ki.
Fakat doğru ve doğal olan bu değildir. Bu ağır sapmadan zarar görmemek için biz
de bu silahları edinmek zorundayız. Fakat Kur’ân’ın “atlar” dediğinden tankları
ve topları anlamak zorunda değiliz. Çünkü Allah “en ideâl hayat-tarzı
üzerinden” vahyini gönderir. Bu en ideâl hayat-tarzı ise; “tarım, hayvancılık
ve küçük esnaf” şeklindeki, “barut, elektrik ve motorun olmadığı” bir
yaşam-şeklidir. Mecbûren sâhip olmamız gereken tanklar, Enfâl 60. âyetteki: “Onlara
karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın…” âyetinin
karşılığı değildir; modern potansiyel düşmanların silahlarının karşılığıdır.
Modernizm “eski” olandan
nefret eder ve eskiyi “ilkel” olarak görür. Meselâ “at”ları ele alalım.. Atlara
şöyle karşıdan bakınca görülen şey; tam da insana göre, insan için yaratılmış,
sırtı insanın oturmasına göre ayarlanmış, uzun yürüyüşlere ve koşulara müsâit
olarak yaratıldığı görülür. Tam da insana uygun yaratılmıştır atlar. Üstelik
masrafsızdırlar. Otla beslenirler ve dışkıları sorun teşkil etmez. İnsanla
duygusal bağ kurabilirler. Üstelik kendileri artık iş yapamayacak hâle gelince
yavrulayarak, yerine birden fazla atlar bırakırlar. Ölürlerken kendilerinin
bir-çok sayıdaki “sıfır model”lerini vermişlerdir bile. Gerçi atlarda,
eşeklerde ve develerde sıfır yaş çok da önemli değildir. Çok yaşlı olanlar hâriç,
aslında atların, eşeklerin ve develerin orta yaşlıları daha iyi ve değerli olur.
Fakat atlardan vazgeçilip onun yerine çeşitli modern taşıtlar üretildiğine ve
Allah’ın da “görece” bunu istediği söylendiğine göre; Allah artık atlardan
vazgeçmiş ve onun yerine araba, gemi, uçak, tren mi yaratmıştır?. Fakat atlar
da hâlen yaratılıp durduklarına göre atların yaratılmasının devâm etmesini neye
yoracağız?. Bu kadar at ne olacak?. İnsanlığın vâr-olduğu tüm zamanlarda
vâr-olan ve insanların en yakın arkadaşı olan atlar ne işe yarar?. Atlar toptan
itlâf mı edilecektir?. Çünkü sürekli olarak çoğalmaktadırlar. Türkiye’de yaklaşık 150.000 tâne at olduğu
söyleniyor. Dünyâ’da 350’nin üzerinde at türü vardır. Şimdi bu kadar at ne
olacak?. Bütün atları yarış-atı yapacak değilsiniz ya!. Kullanılmayan atlar ve
de eşekler mecbûren sucuk ve sosis oluyor. Amacına uygun olarak
kullanılmayan şey, amacına aykırı bir şekilde kullanılmaya başlar çünkü.
100 yıllık îcad ömrü olan otomobiller, insanlıkla yaşıt atlara tercih ediliyor
ve otomobiller için 15-20 yıllık ömürler ipotek edilebilirken ve onlar için
bir-çok masraflara girilirken; bir zamanlar insanların ellerinin bir uzantısı
olan ve ekmek-su istemeyen masrafsız atlardan korkuluyor. Arabalar, uçaklar,
trenler, tanklar, toplar vs. hep ağır bakım masrafları ve vergileri olan
araçlardır. Oysa atların ve eşeklerin hiç-bir masrafları yoktur. Kezâ develer
de böyledir.. Lütfi Bergen, “Atlar Boşuna Yaratılmamıştır” yazısında şunları
söyler:
“Seküler
zamanlar için seküler vahiy indirilmez. Vahiy indirildiğinde bir sonraki
peygambere değin geçerli olan ahkâm, din belirlenir. Kur’ân hatem’ûl enbiyâ
olan Hz. Peygamber’e indirildiğine göre ‘tamamlanmış’ bir kitaptır. Seküler
zamanları da kapsayan hükümlerle gelir. Kur’ân şimdiki döneme indirilseydi
bu dönemin şartlarına göre indirilmezdi. Kur’ân milâdi 610 yılında
indirilmeye başlanmıştır. Allah katında zaman bizim yaşadığımız zaman değildir.
Bu nedenle Kur’ân’ı Allah'ın insanlıkla zamansız konuşması olarak görmek
kaçınılmazdır.
‘Kur’ân
bu-gün inseydi bu-günün şartlarına göre inerdi, zîrâ o zamanki toplumla bu
zamanki toplumun kavrayış ve yaşayışı bir değil’ şeklindeki ifâde şu nedenle
eksik bir çıkarıma dayanıyor: Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Roma ve Îran
uygarlıkları bulunuyordu. Dolayısıyla inen vahiy o çağda yaşayan ‘ileri’
uygarlıkları da kendine muhâtap edinmişti. Hz. Peygamber’in yaşadığı zamanı
‘ilkel’ görmek Hz. Peygamber’i bedevi sayan batı tasavvurunun (oryantâlizmin)
yeniden üretilmesi demektir.
Kur’ân’ın
bin türlü tefsiri yapılabilir. Diğer taraftan Kur’ân’ın sentetik,
toplumdan-topluma değişebilen, zamandan-zamana değişebilen bir vahiy olduğunu
düşünmek Kur’ân’a müdâhale etmektir. Kur’ân kendisine şeytanların
dokunamadığını beyân etmektedir. Bu nedenle o çağlar-üstüdür. Bu-gün inseydi ve
tıpkı Mûsa’ya verildiği gibi ‘levha’ olarak yeryüzüne bırakılsaydı 610 yılında
indiği gibi indirilecekti. Kur’ân bu-gün inseydi ‘mercedes’ demeyecekti.
Otomobilden de bahsetmeyecekti. Kur’ân’ın binek olarak hayvanlardan
bahsetmesi bilinçli bir tercihtir. İnsanın ‘zamânın şartları’ diyerek ululadığı
şey paganizmdir. Kur’ân’ın binek olarak at’ı (hayvanları) öne sürmesi
tarım-toplumunun, insanlığın görmüş ve göreceği en üst îmar-bereket-umran
seviyesi olmasındandır. Otomobil kıtlıktır. Atlar boşuna yaratılmamıştır.
İnsanın
asfalt gibi bir malzeme üretmesi, atom bombasını îcâdı, betona yaslanarak
ev-binâlar yapması Allah’ın murâdı değildir. Tabiatı bozmak insanın
bozgunculuğuna ilişkin bir sapmadır. Bu nedenle yaşadığımız Dünyâ’nın koşullarına
göre ‘vahyin kendini ayarlayacağını’ düşünmek, Allah'ın zamânın peşinde
koştuğunu söylemekten farksızdır”.
Şu âyet, devri geçmiş bir
âyet değildir: “Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar
hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında
sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah
yolunda her ne infâk ederseniz, size eksiksiz olarak ödenir ve siz haksızlığa
uğratılmazsınız” (Enfâl 60).
Çünkü o zaman şu âyette
bahsedilen atlar da modern taşıtlar şeklinde yorumlanmalıdır:
“Kadınlara, oğullara,
kantar-kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve
ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar,
dünyâ hayâtının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katındadır” (Âl-i İmran 14).
Tabî ki şu-anda modern
silahlara karşı kılıç-kalkanla ve taşla-sopayla meydana çıkacak değiliz. Gerçi
Gazze’de tanklara taşla ve sapanla karşı çıkan çocukları da gördük. Onların
yaptıkları şeyler boşuna yapılmış şeyler değildir. 15 Temmuz’da da insanlar
tankları, “önlerine yatarak” durdurmuşlardı ve o koca tanklar bir işe
yaramamıştı. Demek istediğimiz, eğer îman varsa tankı da alt eder topu da.
Fakat insanlar îmânı hesâba katmıyorlar ve sırf maddî üstünlüğe bakıyorlar.
Mehmet Akif bir şiirinde îmânın önemini şu şekilde dile getirir: “Garbın
âfakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun korkma!, nasıl böyle bir îmânı boğar, ‘medeniyyet’ dediğin tek dişi
kalmış canavar?”. Biz de modern silahlar edinmeliyiz. Fakat bu durum bir
sapmanın (modernizm) sonucu olarak böyledir. Yoksa modern silahlar meşrû ve iyi
olduğu için değil.
Bir de şu var ki; düşmana karşı
attığınız şeyi siz değil de “Allah atarsa” eğer (Enfâl 17), ne attığınızın
önemi yoktur. Attığınız o şey mutlakâ düşmanı helâk eder.
Aç kalındığında domuz da
yenir. Mecbûriyet karşısında olağan-üstü çâreler aranır. Fakat bu çâreler
geçicidir ve doğal-normâl-fıtrî değildir. Bunun gibi; Kur’ân’ın “savaş için
besili atlar hazırlayın“ âyetinden anlaşılacak olan şey “tank”lar değildir.
Günümüzde bize karşı tanklarla savaşanlara karşı tabî ki biz de tank temin edip
karşı çıkacağız ama bu, Kur’ân’da atların yerine tankların anlaşılması ve
konulması anlamına gelmez. Biz tankları geçici olarak, aynen domuz örneğindeki
gibi, olağan-üstü ve ârızî durumu atlatana kadar kullanacağız. Yoksa insan için
en ideâl hayat-şekli, tarım-hayvancılık ve küçük esnaf-zanaatkâr şeklindeki,
doğala, fıtrata ve normâle uygun olan yaşam-şeklidir. Allah bu nedenle, modern
dönemi de içerek şekilde bir ifâde kullanmayıp, “atlar” diyor, atlardan
bahsediyor. Çünkü atlar boşuna yaratılmamıştır.
Kur’ân’da bahsedilen “savaş atları”nın
günümüzde tanklar olarak yorumlanması gerektiğinin delîli nedir?. Başka bir
Kur’ân âyeti yada sünnet mi?. Hayır. Öyleyse bu delil “modern dünyâ”dır. Fakat
o zaman da Kur’ân “nesne”, modern dünyâ “özne” olmuş olmuyor mu?. İyi de biz
âhirette Kur’ân’dan sorulmayacak mıydık?. Yoksa herkes kendi yaşadığı kendine
göre “modern” olan zamandan mı sorulacak?. Fakat bunun bir delîli yoktur ki!. O
hâlde diyeceğiz ki: “en ideâl hayat-şekli, atların binek olarak kullanıldığı,
tarım, hayvancılık ve küçük esnaf-zanaatkâr topluluğudur”. Kur’ân’daki atları
da modern zamanlarda yorumlamayacağız. Çünkü onlar, tarım toplumunun
binekleridir. Kur’ân’daki “savaş atları”nı, bir-gün gelip de Dünyâ’nın altı
üstüne geldiği zaman ve artık hiç-bir teknoloji işe yaramadığında
yorumlayacağız. Şimdi ise, bize tankla saldıranlara karşı biz de benzer
silahlarla karşılık vereceğiz ve saldıracağız, o kadar. Gerçi hâlen at kullanan
kavimler vardır, Orta-Asya steplerinde olduğu gibi. Oradaki insanlara bu âyeti
duyduklarında tank ve top anlamazlar. Çünkü bu âyet onlara gâyet açık
gelecektir. Kur’ân’ı sâdece modern dünyânın kitabı gibi öğrenmek yanlıştır.
Kur’ân geçmişi de, ileriyi de kapsar. İleride ne olacağını bilemeyeceğimiz için
Kur’ân’ın âyetlerinin ileriye uygun olup-olmayacağını da bilemeyiz. Tüm
zamanları kuşatamadığımız için Kur’ân’ı mutlak anlamda bilip yorumlayamayız.
Allah’ın bizi nelerle imtihan edeceğini bilemeyiz.
Peygamberimiz: “Dikkat edin!;
kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır” buyurur. Fakat bu “atmak”, “atom
bombası atmak” değildir elbette. İlk başta “ok atmak”tır, sonra da, zamânın
getirdiği yıkıcı güce sâhip silahları -mecbûriyetten ve geçici olarak- atmak
olabilir.
Peki dünyâ ülkeleri moderniteden
kopmayı düşünmüyorsa ve istemiyorsa ve de sürekli olarak o silahlara ve
teknolojiye sâhip olacak ise ne olacak?. İşte o zaman da şunu öneriyoruz. O
silahlar ve modern bilim ve teknoloji, sâdece devleti ve o konuda çalışanları
ilgilendirecek ve genel halk ise klâsik bir hayat yaşamaya devâm edecek. Yâni
halk devletin elinde modern silahlar ve teknolojinin olduğunu bilecek elbette
ama bu “geçici modernlik” durumu devlete has ve caydırıcılık unsuru olarak
kalacaktır.
Tabi biz geçici olarak
düşmanın silahıyla silahlanmakla berâber, yine de düşmana benzemeyeceğiz. Bunu
yapabilmek için, düşmanın silahı ile silahlanmak ameliyesi “geçici” olmak zorundadır.
Zîrâ düşmanın silahı, gayri İslâmî bir zihin yapısıyla üretildiği için,
kendinden bir zulüm potansiyeline sâhiptir. O hâlde düşmanın silahını sürekli
elde tutmak risklidir ve çok da uzun olmayan bir vâdede zulme dönüşebilir. Bu
durum, aslında düşmanın her silahı ile de silahlanmak zorunda olmadığımızı ve silahlanmamamız
gerektiğini idrâk ettirir. Üstelik bu silahlar ille de kullanılacak diye bir
şey yoktur. Belki de bu silahları bulundurmak, sâdece “caydırıcılık” için önemlidir.
Müslümanlar açıkça, “modern
dünyâya uymayan âyetleri, ‘hükmü geçmiştir’ diye ya yok sayacağız yada aşırı
zorlayarak modern dünyâya uydurmaya çalışacağız” diyorlar ve başlıyorlar modern
dünyâya uymayan Kur’ân âyetlerinin dokümanlarını çıkarmaya. Kimi âyetleri
“hükmü geçmiştir” diye “târihi eser” olarak 1.400 yıl öncesine gönderirken,
kimi âyetleri de, modern dünyâya uydurmak için, canını çıkarırcasına aşırı
yoruma tâbi tutuyorlar. Üstelik böyle yapmayı bir vazîfe telâkki ediyorlar.
Oysa Allah vahyini; insana, doğaya, normâle en uygun olan dünyânın durumuna
göre indirir. Bu “en uygun durum” ise, “tarım toplumu”dur. “Tarım, hayvancılık ve
küçük esnaf-zanaatkâr toplumu”dur. İnsanlar ancak böyle bir toplumda mutlu ve
huzurlu olabilirler ve “insan” gibi yaşayarak sağlam bir idrâke ve gerçek
tatmine de ancak böyle bir dünyâda erebilirler.
Modern insan; bir cep
telefonuna, kendisini uzak diyarlara bir-kaç saatte taşıyan uçağa, televizyona,
arabalara vs. modern teknolojik araçlara mest oluyor ve referans olarak artık hep modern dünyâyı
alıyor. Modern dünyâyı referans edinmeyenleri ise; bağnaz, yobaz, isyankâr,
câhil, gerici ve hattâ artık “terörist” îlân ediyor. Hâlbuki mevcut modern
dünyânın gidişâtı hiç de iyi değildir. Cehennem, modern dünyâyı ve modern
insanı kuşatmış olduğu hâlde, modern dünyânın en ileri gelişmişlik düzeyinde
olduğu saçmalığını ağızlarında geveleyip duruyorlar. Aykut Erdoğdu bu konuda
şöyle der:
“İnsanlık
karanlık çağa giriyor. Teknoloji hızla ilerken medeniyet geriliyor. Teknoloji
hayâtımızı kolaylaştırırken rûhumuzu çalıyor. Artık yeni şiirler yazılmıyor.
Yüreğimizi yakan türkülerin hepsi geçmişten. Tiyatro can çekişiyor. Yeni slogan
bile bulamıyoruz. Ama otomobillerimizin konforu arttı. El çırpınca ışıklar
yanıyor. Yoksulluğumuzun gece-kondulardan zenginliğimizin sitelerine,
plâzalarına, akıllı evlerine taşınıyoruz.
Teknoloji,
insana olan ihtiyâcı azaltıyor. Eskiden bizim yaptığımız işleri, hatâsız bir
biçimde yazılımlar ve robotlar yapıyor. Muhâsebeci yerine muhâsebe yazılımları
var. Avukatlar yerine hukuk yazılımları gelişiyor. Doktorların yerini test
cihazları almaya başladı. İşçilerden çok daha güçlü makineler 7/24 yük taşıyor.
Yazılımlar ve robotlar insanoğlundan çok daha düşük mâliyetlerle çok daha fazla
üretiyor. Ama bizler yâni işsiz bırakılan insanların bu üretileni tüketecek
geliri yok. Bu yüzden batı’lı ekonomistler şu günlerde insanların üzerine
helikopterlerden para saçmaktan bahsediyorlar”.
Dünyâ son 200 yıldır çok gürültülüdür
ve gürültünün şiddeti gün geçtikçe artmaktadır. Bu gürültünün nedeni, motorlu
araçlar ve taşıtlardır. Oysa klâsik dönemde gürültü yoktu. Hz. Nûh’un Gemisi
çok da gürültülü değildi. Taşıt olarak kullanılan atlar, eşekler ve develer,
ses çıkarsalar da “gürültü” yapmıyorlardı.
Evet; gürültü, sapmanın
boyutunu gösterir. Ne kadar çok gürültü varsa o oranda sapma vardır. Çünkü
gürültü doğal, normâl ve fıtrî değildir. Doğal, normâl ve fıtrî olmayan ise
yanlıştır ve doğru olandan bir sapmadır.
Noah Harari atlar konusunda
şunları söyler:
“Atlar, öyle yada böyle bir
bilinç-sâhibiydiler; sâhiplerini tanırlar, evlerini kendileri bulurlar,
kızgınlık veyâ keyiflerini belli ederler, sıcaklık ve sevgi gösterirlerdi. Ama
biz arabaları tercih ettik. Çünkü arabalar, daha çok yükü daha uzun mesâfelere
taşıyorlardı.
Atların
Sanâyi Devrimi’yle birlikte değişen kaderini kendimize hatırlatmalıyız. Sıradan
bir çiftlik-atı, koku alabilip insanları tanıyabilir, çitlerden atlayabilir,
herhangi bir Ford modelinden yada milyon dolarlık Lamborghini’den çok daha
fazlasını yapabilir. Buna rağmen otomobiller hepi-topu bir avuç şeyi iyi
yaptıkları için değil, sistemin beklentilerini karşılayabildikleri için atların
yerini almayı başardılar. Motorlu taşıtlar at-arabalarının yerini aldığında
atların sürümünü yükseltmedik, onları emekliye ayırdık”.
Modernizm bir sömürü
uygarlığıdır. En çok da insanı olmak üzere her-şeyi sömürür. Kullanımını iptâl
ettiği eşeklerin yerine insanları koymuştur ve insanları “eşek gibi”
çalıştırmakta, at gibi koşturtmaktadır. Modernizm, “eşek gibi” çalışıp, “köpek
gibi” itaat edip, “domuz gibi” yeme uygarlığıdır. Seküler modern sisteme göre
insan; “eşek gibi çalışıp, köpek gibi itaat edip, domuz gibi yemek için”
yaratılmıştır. Bu “eşekler”in bâzıları fiyakalıdır ama onlar da “eşek”tirler.
Zîrâ eşeğe altın semer vurulsa da eşek eşektir. Modern hayatta “eşek”ler ikiye
ayrılır; 1-Normâl semer vurulmuş eşekler, 2-Altın semer vurulmuş eşekler. Böyle
olmasının nedeni, insanların Kitab’ı yüklenmemeleridir. Kitab’ı yüklenmeyen
eşekler, “aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri” (Müddesir 50) gibi olurlar. “Kitap
yüklenen insan” olunmadığında mecbûren “kitap yüklenmiş eşekler” olunur. Böyle
olunca da semer vuran çok olur.
“Tezek kokusu mu, yoksa
egzoz dumanı mı daha zararlıdır” diye bir soru sorulsa, herkes egzos kokusunun
daha zararlı olduğunu söyler. Aslında tezek kokusunun çok da bir zararı yoktur.
Fakat modern kentlerde egzoz-gazı altında hem boğulan hem de kansere yakalanma
riski çok daha fazla artan insanlar, yine de tezek kokusundan kaçıp egzos
kokusuyla kuşatılmış olan kentlere gelmek için can atıyorlar. Buna hem
siyâsi-ekonomik-sosyâl projeler, hem de “nefsin kışkır(t)ma isteği” yön
veriyor.
Modernite bir “işsizlik uygarlığı”dır fakat modern
dünyâda en çok işsiz kalanlar da atlar ve eşeklerdir. Modernite bir-çok insan
gibi bu hayvanları da işsiz ve âtıl bırakmıştır. Motorun gelişmesiyle birlikte
hayvan nüfûsu da bu gelişmelerden
nasibini almıştı.
Britanya’da 1.900 yılında tramvayları
çekmek için 36.000 tâne at kullanılırken,
bu sayı 1.914 yılında sâdece 900’dü.
Modern zamanlarda
yaşadığımız için mecbûren mücâdelemizi de modern hayatta yapacağız ve
imtihanımızı da modern hayatta vereceğiz. Fakat bir tercihim olsaydı ve
gözlerimi kapayıp-açtığımda istediğim zamâna gidebilecek olsaydım, İslâm’ın
Dünyâ’ya hâkim olduğu, barutun, elektriğin ve motorun bulunmadığı klâsik zamanlardan
bir zamâna gidivermeyi isterdim.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran 2019