30 Mart 2019 Cumartesi
Kur’ân-Merkezli Yaşamak
23 Mart 2019 Cumartesi
Serbest Piyasa Ekonomisi Üzerine
“Ey îman edenler!.
Birbirinizin malını karşılıklı rızâ ile yapılan ticâretle de olsa
haksızlık ve hîle ile yemeyin (de) birbirinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size
karşı çok merhâmetlidir” (Nîsâ 29).
Bu âyeti
yanlış olarak; “ey îman edenler, mallarınızı aranızda karşılıklı rızâya dayanan
bir ticâret dışında haksız sebeplerle yemeyin” şeklinde çevirince,
“birbirinizin mallarını sâdece ticâret yolu ile haksızca yiyebilirsiniz”
şeklinde anlaşılıyor. Peki bu nasıl olur?. Bir malı 1’e alıp 10’a satarsanız,
insanların mallarını haksızca yemiş olursunuz. Çünkü hiç kimse 1 liralık
mâliyeti olan bir malı 10 liraya almak istemez ve böyle bir durumla
karşılaştığında kendisini hem aptal gibi hisseder, hem de aşağılanmış olarak
görür. Bu, bir çeşit “öldürme”dir ki âyetin bahsettiği “öldürme” budur.
İslâm’a göre bir kimsenin
malı diğerine ancak o kişinin rızâsı ile helâl olur.
1’e alıp 10’a 20’ye satma
düşüncesi, “İslâm’da ticâret, serbest piyasaya göredir” uydurma sözünden
dolayıdır. Oysa İslâm’da “serbest piyasa ekonomisi” yoktur. Zâten İslâm
medeniyetinde, siftah yapan bir esnaf, müşteriyi, siftah yapmayan esnaf
komşusuna gönderirdi. Serbest piyasa “rekâbet” demektir. Eğer serbest piyasa ve
dolayısı ile bir rekâbet varsa, iki dükkandaki fiyatlar da farklı
olur-olabilir. O hâlde müşteri de, esnaf kendisini diğer komşuya gönderse de
fiyatı ucuz olan dükkandan alış-veriş yapmayı sürdürür. Zâten serbest piyasa
“rekâbet” demek olacağı için, hiç-bir esnaf siftah yapmayan komşusunu düşünmez
ve kendisine gelmiş müşteriyi komşusuna yönlendirmez. “Serbest piyasa” demek,
rekâbet; rekâbet demek ise “hırs” demektir. İslâm’da ise hırs hoş görülmez ve
hattâ hırslı davrananlar kınanır ve yaptıkları şey onaylanmaz. İslâm’da hırs
değil, tam-aksine “mütevâzı”lık vardır ve zâten ihtiyaç fazlasını biriktirmek
de yasak olduğundan, (Bakara 219) hırs yapıp da biriktirme yoluna gidil(e)mez.
İnsanlar ticâret yapmakta
serbesttirler, istediği şeyin ticâretini yapabilirler. Fakat İslâm-merkezli bir
ticâret anlayışında, bir müslüman ticâreti istediği gibi yapmakta serbest
olamaz. Çünkü ticâretteki bu serbestiyet, çok da uzun olmayan vâdede, ticâretin
ve dolayısı ile “servetin birilerinin ellerinde tekelleşmesine” neden olur. Zîrâ
insanların ayağını kaydırabilen beş sebepten biri de ticâret ve ondan doğan servetle
ilgilidir. Servet, insanın aklını başından alan ve kişinin yoldan çıkmasına
neden olan etkenlerin başında gelir. İnsanı ayartabilen diğer 4 etken ise; şehvet,
şöhret, siyâset ve cehâlettir. Bu yüzden ticâret, vicdan ve merhâmet ile “içten”,
devlet ve kuruluşlar tarafından da “dıştan” denetlenmediğinde insanların
akıllarını başından alır. Zâten târih boyunca fitne ve ifsâd en çok da bu nedenle
ortaya çıkmıştır ve çıkıyor.
Serbest bırakılan fiyatlar yukarı fırlar; bu durum,
küçük azınlığı daha bir zengin ederken, halkın geniş kesimi için zorunlu
ihtiyaç maddeleri “yanına bile yaklaşılmaz” hâle gelir. Çünkü her türlü
sınırsız serbestlik (liberâlizm) insanları yoldan çıkarır. Çünkü “bir sınır
olmadığında hiç-bir sınır olmaz”. Hele ki insanı hırsa ve uçuk hayâllere sürükleyen
ticâretteki serbestlik, kişiye olmadık işler yaptırır. Haksızlık, vicdansızlık ve
adâlet diz-boyu olur.
Seküler piyasada “görünmez
bir el” insanları sürekli kontrôl eder
ve yönlendirir. Tabi bu, biraz da bizim bu kontrôle izin vermemiz ve alan
açmamız nedeniyledir. Oysa mü’min için “mutlak gözetleyici” olan sâdece
Allah’tır. Allah tüm varlığı olduğu gibi O’nun yolunda gidenleri de sürekli
kontrôl ettiği gibi iyiliğe yönlendirir. Bizim iç-denetimimiz ne yönde olursa,
Allah da bizi o yönde değerlendirir ve yönlendirir. İşte; piyasada “sınırsız
ticaret özgürlüğü” anlamına gelen “serbest piyasa ekonomisi”, bizi Allah’ın
değil de, şeytanın kontrôl etmesine ve yönlendirmesine sebep oluyor. Hâlbuki İslâm
ve müslümanlık, “sâdece Allah’ın denetlemesini ve yönlendirmesini kabûl etmek”
demektir.
“İslâm’da ekonomiyi serbest
piyasa belirler” deniliyor, fakat hem fâhiş fiyatla mal satılamayacağı
söyleniyor hem de “narhı (fiyat belirleme) Allah koyar” denerek, sürekli
söylenip duran, “İslâm’da ekonomi, serbest piyasa ekonomisidir” düşüncesi boşa
çıkmış oluyor. Allah hiç-bir şeyi başıboş bırakmıyor ki ekonomiyi ve ticâreti
başı-boş bıraksın.
Ekonomiye dîni
karıştırmıyorlar ve “dînin vicdanlarda kalması ve zinhar siyâsete
karıştırılmaması” gerektiği gibi, dînin ekonomiye de karıştırılmaması gerektiği
söyleniyor. Üstelik bunu müslümanlar da söylüyor. Serbest ekonomi ve ticâret
şekli ve piyasası kutsallaştırılıyor ve birileri de İslâm’ın ekonomi anlayışının
bu olduğunu sanıyor. Oysa Peygamberimiz, hırsla, kurnazlıkla yapılan ticâreti
yasaklamıştır:
“Bir adamın namazı-niyazı
sizi aldatmasın. O adamın dirhem ve dinarla yâni para ile olan ilişkisine
bakın”. Başka bir varyantta da: “Kişinin namazına, orucuna bakmayın;
konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde,
güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; Dünyâ kendisine güldüğünde, takvâyı
elden bırakıp bırakmadığına (menfaat ânındaki tavrına) bakıp öyle
değerlendirin” (Kenzul-Ummal, h. No: 8435)
İslâm’ın ekonomi modeli,
“serbest piyasa ekonomisidir” deniyor. Fakat bu çok yanlış bir düşüncedir.
Çünkü bu model İslâm’ın değil, kapitâlizmin, hem de vahşi kapitâlizmin
modelidir. İslâm’ın değil, Adam Smith’in ortaya çıkardığı, “bırakınız
yapsınlar” (laissez fairez) şeklindeki serbest piyasa ekonomisi, İslâm’ın
ekonomi düşüncesine terstir. Çünkü İslâm’da “ne olursa-olsun kâr etmek için
her-şeyi yapmak” düşüncesi yoktur. İslâm medeniyetinde ekonomi ve ticârette bir
serbestlik vardır ama bu “sınırsız bir serbestlik” değildir. İslâm’da gizli-gizli yapılan ticârete izin verilmez.
Meselâ pazara ulaşılmayan malın yolda toptan satılması-alınması meşrû değildir.
İslâm’daki serbestlik, her türlü
kurnazlığı ve haksızlığı da yanında taşıyan bir serbestlik değildir. Aslına
bakarsanız İslâm’da serbestliğe çok da meydan verilmez. Zâten liyâkatli mü’min
bir toplumda ekonomi modeli, İslâm’ın kendine has ürettiği bir modeldir. Bu da;
kanaâte, hayra, vicdan ve merhâmete dayalı olan bir modeldir. Bu modelde
ekonomi ve pazar-ticâret sürekli denetlenir ve uygunsuz durumlarda uyarılar
yapılır. Bu bağlamda Peygamberimiz pazarı sürekli dolaşır ve denetlerdi. Olası
yanlışlara hemen müdâhale eder ve doğal ve mâkûl bir alış-veriş çizgisi ortaya
koyardı. Serbest ticâret ve ekonomi sisteminin nasıl da birilerini
tekelleştirdiği ve sonunda haksızlıklar yapıldığını bir rivâyet şu şekilde
ortaya koyar:
“Zebid kabîlesinden bir
tâcir Mekke’ye mal satmaya geldi. Ebu Cehil başka tâcirleri Zebid ile
ticâretten menetti ve kendisi de çok düşük bir fiyat teklif etti. Ebu Cehil’in
öyle bir nüfûzu vardı ki, kimse daha yüksek bir fiyat teklif edemedi. Tâcir pek
üzgün olarak Hz. Peygamber’e gitti. Resûlullah, üç deveden müteşekkil malı, mal
sâhibinin istediği fiyattan satın aldı ve Ebu Cehil ile sert münâkaşalar oldu”.
Görüldüğü gibi
Peygamberimiz, serbest ekonomi sisteminin mutlakâ ortaya çıkaracağı haksızlıklardan
birini bu şekilde önlemiştir. Demek ki İslâm’da piyasa o kadar da serbest
değildir. İslâm ideâl olanı ortaya koymaya çalışır ki Peygamberimiz de bunu
ikâme etmekle görevliydi. Peygamberimiz, ideâl tüccardan bahsederken şunları
söyler:
“Bir şey satarken onu aşırı
bir şekilde övmezler, bir malı da alırken asla yalan söylemezler, kendilerine
îtimat edildiğinde ihânet etmezler, borçlarını geciktirmez, vaktinde öderler,
alacakları olduğunda, zor durumda olan borçluyu sıkıştırmazlar. Kim bir gıdâ
maddesi satın alır ve günün râyiç bedeli üzerinden satarsa, sanki onu
yoksullara sadaka olarak dağıtmış gibi sevap alır’’ (İbn-i Mâce).
“Doğru sözlü güvenilir
tüccar, âhirette peygamberler, sâdıklar ve şehitler ile berâberdir” (Tirmizi).
‘‘Bir malın ayıbını
söylemeden satmak helâl olmaz’’ (Müslim îman: 43).
“İnsanlara öyle bir zaman
gelir ki, kişi malı helâlden mi, haramdan mı aldığına hiç aldırmaz” (Buhârî,
Büyû, 7, 23).
Yine bir rivâyette şu olay
anlatılır:
“Resûlullah, buğday satan
bir adama rastladı. Satıcıya: ‘Nasıl satıyorsun?’ diye sordu. Adam da kendince
anlattı. Peygamberimiz elini çuvala daldırdı ve buğdayın ıslak olduğunu gördü.
Bunun üzerine, ‘insanların görmesi için ıslak olanı üst tarafına koysaydın ya!.
Aldatan bizden değildir’ (Müslim, Îman, 164) buyurdu”.
Serbest
piyasa ekonomisi tekelleşmeye çok açıktır. Oysa İslâm’da tekelleşmek yasaktır.
Çünkü fakirlerle-yoksullarla paylaşılmayan her türlü devlet-geliri zenginlerin
elinde servete ve dolayısı ile devlete döner: “Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey,
Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara
ve yolda kalmışlara âittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin
olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne
verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve
Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezâsı (ikâbı) pek şiddetli olandır. (Haşr
7).
Serbest piyasa ekonomisi
tekelcidir. Piyasaya hâkim olup tekelleşenler, zamanla diğerlerini siler ve
kendilerini “tek-el” îlân ederler. Böylece fiyatları onlar belirler ki bu
belirleme aslında, aşırı fiyatlandırma şeklindedir. Sonuçta bu durum, halkın
ezildikçe ezilmesine, küçük bir kesimin de zenginleştikçe zenginleşmesine ve
azgınlaştıkça azgınlaşmasına sebep olur.
Serbest piyasa ekonomisi,
doğal bir arz-talep dengesi değildir. Tam-aksine, doğal dengeyi bozar ve talep
yokken arzı çoğaltır. Böylece tüketimi kışkırtır, azgınlaştırır ve sonunda da kutsallaştırır.
Serbest ticâretin ve ekonominin bir sonraki adımı “rant ekonomisi”dir ki, bu “haksız
kazanç” olarak haramdır.
Adam Smith şöyle der:
“Ekonomi konusunda yapılacak en doğru şey, piyasaya hiç müdâhale etmemektir.
Zîrâ, piyasa dâima en doğrusunu yapar”. Bu söz piyasayı kutsallaştırmak
anlamına gelir. Günümüzde apaçık görüldüğü gibi, serbest bırakılan piyasa
mutlakâ kapitâlizmin aracı hâline gelir ve Dünyâ’yı ifsad eder. Bu piyasa şekli
günümüzde insanların büyük bir bölümünün açlıktan-susuzluktan ölmesine neden
olurken, diğer taraftaki insanların da aşırı tüketimden dolayı obezleşerek
ruhsuzlaşıp hayvanlaşmasına neden olmuştur.
Kapitâlizm serbest piyasa
ekonomisinden beslenir. Denetlenmeyen ekonomi mutlakâ fitne çıkarıp ifsad eder
ve zengin-fakir arasındaki uçurumu derinleştirir.
Batı, modernizm ile birlikte her-şeyi serbest bırakmıştır ki bu belki de serbest piyasa ekonomisi ile başlamıştır. Piyasa serbest olunca bu serbestlik mutlakâ hayâtın her alanına da yansımaya başlar. Toplumun davranışlarını belirlemede pazarın payı çok büyüktür. Bilindiği gibi uzak-doğu ülkeleri savaşsız bir şekilde feth edilmişti ki bu fetih “gönüllerin fethi” şeklindeydi. Gönülleri fethedenler ise, oralara ulaşmış olan tüccarlar ve onların hakka-hakîkate-adâlete tam uygun olarak yaptıkları ticâretleriydi. Çünkü vicdâna, merhâmete hakka-hakîkate ve adâlete uygun davranışlar, insanların gönüllerini fetheder.
İslâm piyasayı çok da
serbest bırakmaz. Çünkü mülk Allah’ındır ve mülk konusunda insanlar dilediği
gibi davranamazlar. En doğru davranış ise İslâm’a göre davranmaktır:
“Dediler ki: Ey Şuayb,
atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı yada mallarımız konusunda dilediğimiz
gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?. Çünkü sen, gerçekte
yumuşak huylu, aklı başında (reşid bir adam)sın” (Hûd 87).
Âyetin de bahsettiği gibi Hz.
Hûd, kavminin uyguladığı serbest piyasa ekonomisi modeline müdâhale ediyor ve
bunu “salât”ın bir gereği olarak yapıyor. Çünkü din bu tarz bir
piyasa-ekonomi-ticâret şekline izin vermiyor. Zîrâ İslâm’a uygun değildir.
Uygun olmayan şey, “diledikleri gibi, serbestçe ticâret yapmaları”dır.
İnsanlar istedikleri malı
pazara getirip belli fiyata satabilirler. Bu satışta fiyatlar çok az bir
miktarda yüksek yada alçak olabilir. Bâzı kişiler daha az bir kârla
yetinebilir. Yada malı kendisi üretmiştir veyâ uygun bir fiyatla almış
olabilir. Fakat bu, diğerlerini çok olumsuz etkileyecek ve sorun ve haksızlık çıkarak
şekilde olamaz.
Bir de üretim-tüketim konusunda şunu söylüyorlar; “Narhı Allah
koyar”. (Narh: Tüketiciyi korumak amacıyla, belli-başlı, özellikle zorunlu tüketim
maddeleri için devletçe saptanan fiyat). Tamam, narhı Allah koyar. Yağmur yağmaz
yada fazla yağış olur, kuraklık olur, toprak kayar, doğal âfet olur vs. ve
üretim etkilenir. Böylece Allah narhı koymuş olur. Burada sorun yok. Fakat
Allah narhı sâdece garibanlar için mi koyar?. Bu narh sâdece fakirler için mi
geçerlidir?. Çünkü duruma göre mal azalınca ve Allah narh koymuş olunca
garibanlar o nîmetten mahrûm kalıyor ama zenginleri için fark etmiyor ki!. Ne
de olsa durumları müsâit, alıp yiyebiliyorlar ve narhtan etkilenmiyorlar. Eğer
bir mal bir şekilde o yıl az üretilmişse, ürün az olmuşsa, herkes yâni hem
zenginler hem de fakirler o maldan azar-azar tüketeceklerdir. Mal az diye
fiyatların yükselmesiyle birlikte “fakirler o nîmetten aslâ faydalanamayacak
fakat zenginler burunlarından gelircesine faydalanacak” demek değildir Allah’ın
narhı koyması. Narh herkes içindir. Ne yâni; zenginlerin her zaman ve durumda
bir maldan faydalanma hakları var da fakirlerin yok mu?. Yada neden yok?. Yoksa
-hâşâ- Allah zenginleri çok seviyor da fakirlere gıcık mı oluyor?.
Osmanlılar’da “muhtesip” ve
“şehremini” denen görevliler vardı ki, bu kişilerin görevi çarşı-pazar işlerinden
sorumlu olup oraları denetlemekti. Muhtesip ve
şehremini, çarşı ve pazarları denetler, kadıdan aldıkları izinle “narh”
adı verilen fiyatları belirlerler, esnafın da belirlenen fiyata uymasını sağlarlardı.
Ticâret kötü değildir ve “rızkın
onda dokuzu ticârettedir” denir ki, aslında nefes alıp-vermek bile bir ticâret
olarak hayâtîdir. Fakat ticâretin doğru-düzgün yapılması konusu çok önemlidir
ki, aksi-hâlde mutlakâ fitne ve ifsâd başlamakta ve zamanla da büyümektedir.
Peygamberimiz Medine’ye
geldiğinde Medîne ticâretinin yahudilerin elinde olduğunu gördüğünde (çünkü
Medîne’liler çiftçi ve ziraatçidir) hemen bir pazar kurmuş, kurallar
oluşturmuş, özellikle Mekke’li tüccar muhâcirlerin burayı işletmesini teşvik
etmiştir. Zîrâ insanlar için ilk öncelik, alış-verişin hakkâniyetle yapıldığı
bir pazardır.
Satmak isteyen her zaman
pahalı satmak ister, çünkü ticârette ister-istemez bir hırs ortaya çıkar. Bu
nedenle piyasa “serbest” bırakılamaz. Alıcı ise malı mâkûl bir fiyatla almak
ister. Bu nedenle İslâm her zaman alıcıdan yanadır. “Müşteri dâima haklıdır”
sözünün kaynağı belki de burasıdır.
Son zamanlarda en çok
kullanılan kelime “tüketim” ve “tüketmek” kelimesidir. İnsanlar bir gıda için
“yedim-içtim” değil de, “tükettim” kelimesini kullanıyorlar. Gıda konusuyla
ilgili olanlar, “şunu yiyin bunu için” demiyorlar da, “şunu-şunu tüketin”
diyorlar ve “tüketim” ve “tüketmek” kelimelerini üstüne basa-basa
kullanıyorlar. Öyle ki, mîde bulandırıcı şekilde bir “tüketim” kelimesi
kullanılıyor. Bu kelime, kapitâlist serbest piyasa ekonomisinin ortaya
çıkardığı bir kelimedir. Çünkü “tüketmek” kelimesinde, “bitirmek ve yeniden almak”
düşüncesi açığa çıkıyor. Tüketim kelimesinde doymak ve tatmin olmak düşüncesi
olmuyor. Tüketim kelimesi sürekli olarak tüketmeyi düşündürtüyor ve de tüketimi
arttırıyor. Özellikle seçilmiş bir kelimedir bu kelime. Oysa dilimizde yemek-içmek,
kullanmak, tatmak, beslenmek gibi kelimeler de vardır.
“Parayı sıkı-sıkıya tâkip
edenler; “para kendi yolunu bulur, engellemeyin, düzenleme yapmayın, serbest
bırakın” derler. Fakat bu söz ve uygulama Dünyâ’yı uçuruma yuvarlamaktadır.
Zîrâ kontrôl edilmeyen şey insanları uçuruma yuvarlar ki para, en çok kontrôl
edilmesi gereken şeydir. Başta ABD’de uygulanan ve 1990’lardan îtibâren bütün
Dünyâ’ya dayatılan serbest piyasa ekonomisi özel bir delilik çeşididir.
Apaçık bir şekilde
görülmektedir ki, Dünyâ, serbest pazar ekonomisinin kıskacında ve
kuşatmasındadır. İnsanlar serbest piyasa ekonomisi yoluyla sömürülmektedir. Sömürgenler
her alanda tekelleşmişler ve servetleri “devlet” hâline gelmiştir. Artık
siyâsete de, “ekonomiye yön verenler” yön vermekteler, fakat bunu da kendi çıkarlarına
uygun olarak belirlemektedirler. Bu durum garibanı daha da gariban yapmakta, zengin-fakir
arasındaki uçurumu her geçen gün daha da derinleştirmekte ve toplumsal bir
düşmanlık ve de dolayısıyla çöküş yaşanmaktadır. Zîrâ her türlü ahlâksızlık,
tekelleşen ve servetleri devlet olmuş olan bu kişilerin siyâsete ve sosyâl
hayâta, ellerindeki maddî güç ile yön vermekte olmalarıdır.
“Bir sınır yoksa hiç-bir
sınır yoktur”. İslâm’ın her
konuda kırmızı çizgileri vardır. En çok da ekonomik alanda kırmızı çizgiler
koyar. Para, mal-mülk ile ilgili âyetler Kur’ân’da en çok işlenen
âyetlerdir. Hattâ en uzun âyet para (borç) ile ilgili olandır: (Bakara 282).
Çünkü şeytan dâima bu noktayı gözetler. Yıkımı buradan yapar en çok. Kardeşi
kardeşe; oğulu babaya-anaya, karıyı kocaya düşürür, kan-kardeşi can-düşmana
çevirebilir.
Serbest Piyasa Ekonomisi, “ahlâksız
vahşî kapitâlizmin bir ürünü” olarak moderndir. Ahlâkın
olmadığı yerde “serbest piyasa ekonomisi” bir “kurtlar sofrası”dır. Serbest
Piyasa Ekonomisi, mutlakâ “acımasız rekâbet”i de yanında getirir. Bu da insanı “insanın
kurdu” yapar. Sonuçta da Dünyâ bir “kurtlar sofrası”na döner ki, bu sofrada
garibana yer yoktur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2018