“Evlerinizde
vakarla-oturun (evlerinizi karargâh edinin), ilk câhiliye (kadınları)nın
süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı
dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt,
gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz
kılmak ister. Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti
hatırlayın. Şüphesiz Allah lâtiftir, haberdâr olandır” (Ahzâb 33-34).
Kadınlar yaratılış
îtibâriyle nârin yapılı insanlardır. Bu yapıda olmaları aslında bir rahmettir.
Çünkü kadınlar en önemli fıtrî görevleri olan anneliği bu rahmet sâyesinde
yapabilirler. Tabi bu nârin yapıları nedeniyle kadınlar bâzen şiddete mâruz
kalıyorlar. Fakat modern zamanlarda fıtratından uzaklaştırılmış ve “sahte bir üstünlük”
verilmiş olan modern kadın, doğala ve normâle aykırı olarak ve tam tersi bir
şekilde erkeğe tâbiri câizse posta koymaya başladı. Tabî ki bir zulüm olarak ve
gereksiz yere kadınların erkekler tarafından şiddete mâruz kalması durumu
vardır fakat günümüzde, erkeğin kadına gösterdiği “fiziksel şiddet”in nedeni;
modernizmin ve kadının erkeğe gösterdiği “psikolojik şiddet”tir. Kadın, erkeğin
doğal ve normâl hâline, fıtratına şiddet göstermektedir.
Modern Dünyâ ve modern kadın,
“târihsel erkeği” çok bunaltmıştır. Onun rolünü değiştirmiştir. Fıtrata aykırı
olan bu duruma katlanamayan erkek sürekli gergin bir durumda bulunmaktadır.
Kendini aşağılanmış hissetmektedir. Çünkü “bakmakla/korumakla yükümlü olduğu”
kadın (Nîsâ 34), “modern kadın” hâline getirilerek modern çağda kendisine
tercih edilir olmuş ve erkek ikinci plânda kalmıştır. Bu gerçekten de fıtrata
çok ters bir durumdur. Çünkü kadın ile erkek yan-yana durduğunda, kadınların
dışarıda yaptıkları işlerin ve bulunduğu ortamın erkeğe daha çok yakıştığı
âyan-beyan ortadadır. Bunun aksi bir durumda erkek komplekse kapılmaktadır. Bu
kompleks onu sürekli gerdiğinden dolayı en ufak bir şeyden dolayı hemen
sinirlenmekte ve şiddete baş-vurmaktadır. Böyle yapmakla kadına bir nevî üstünlüğünü
göstermek/kanıtlamak istemektedir.
Şu da çok açıktır ki
kadınlar da modernizmin kendilerine verdiği rolü (çok beğendiklerinden olsa
gerek) abartmışlar ve medyanın da desteği ile aşırı bir şekilde ön-plana
çıkarmışlardır/çıkarıyorlar. Dolayısıyla kuş-bakışı bakıldığında kadın ile
erkeğin rollerinin/görevlerinin/değerlerinin değiştiği çok açık bir şekilde
görülmektedir. Bu çok a-normal bir durumdur. Bu durum yeni rolüyle mest olmuş
kadın için iyi bir şey olarak görülse de târihsel/ontolojik rolünü ve
etkinliğini kaybeden erkek için aşağılık bir durumdur. (Bunu bilmek için
her-halde erkek olmak gerekir). Kadının modernleşmesi, kadın için “sahte bir
iyilik”, erkek için “gerçek bir kötülük”tür. Buna, kadınları kendinden geçiren
yeni rôllerinin vermiş olduğu sahte bir öz-güvenle erkeğe karşı küstah bir
durum sergilemeleri de eklenmelidir. Biraz para kazanınca, biraz îtibar görünce
erkeğe karşı içten-içe bir baskı uygulamak ister. Oysa erkekler târih boyunca
işleri ellerinde tutmalarına rağmen kadınlara böyle bir baskı kurmamışlardır.
Kadınların başka bir yönden
de erkekleri olumsuz yönde etkilemesi söz-konusu. Çok bâriz bir şekilde
görülmektedir ki modernizm, kadınları cinsel bir obje olarak görüyor ve
gösteriyor. Kadınlar artık kişiliği ile değil dişiliği ile kamusal alanda
görünüyorlar. Artık kadınlar da güzelliklerini (zînetlerini) göstermekten çok da
çekinmiyorlar, (çekinenleri tenzih ederim). Bu konuda rahat davranabiliyorlar.
Fakat erkeğin fıtratı yine erkek ve “sistem” yine normal çalışıyor. Kadının,
yüzünden bile etkilenebilen erkek, “açıkta gördüğü yerlerden” haydi-haydi
etkileniyor ve artık erkekler de kadınları cinsel bir obje olarak kabûl etmeye
başlıyor. Kadınlar da bunu tavırlarıyla ve giyinişleriyle kışkırtıyorlar. Oysa,
Allah Kur’ân’da kadınları şu şekilde uyarıyor: “Mü’min kadınlara söyle:
Gözlerini (harama çevirmekten) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini
açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Baş-örtülerini,
yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından
yada babalarından yada oğullarından yada kocalarının oğullarından yada kendi
kardeşlerinden yada kardeşlerinin oğullarından yada kız-kardeşlerinin
oğullarından yada kendi kadınlarından yada sağ-ellerinin altında bulunanlardan
yada kadına ihtiyâcı olmayan (arzusuz veyâ iktidarsız) hizmetçilerden yada
kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına
göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar.
Hep-birlikte Allah’a tevbe edin ey mü’minler, umulur ki felah bulursunuz”
(Nûr 31).
Artık “kadın” deyince
erkeklerin aklına ilk-önce cinsellik geliyor. Çünkü modern kadın cinsel bir
objeye dönüştürülmüştür. Hâlbuki fıtrata (İslâm’a) göre kadın, ya “bacı”dır, ya
“ana”dır yada “eş”tir. Kadınların bu kışkırtmasından aşırı etkilenen erkekler
artık sevgilisini yada karısını ya daha çok kıskanıyor, yada görece daha az
beğeniyor. Bu durum erkeğin kadına sert çıkışlar yapmasına, nihâyetinde de
şiddet göstermesine neden olabiliyor.
Modern dönemde, “ekinin
ifsâdı” tamamlandı. Neslin ifsâdı ise “kadın” üzerinden yapılıyor. Kadın
değiştirilip modernleştirilerek fıtratına aykırı bir hâle gelince ve “bir proje
olarak” küresel güçler modern kadını öne çıkarınca, ifsâd da başlamış oldu.
Çünkü modern kadın evde durmak, evlenmek, çocuk doğurmak ve anne olmak, evinin
hanımı olmak istemiyor. Halbuki doğal, normâl ve fıtrî olan budur. Fıtrata
aykırı hareket edildiğinde tabî ki de ifsâd da başlayacaktır.
Kadın, söylediğimiz gibi;
fıtraten ya “bacı”, ya “anne”, ya da “eş”tir. İslâm’a göre kadın, daha
çocukluktan îtibâren kızlar tecrübe sâhibi anne/büyükanne tarafından bu konuda
bilinçlendirilmeli, oturmasına, kalkmasına, giyimine, yürüyüşüne dikkat etmeli
ve her konuda aşırıya kaçmamalıdır. Hanımlar ağır-başlılığını korumalı ve “hafif-meşrep”
hareketlerden kaçınmalıdırlar. Ev-hanımlığını, çocuk yetiştirmesini iyi
öğrenmeleri gereklidir. Okula gitmesi ve okuması fakat ilk dört yıl hâriç diğer
okulları ya kızlara has okullarda yada “dışarıdan” okumayla devâm etmesi, mecbûri
bir durum yoksa da eğitim döneminden sonra çalışmaması fıtrata uygun olandır. Lâkin;
heyhat!. Modern kadın bırakın bunları yapmaktan vazgeçmeyi, bunun konusu
açıldığı anda, hemen ânında îtirâza başlıyor ve şeytanın kontrôlündeki
tâğutların, tam da kendisine öğrettiği gibi isyân etmeye başlıyor. Neler,
neler.. Modern kadın, modern çağın sahte ilahlarından bir ilah olmuş
durumdadır.
Kadınlar erkeksileşirken,
erkekler de kadınsılaştırılıyor ve bu, -dediğimiz gibi- “bir proje kapsamında”
yapılıyor. Sema Maraşlı bu konuda şunları söyler:
“Bizim genel olarak erkeklerimizin
yanında kadın; bacı, ana, eş olarak hep kutsal sayılmıştır. Feminizm
hareketinden sonra kadınlarda gelişen erkek düşmanlığı, kadınların saldırgan davranışları, cinsel özgürlük
mücâdeleleri, kadınların erkeklerin yanında kredisini ve saygınlığını
azaltmıştır. Fakat yine de toplum temelinde kadına saygı vardır.
Kadına şiddeti kimler destekliyor?.
Bir dönüp bakın ‘kadına şiddet var’ diye kim yaygara koparıyor?. Din ve Hükümet
karşıtı medya.. Bunların derdi kadınlar değil, kadınlar üzerinden
hükümeti yıpratmak. Şiddet gören kadınlar bahanesi ile (ki bunlar âile içi
şiddete girdiği hâlde medya tarafından ‘kadına şiddet’ diye lanse ediliyor)
hükümete baskı yapıp âile yapısını bitirecek, toplumu
içten çökertecek kânunlar çıkarmak bütün amaçları. Ki hükûmet bu tongaya 6284’ü
çıkararak düştü. Şimdi de 657 ile kadınların hoşlanmadığı erkekler ‘devlet
düşmanı’ îlan edilip işlerinden atılacaklar.
Feminist kadın derneklerinin çoğu PKK
ve LBGT destekçisi, din ve hükümet düşmanı. Ne yaparsanız yapın onlara
yaranamazsınız. Bu kadar kânunlar çıkardınız mutlu oldular mı,
hayır. 6284’ten sonra âile içi şiddetin arttığını gördükleri hâlde ısrarla
savunuyorlar. Çünkü onlar kadınların kanlarından besleniyorlar. Bunun için
Avrupa Fonundan çok büyük paralar
alıyorlar. Bakmayın timsah gözyaşı döktüklerine, her öldürülen kadın için
seviniyorlar. Ülkede kadına şiddet ne kadar çok gösterilirse bu onların başarısı ve kazancı
demektir.
Biz feminizm hayranlığıyla kadınları
kışkırtırken, batı, âile kurumunun çöktüğünü görünce yaptığı yanlışı fark etti;
kadın ve erkeğin yaratılışına uygun olan geleneksel rôllerine
dönmesi üzerine toplantılar düzenliyor. Her geçen gün açıklanan yeni araştırma
sonuçları kadın ve erkeğin yaratılış farklılıklarının ne kadar önemli olduğuna
dikkat çekiyor. Fakat bizim bâzı
üniversite hocalarımız bile çıkıp, kadın ve erkek arasında çok da önemli
farklılıklar olmadığını iddia edebiliyor. Cehâlet, üniversite hocası olmakla da
bitmiyor demek ki.
Firavun iktidârını kaybetmemek için
her doğan erkek çocuğunu öldürmeye başlar; fakat muvaffak olamaz. Kur’ân-ı
Kerim bir târih kitabı değildir, kıyâmete kadar yaşanacak pek çok olaya işâret vardır.
Günümüzde erkekler o zamanki gibi öldürülmüyor; fakat insan haklarına uygun
olsun diye(!) psikolojik olarak erkeklik bitirilmeye çalışılıyor. ‘Modernlik’ adı altında erkekleri,
psikolojik olarak hadım ediyorlar. Bunun için işe; erkekleri görüntü olarak
kadınlara benzetmeye çalışarak başladılar: Önce erkeklerin sakallarını, sonra bıyıklarını
aldılar. Sakalsız ve bıyıksız erkek, daha modernmiş gibi gösterildi. Pek-çok
erkek de oltaya geldi.
Sonra ‘kadın hakları, kadın hakları’
diye-diye kadınların haklı olduğuna toplumu inandırdılar: ‘Kadınlar eziliyor’
diye çığırtkanlık yaparak, erkekler üzerinde suçluluk psikolojisi
oluşturulmaya çalışıldı. Bu suçluluk psikolojisi ile erkekler haksız da olsa
kadınların yanında yer almaya başladılar. Dünyâ’nın öteki ucunda bir kadın
öldürülse, erkekler utandılar.
Sonra erkekleri kibarlaştırma
çalışmaları başladı: ‘Şöyle romantik olacaksın, böyle romantik olacaksın,
kadını mutlu etmek senin görevin’ deyip erkeklerin kendilerini, ‘kadınları mutlu edemeyen odunlar’
olarak hissetmelerini sağladılar. Suçluluk psikolojisi oluşturuldu. Sonra ‘eşitlik’
dâvâsı var bir de: ‘Kadın-erkek eşittir; buna inanmayan erkek;
yobazdır, gericidir’ diye medya baskısına mâruz kalındı. ‘Modern erkek,
kadın-erkek eşitliğine inanır’ diye inandı erkekler. Modern olmak uğruna pek-çok
erkek, yaratılışına inat, eşitliği savundu.
Kadın-erkek insan olarak elbette eşittir; ama erkeğin evinde ‘evin reisi’
olarak bir söz-hakkı üstünlüğü, yâni iktidârı olmalıdır; eşitlik dâvâsı ile erkeğin elinden reisliğini de
aldılar.
Batı hangi niyetle kurmuştu bu tuzağı
bilmiyorum; ama kendi kurduğu tuzağa düştü, şimdi çıkmaya çalışıyor. Amerika, ‘erkek
olmak büyük imkânsız’, ‘günümüzde erkek olmak kolay değil’, ‘oğullarımıza
ne yaptık’ diye konuşurken, bizimkiler gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine
bakarak, bir-kaç kadın cinâyetini delil olarak gösterip, erkekliğin bitirilmesine yardımcı
olmaya çalışıyorlar”.
Ev, kadının doğal ortamıdır.
Apartman denilen modern “sözde evler”de modern kadını tutmak imkânsızdır. Modern
kadın dışarı çımadan duramıyor ve dışarıda olmayı “özgürlük” olarak görüyor.
Fakat modern kadın yine de bir türlü
tatmin olmuyor. Bu sebeple de erkeğe sarıyor. Aslında bu “öğretilmiş bir
davranış”tır. Modern kadın, erkeğin kendisi için vâr olduğuna inan(dırıl)mış
olan kadındır. Erkekler sürekli olarak kadınları mutlu etmek için uğraşmalıdır
modernizme göre. Fakat erkekler, kadınları ne kadar mutlu etmeye çalışırlarsa,
o oranda mutsuz olduklarının farkındadırlar. Zîrâ bu görev erkeklerden çok
kadınların görevidir. Çünkü kadın, erkeğe göre mûnis (cana yakın) olarak
yaratılmıştır.
Modern
kadın, “bedeninin tutsağı olmuş” varlıktır. Sürekli olarak bedeniyle uğraşır ve
zâten “proje sâhipleri” alttan-alta bunun için çalışır duru. Kadınlar gençken
güzellikleriyle, yaşlanınca da hastalıklarıyla uğraşırlar. Böylece hayatlarında
hep bedenleriyle uğraşmış olurlar.
Şimdiki
kadınların çoğu cinsini değiştirmiştir. Erkeklere-özgü işlere ve hâl ve hareketlere
sâhip çıkarak anneliği ve kadınlığı terk etmişlerdir. Kadınlığı erkekliğe
tebdil ederek Allah’ın yaratışını değiştirmişler ve Allah’ın sünnetine (sünnetullah)
karşı gelmişlerdir.
Kapitalist modern sistem,
Dünyâ’yı kadın üzerinden şekillendirmektedir. Bu nedenle de kadını, aslında
doğasına da uygun olmayan konuma sokmuştur. Ali Korkmaz, tâğutların modern kadın
üzerindeki oyunun târihsel aşamasını şu şekilde anlatır:
“...Sermâye
çevresinin kazanma ve doğayı sömürme hırsı çok güçlüdür. Ancak mâliyet
unsurları içerisinde önemli bir yer tutan işgücü mâliyeti noktasında ciddî
sıkıntılar yaşanıyordu. Bu olumsuz
koşullardan kurtulmanın önemli bir yolu olarak en önemli unsuru pazara çekmeye
başladılar. Evinde oturup eşinin ve çocuklarının mutluluğu için çalışan,
kurduğu küçük dünyâsında mutlu olan, elindeki ile yetinen, boş zamanlarında
yaptığı küçük işlerle âile geçimine katkı sağlayan ‘kadınlar’.
Kadınların
o güne kadar sosyolojik ve târihsel olarak kendisine yüklenmiş veyâ edinilmiş
misyonun elinden alınması çok zor görünüyordu. Ancak sermâye çevresi bunun da
bir yolunu buldu. Kadın hakları, ezilmişlik, özgürlük, ekonomik bağımsızlık
gibi kavramları öne çıkararak yeni bir pazar oluşturmanın ilk adımını attılar. ‘Yaşamın
getirdiği sıkıntılar’ diyerek sineye çektiği bir-takım olumsuzlukları bu
sözlerden sonra çekmez duruma gelen kadını bulunduğu konumdan şikâyet eder hale
getirdiler. Bir müddet sonra da çözüm yolunu sunmaya başladılar. Kadının âile
içinde ezildiği, ikincil pozisyonda kaldığı, erkeğin eline bakar duruma
düşürüldüğü gibi ilk aşamada hoş ve doğru görünen parametreleri kullandılar. Ekonomik
bağımsızlığını ele aldıktan sonra özgürleşeceği düşüncesi işlenerek, bir olduğu
ve birlikte yaşadığı eşine karşı isyankâr olma sürecini başlattılar.
Kadın bu
söylenenlerin doğruluğuna inanarak, ancak bu durumun onun doğasına uygun olan
bir durum olduğunu da yadsıyarak ve gelecekte büyük bir pazarın parçası
olacağının da farkına varmayarak bu yaklaşıma hak verdi. Kendilerini
kanıtlamak, vâr olduğunu haykırmak ve farkındalık oluşturmak amacıyla büyük bir
mücâdeleye girdiler. Bir zamanlar evinin temel-taşı olan kadınlar, süreç
içerisinde ‘evine katkı sağlamak’ gibi süslü bir hayâlin peşinde, erkekler
dünyâsında ve erkekler karşısında yer edinmek için çalışmaya başladılar. Egemen
düzenin oyununa gelerek kadınların erkeklere karşı bir seçenek olarak
çıkmaları, başta gelen en büyük yanlışları idi. Zîrâ kadınlar erkeklerin rakibi
değil, tamamlayanı idi. Kadın ve erkek farklı, ancak birbirinin tamamlayıcısıdır.
Hiç-bir koşulda kadın ve erkek arasında ‘eşitlik’ diye bir şey söz-konusu
değildir. Ancak bu eşitsizlik anlamına da gelmez. Doğal gelişim süreci sonunda
ikisi bir bütünün farklı, ama birbirini tamamlayan parçalarıdırlar. Sorun bu
iki parçayı birbirine eşitleme düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Kadın ile erkek
arasında yaşanan sorunlara eşitsizlik temelinde karşı çıkarken geliştirilen
eşitlik argümanı da insanoğlunu aynı sorunlu sonuca ulaştırmıştır.
Kadını
sermâye düzeninin bir parçası hâline getiren sistem, ilk aşamada ekonomik
bağımsızlık gibi güzel bir sözün ardına sığınmıştı. Onları üretim sürecinin bir
parçası hâline getirmek için yaptığı çalışmalar sonucunda ucuz işgücü durumuna
soktu. Erkek evi geçindirmekle asıl sorumlu olarak kabûl edildiğinden, kadın
ancak ucuz işgücü ve evin ekonomisine katkı sağlayabilen bir pozisyonda olabilirdi.
Ancak bir müddet sonra kadının ucuz işgücü olması da sermâye çevresinin işine
gelmedi. Onu pazarın bir parçası yapmak, ucuz işgücü olmasından daha
değerliydi. Asıl çalışmalar bu noktadan sonra yapılmaya başlandı. Çalışan
kadının giyimi, beslenmesi, süslenmesi gibi pek çok konuda ek masraflar
oluşturulmaya başlandı. Kazandığı paranın önemli bir kısmını bu masrafları için
harcayan kadın kendisini hâlâ özgür hissedebiliyordu. Oysa onun çalışması da
tüketmesi de pazarın menfaatineydi. Bir müddet sonra kadın, evde oturup
yapacağı işler için de hizmetçi ve bakıcı gibi masraflar ödemeye başladı. Sonuç
olarak kadın ekonomik bağımsızlık elde edeceğim diye iş hayâtına atılmakla
birlikte ekonomi çarkının işlemesi için gereken büyük harcamaları yapan birey hâline
dönüşmüştür. Evde otururken âile bütçesine katkı sağlamak amacıyla yaptığı
elişi gibi çalışmalardan da vazgeçmişti. Bir zamanlar yaptığı bu işlerin aynı-zamanda
kendisinin psikolojik durumuna katkı sağladığının farkına varamamış, iş dünyâsının
getirdiği yoğun baskı altında psikolojisini de bozmuştur. Bozulan psikolojik
yapısını düzeltmek için de ayrı bir harcama gerekiyordu. Sonuçta evindeki huzur
ve mutluluğu fedâ ederek iş dünyâsına atılan kadının elinde kalan artı paranın
bedeli, hiç-bir zaman kaybettikleri olamamıştır.
Ekonomik
bağımsızlığını ve harcama yetkisini eline alan ve özgürleştiğine inanan kadın
artık evinde de söz sahibiydi. Bağımsızlık ve özgürlüğün verdiği şımarıklık ile
birlikte evde esip gürleyebiliyor, haklı veya haksız olmasına bakmadan sesini
yükseltebiliyordu. Bir zamanlar alttan alıp, evin huzur ve mutluluğunun temel-taşı
olan, erkeğinin gün içerisindeki stresini azaltan veyâ tolere eden (mûnis) kadın
gitmiş, yerine otoriteye ortak rolünü üstlenen ve evdeki stresi daha da artıran
bir birey oluvermiştir. Sosyolojik evrimin kadına yüklediği, olumsuzlukları
tolere eden rôlleri ortadan kalktığı gibi aile içerisindeki olumsuz rôller de
en az iki katına çıkmıştır. Bir zamanlar dengeli bir âilede yetişen çocuklar,
stresli ortamda yetişmeye ve bu yaşam-tarzını da çevreye yansıtan bireylere
dönüşmüşlerdir. Birbirini tolere eden ve zıt kutuplar da olsa birbirini çeken
iki birey yerine, âileler birbirini iten iki negatif bireyden oluşmaya
başlamıştır. Evlilikleri bir-arada tutan ve sigorta sayılan çocuklar, ayrı
dünyâlarda yaşayan ebeveynlerin birbirlerine karşı kullandıkları silah hâline
dönüşmüşlerdir. Yaklaşık iki yüz yıldır insanlık dramı olarak yaşanan bu süreç
günümüzde de devâm etmektedir. Gelinen süreçte kadın bireyselleşmiş,
korumasızlaştırılmış ve sermâye çevresinin ekonomik menfaatlerine uygun hâle
getirilmiştir.
Olay sâdece
ekonomik düzeyde kalmamış, erkek egemen dünyâda söz-sahibi olabilmek amacıyla,
bâzen gizli bâzen açık bir şekilde erkek-karşıtı bir temel üzerinde gelişen
kadın hareketleri, kadının sosyolojik yapı içerisindeki yerini bozduğu gibi
biyolojisi üzerinde de olumsuz etkide bulunmuştur. Doğurganlık ve yeni bir
canlı dünyâya getirme olgusu üzerine kurulu olan, merhâmet ve şefkat ile bu
yavruyu büyüten ve yetiştiren, eşinin kendisinde huzur ve mutluluk bulduğu,
estetik ve sanatın temel unsurlarından olan kadın değişime uğramıştır. Kadın
hakları konusunda uç noktada olan kadınların erkeksi bir görünüm, davranış ve
yapıda olması bu durumun en güzel kanıtıdır. Erkekler karşısında egemen ve
ekonomik olarak vâr olma mücâdelesi, erkek gibi olma sonucunu doğurmuştur. Oysa
kadın tüm aşk, şarkı ve şiirlerinin temel öğesi olarak sevmeye ve sevilmeye lâyık
olan bir varlıktır. Onun fiziksel olarak zayıf olması ikincil bir varlık
olduğunun değil, özelliklerinin erkeklerden çok farklı olduğunu göstermektedir.
Kadının doğurganlığı, doğurduğu canlıyı büyütme ve yaşatması onun en temel ve
güçlü özelliğidir. Bu süreçte erkeğin rôlü ise tamamlayıcı faktör olarak eşini
ve çocuğunu koruma ve gereksinimlerini karşılamak yönündedir. Bu nedenle kadın
ile erkeğin birbirine rakip olarak gösterilmesi ve ezilmişlik temelinde
olayların ele alınması büyük bir yanılgıdır. Böyle bir yanılgıdan yola
çıkılarak varılan tüm sonuçlar da yanılgıdır.
Kadının
eşitlik ve ezilmişlik gibi kavramlardan yola çıkarak vardığı bu nokta,
bitkilerin genleri ile oynanarak yapılan ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara’
benzemektedir. GDO olarak elde edilen ürün aslına benzese de doğal bağlamından
koparıldığı için tamâmen farklıdır. Bu nedenle GDO’ya karşıt veyâ yandaş
olanlar dâhi tüketimi esnâsında şüpheyle yaklaşmaktadırlar. Son iki yüz yıldır
bilim, ekonomi ve siyâset dünyâsı da kadının genetiğini değil, ama
sosyolojisini temelden bozarak ‘Sosyolojisi Değiştirilmiş Organizmalar’ hâline
dönüştürmüştür. Ekonomik bağımsızlık çerçevesinde kendisinin yaşadığı olumsuz
değişim paralelinde evinde de değişim yaşatmak isteyen kadın, sonuçta kendi
ayağına kurşun sıkmaktadır. Zîrâ bu değişim sürecinde âile içindeki rôller
birbirine karışmış, bir zamanlar evde merhâmet ve şefkatin temsilcisi kadın ile
koruma ve otoritenin sembolü olan erkek gitmiş, yerine kimin ne yaptığı belli
olmayan, yetki ve rôl karmaşası yaşanan âileler ortaya çıkmıştır. Bu dengenin
bozulmasının nedeni sermâye çevresi ve onun tuzağına düşen kadın iken, özgürlüğün
verdiği sarhoşlukla bu hatâ da kabûllenilmeyerek kargaşa büyütülmeye devâm
edilmiştir. Günümüzde gelinen son noktada ‘kadın ucuz işgücü, pahalı tüketici’
olarak vahşî kapitâlizmin egemen olduğu dünyâ ekonomisinin temel-taşı
durumundadır. Bu ise bir kadın için övünülecek bir nokta olmayıp, sermâye
şeytanına kendinin ve evinin huzur ve mutluluğunu vererek özgürlük ve bağımsızlık
maskesi altında ekonomik esâretin altına girmektir. Kısacası sosyolojik evrimin
kendisine vermiş olduğu kazanımları yadsıyarak SDO, yâni ‘Sosyolojisi
Değiştirilmiş Organizmalar’ olmak demektir”.
Modern kadın, yakın zaman
önce çıkan 6284 sayılı kânunla erkek üzerinde bir ceberrut yapılmıştır. Modern kadını
“dokunulmaz” kıldılar. Modern kadına erkeğe karşı o kadar çok silah verilmiştir
ki, duygusal yoğunluğu çok fazla olan kadının, bu silahlarla işleyeceği
“cinâyetler”i şimdiden kestirmek çok kolaydır. Modern kadın bu kânun ile,
tâbiri câizse, gıcık olduğu bir erkeği, iftirâ ile hapse attırabilecek;
boşanmak istediği kocaya, “bana tecâvüz etti” (karı-koca arasındaki tecâvüz)
diyerek evden uzaklaştırabilecek ve hapse attırabilecek; makâmında gözü olduğu
bir erkeğin yerine kolayca geçebilecek fırsatlar bulabilecektir.
Dillere pelesenk edilen; “kadın
çalışmalı” ve “bu devirde kadının bir maaşı ve bir evi olacak” düşüncesine
sâhip olan “çalışan kadınlar” yine de mutlu değiller ve mutsuzların oranı
sürekli yükseliyor. Yaşam Memnûniyeti Araştırması sonuçlarına göre; mutlu
olduğunu beyân eden bireylerin oranı 2013 yılında %59 iken, 2014 yılında bu
oran %56,3’e düştü, 2016 da ise %50 ye. Yâni çalışan kadınların yarısı mutsuz.
Mutlu olanlar da ya kolay ve ferah işyerlerinde çalışan ve bol tâtili olan
devlet mêmuru olanlar yada yönetici olarak çalışan kadınlardır.
Yine çalışan kadın,
çalışmayan kadına göre 3 kat daha fazla harcama yapıyor ve yapılan bu
harcamaların %90’ı isrâf, yâni “olmasa da olur” cinsindendir. Fakat kadınlar; “çalışıyorum,
almaya hakkım var” diyerek, alma dürtüsüne erkeklere göre daha fazla meyyâl
olduklarından, çok fazla ve gereksiz harcamalar yapabiliyorlar. Kadın çalışmaya
bir başladığında, giyim-kuşam hemen değişmeye başlıyor ve buna uygun olarak da
düzenli olarak kuâföre gitmeye de başladığından, bir de “kuâför masrafı”
çıkıyor. Para kazanmanın vermiş olduğu o duygu ona harcama hakkı olduğunu
söylüyor ve hiç de ihtiyaç duymadığı şeylere kolayca para harcayabiliyor. Oysa
ki erkekler böyle değildir ve çoğunlukla israftan kaçınır ve eve daha fazla
para götürmenin derdindedirler. Erkeğin fıtratında vardır bu. Kendisine
yaratılıştan verilen ‘evin reisi’ görevini hakkıyla yerine getirmek ister.
Fakat kadının iş hayâtına atılmasıyla birlikte bu da değişmeye başlıyor ve
erkek de bu israfçılar kervanına katılıyor. Kadınlar iki gün çalışsa, kazandığı
paraya dayanarak erkeğe ve çocuklara tavır alabiliyor, fakat erkek kırk yıl
çalışsa da bunu söz-konusu etmez ve işyerinde yaşadığı sıkıntılardan evdeki
kadının da çocukların da haberi olmaz. Çünkü erkek bu sorunları eve taşımaz. Çalışmanın
getirdiği sıkıntılara-güçlüklere katlanarak eve ekmek getirmek onu mutlu eder.
Kadının erkeğe üstün olduğu
tek şey anneliktir. Bu nedenle “cennet annelerin ayakları altındadır” denir.
Mutlu âilenin formülü şudur:
Kadınlar erkekler karşısında “haddini” bilecek; erkekler de “emânet”e (kadın)
ihânet etmeyecek..
Ey erkekler!, bilelim ki fıtratı
bozulmamış kadınlar bizden daha merhâmetli, daha şefkatli, daha düşünceli, daha
yumuşak ve sevecen, daha nârin, daha sabırlı ve âilesine daha bağlıdır. Sevgiyi
ve merhâmeti ön-planda tutarak onlarla iyi geçinmeliyiz:
“Onda
sükûn bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve
aranızda bir sevgi ve merhâmet kılması da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz
bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten âyetler vardır” (Rûm 21).
Ey kadınlar!, “sözde
kadın-hakları savunucuları”nın oyunlarına gelerek tutum belirlemekten vazgeçin.
Erkekleri hizâya getirme düşüncesinden vazgeçin. Başaramazsınız. Tam tersine
erkek sizi “hizâya” sokar. Adama “dır dır” etmeyin de adamı zıvanadan çıkarmayın.
Biraz susun: Şşşşşşşş. O tâğutların uşakları istiyorlar ki âileniz dağılsın
(yâni kocanızdan ayrılın) da mecbûren iş piyasasına atılın. Böylelikle hem
kolayca sözlerini dinletecek ve istediği fiyata çalıştıracak istihdam
potansiyeli oluşturmuş olsunlar, hem de işsizlik artsın ve bunu çok taraflı
kullansınlar. Sizin gündeminizi, tutumunuzu, davranışınızı, kadın hakları,
dernekler ve ne-idüğü belirsiz şeytâni kurumlar değil, Allah/Kur’ân belirlesin.
İşte ancak ve ancak o zaman normâl ve doğal bir durum ortaya çıkabilir ve rahat
edersiniz.
Ey modern kadınlar!, bilin
ki fıtratınıza bir-çok yerde aykırı davranıyorsunuz. Allah sizi erkeğe göre
daha artı özelliklere sâhip bir şekilde yaratmıştır. Allah sizi, “bacı”, ‘”anne”,
“eş” olarak yaratmıştır. Allah böyle dilemiştir. Sabah-kahvaltısını bile
dışarıda yapmayı seven çoğu erkeğin istediği; akşam eve geldiğinde sıcak bir
yemek ve huzurlu bir evdir. Bâzen çeşitli nedenlerle bu sağlanamayabilir, fakat
diğer zamanlarda huzurlu bir ev-ortamı sağlarsanız erkek zâten sessiz bir
şekilde bir köşede kuzu-kuzu oturacaktır. Zâten evi kadın yönetir. (iç-işleri
bakanı).
Modernizm, Dünyâ’yı kadın
üzerinden değiştirmiştir. Bunu yaparken özellikle kadın bedenini çok
kullanmıştır. Fakat daha da önemlisi teknolojiyi kullanmıştır ki teknoloji,
kadının ev-içi işini azaltarak ona görece zaman ve “alan” açmıştır. Kendisine
sunulan zaman ve alan modern kadının çok hoşuna gitmiştir. Böylece ev-içindeki işi
azalan kadın dışarıya çıkma olanağı bulmuş ve bir daha da içeriye girmemiştir-girmemektedir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2018