Big-Bang Teorisi’nin Çöküşü
“O
(Allah), gökleri ve yeri benzersiz yaratandır. O bir şeyi diledi mi ona
sâdece; “ol” der, o da hemen oluverir" (En-âm 101).
“O Allah ki yaratandır, kusursuzca vâr
edendir, şekil verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde
olanların tümü O’nu yüceltmektedir. O Üstündür, Bilgedir” (Haşr 24).
1920’lerde
bir-birlerinden bağımsız olarak, Rus matematikçi Alexander Friedman ve
Belçikalı astronom Georges LeMaître, matematik denklemlerden hareketle
genişleyen bir evreni ön-gören çözümler formüle ettiler. (Big-Bang Teorisi
biraz da, râhip olan Georges LeMaitre’nin “yaratılışı ispât etmek istemesi
nedeniyle” zorlanarak ortaya atılmıştır). 1929’da Amerikalı astronom Edwin
Hubble, uzak galaksilerden gelen ışık spektrumunun sistemli bir şekilde kırmızı
ucuna kaydığını gösterdi. Bu kırmızıya kayma, ışık kaynaklarının görüş alanında
uzaklaştığını gösteren bir Doppler etkisi olarak değerlendirildi. Evrenin bir
başlangıcı olduğunu varsayan Teori, 1949 yılında da Big-Bang adını aldı. (Big-Bang terimi ilk kez İngiliz fizikçi Fred Hoyle
tarafından 1949’da, “Eşyânın Tabiatı” adlı bir radyo (BBC) programındaki
konuşması sırasında kullanılmıştır). 1920’lerde Rus kozmolog ve matematikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı fizikçi papaz Georges Lemaître tarafından ortaya atılan, evrenin bir başlangıcı
olduğunu varsayan bu Teori’nin, (sözde) çeşitli kanıtlarla desteklendiğinden, bilim-insanları arasında, özellikle fizikçiler arasında geniş ölçüde kabûl gördüğü söylenmektedir.
1929
yılında California Mount Wilson gözlem evinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble,
kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların, uzaklıklarına
bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş bilim-dünyâsında büyük yankı uyandırdı. Çünkü bilinen fizik-kurallarına göre, gözlemin yapıldığı
noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı
noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın
gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark
edilmişti. Yâni yıldızlar bizden sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Hubble, çok
geçmeden çok önemli(!) bir şeyi daha keşfetti: Yıldızlar ve galaksiler sâdece
bizden değil, bir-birlerinden de uzaklaşıyorlardı. (Bunu nasıl anladıysa). Her-şeyin
bir-birinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç, evrenin
her-an “genişlemekte” olduğuydu. Evren genişlediğine göre, zaman içinde
geriye doğru gidildiğinde evrenin tek bir noktadan başladığı ortaya çıkıyordu.
Yapılan hesaplamalar (zâten hesaplamalardan başka bir şey yapılamaz), evrenin
tüm maddesini içinde barındıran bu “tek nokta”nın, “sıfır hacme” ve “sonsuz
yoğunluğa” sâhip olması gerektiğini gösterdi. Evren, sıfır hacme sâhip bu
noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Evrenin başlangıcı olan bu Büyük Patlama’ya
İngilizce karşılığı olan “Big-Bang” ismi verildi ve bu Teori de aynı isimle
anılmaya başlandı. Big-Bang Teorisi süreci bu şekilde gelişti.
Atom-altı parçacıklardan başlayıp molekül düzeyine; oradan, proteinin
çok karmaşık yapısından eşsiz bir fabrika olan hücreye; daha sonra gerek bitki
ve hayvan ve gerekse mükemmel bir varlık olan insana kadar olan canlılık
sürecinde mükemmel bir komplekslik göze çarpar. Hem de bu komplekslik “indirgenemez
komplekslik”tir. Öyle ki; bu yapılarda oluşacak mikro-boyutta bir eksiklik bile
o yapının daha başlamadan bitmesine neden olur. İndirgenemez komplekslik nedir?
Michael Behe, “indirgenemez
kompleks” (irreducible complex) sistemi şöyle târif eder:
“Temel bir işleve katkıda bulunan, hayli
uyumlu, etkileşim içinde olan parçalardan oluşmuş ve her-hangi bir parçanın
çıkarılması durumunda sistemin işlevinin fiilen sona erdiği bir sistemdir.
Daha genel bir ifâdeyle “indirgenemez kompleks” bir sistem, bir-birleriyle
etkileşim içinde olan ve her-hangi birinin çıkarılması durumunda sistemin artık
çalışmayacağı öğelerden oluşan sistemdir”.
Bu komplekslik sâdece
canlılarda değil, kâinâtın her yerinde geçerlidir. Kur’ân; “evrenin yaratılması ise insanın yaratılmasından daha büyüktür”
(Mü’min 57) der. Yâni evren insandan daha komplekstir. Kâinâtın mevcut
şekilde oluşmasının olasılığı ve mükemmelliği, tıpkı bir proteinin oluşmasındaki
hassâsiyet gibidir. Bir parçanın eksikliği yada “tam oluşamamışlığı”, o yapının
oluşmasını imkânsızlaştırır. İşte bu nedenle evrendeki bu muazzam yapının Big-Bang
süreciyle aşama-aşama olması imkânsızdır. Bu nedenle de kâinâtın aşama-aşama
değil de, bir-anda yaratılmış olması şarttır. Çünkü tamamlanamamış hâldeki bir
yapı mecbûren “eksik” olduğundan dolayı, tamamlanmasını gerçekleştiremez. Zîrâ
yapısını tamamlayacak dinamikten mahrumdur. Eksik bir yapı aynı-zamanda
anlamsızdır da. Fakat eksik olan bu anlamsız yapısal durum kâinâtta hiç-bir zaman
yaşanmamıştır. Kâinâtın, anlam verilemeyen bir şekli hiç-bir zaman olmamıştır.
Çünkü kâinât anlamsız bir şekilde-görüntüde hiç-bir zaman bulunmamıştır.
Dünyâ’nın, gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin mevcut süper
kompleks özel yapıları, hızları, durumları ve mevcut yerleri aşama-aşama,
ilkelden kompleksliğe doğru gelişerek oluştuğu düşünüldüğünde, yerlerinde ve
yapılarında ister-istemez bir değişme olacağını görecektik. Dünyâ’ya ve
gezegenlere göre olacak böyle bir değişmede, Dünyâ’nın ve gezegenlerin Güneş’e
olan yakınlıklarından yada uzaklıklarından dolayı, ya Güneş’e düşmeleri, yada
yörüngelerinden merkez-kaç kuvveti nedeniyle kopup uzay boşluğuna kaçmaları
gözlemlenecekti. Bu, aşamalı ve dolayısı ile eksik yaratılışta-yapılaşmada
kaçınılmaz sondur. Nasıl ki canlı yapılardaki eksikliklerde canlı oluşamıyorsa
ve olumsuz sonuçlar açığa çıkıyorsa, evrenin oluşumunda da benzer ârızalar
görülürdü, yâni evren-sistemi daha başlamadan yok olurdu. Aşamalı bir yaratılışta
bir-çok aksaklıkların çıkması kaçınılmazdır.
Şekil A: Yaratılıştan Önce
Yukarıdaki şekillerde kâinâtın “yok durumu” ile “var durumu”
gösteriliyor. İşte bu iki durum arasında (bizim bildiğimiz anlamda) sâdece 6
günlük bir süre geçmiştir. “Yokluktan varlığa çıkarma/yaratma” işte böyle olur.
Yok iken bir-anda vâr olur. (Şekil A çevresine çizilmiş olan mâvi çerçeveyi,
“olmayan şey”i göstermek için mecbûren çizdik).
“Allah
yaratmayı hep aşama-aşama yapar” diyorlar. Peki bu kural sâdece maddî varlıklar
için mi geçerlidir yoksa maddî olmayan melek, şeytan-cin, hûri, ğılman vs. için
de geçerli midir? Melekler de mi aşama-aşama yaratılmıştır?. Meselâ
melekler yaratılırken o sürecin bir ânında tek kanatlı melekler mi vardı?. Allah’ın
yaratması için “neden”e ihtiyacı yoktur?. Eğer öyle olsaydı Allah “neden”e
bağımlı olurdu.
Kâinât sistemini
oluşturan parçaların (galaksi, yıldız, gezegen vs.) tüm durumları o kadar
komplekstir ki, o parçaların tamâmının aynı-zamanda, aynı-mekânda bir-anda
buluşmaları gerekir. Aksi-halde oluşamazlar. Big-Bang sürecine göre bu buluşma
imkânsızdır. Çünkü parçaların çoğu oluşmamıştır.
“Genç Dünyâ
Yaratılışçılığı” (Young Earth Creationism) Evren’in ve Dünyâ’nın ‘altı-gün’de
yaratılmasını dünyevi 24 saat anlamında “gün” olarak algılamaktadırlar.
Bunlardan bâzısı ise bilimsel delillerin genç bir Dünyâ’nın ve Evren’in
varlığını desteklediğini savunmaktadırlar. Ay’ın Dünyâ’dan yılda dört cm.
uzaklaştığını, milyarlarca yıllık Dünyâ ömrüne bunun aykırı olduğu (Ay’ın
Dünyâ’ya olan uzaklığı
Evrenin
yaşının 13.8 milyar yıl olmasıyla “sonsuz” olması arasında fark yoktur. Evrenin
yaş verileri, “lâboratuvar ortamında” belirlenmiştir. O hâlde bu yaş verileri
lâboratuvar ortamının verileridir. Hâlbuki kâinâtın ortamı çok farklıdır. Hareketin
olduğu, devamlı bir döngünün yaşandığı bir yerin, devamlı dönüp duran bir şeyin
yaşı belirlenemez. Heisenberg’in belirsizlik
ilkesi de bunu söyler. Bir şeyin hızının ve yerinin aynı-anda belirlenememesinin
nedeni, o şeyin “hareket hâlinde” olmasındandır. Kâinatta hareket hâlinde
olmayan hiç-bir şey olmadığı için, hiç-bir şeyin yeri yada hızı, dolayısı ile
de yaşı tam olarak belirlenmez.
Bu anlattıklarımıza göre, hayâtın başlaması için, 13.7 milyar yıl, 15
milyar yıl, 2 milyon yıl gibi uzun zaman dilimlerine ihtiyaç yoktur. Bu
süreç, insanlık târihi olan ortalama 10.000 yıllık bir süreçtir. İnsanlar,
bitki örtüsü, Dünyâ, Güneş, kısaca bütün evren ortalama 10.000 yaşındadır.
Daha uzun bir zaman-dilimine gerek yoktur. Bu mükemmel yaratılışın oluşması
Allah için bir zorluk değildir. Ayrıca sonsuz yoğunluktaki bir noktadan yaratılma, Allah’ı bir
sebebe bağlamaktır ki Allah bundan münezzehtir.
Bu sürecin ortalama 10.000 yıl olması gerektiğinin nedeni; Kur’ân’ın,
Hz. Âdem’i ilk peygamber ve ilk insan olarak tanıtmasıdır, (Zümer 6, Nîsâ 1,
En-âm 98, A’raf 189). Hz. Âdem’den bu-yana geçen süreç Tevrat’a göre 7.000 yıl
civârındadır. Mecûsilikte
(Zerdüştlük) de “Dünyâ, üçer bin senelik dört evre geçirecek ve ömrü 12.000
sene olacaktır” denir. Yahudilere göre Âdem 6.054 yıl, Hristiyanlara göre 7.404
yıl önce, Mecûsilere göre de 4.551 yıl önce yaratılmıştır. İlk tarımın yapıldığı târih 10.000 yıl, ilk
pulluğun kullanıldığı târihin 5.000 yıl olması, (M.Ö. 8.500’lerde
Bereketli Hilal’de ortaya çıkan ilk çiftçiliğin, Orta Avrupa’ya yayılması ancak
M.Ö. 5.000 [?] yıllarında gerçekleşebilmiştir). İlk insan göçlerinin 10.000 yıl önce başlaması, insan-oğlunun yerleşik
hayâta geçmesinin yaklaşık 10.000 yıl önce başlaması; Dünyâ’nın en eski
yerleşim yeri olarak bilinen Çatalhöyük’ün yaşının 9.000 yıl olması vs. gibi nedenler gösterilebilir. Ayrıca, karbon
14 metodu ve diğer metotlarla yapılan zaman belirleme ölçümlerindeki
çelişkilerdir. Karbon 14’ün yarılanma ömrü 5.730 yıldır. Bu durumda Karbon 14
metodu “en doğru bir şekilde” en fazla 11.460 yaşında olan bir organizmada, o
da %20 hatâ payıyla ölçülebilir. Yarı-ömür belirlenerek yapılan
hesaplamalar, olasılık hesaplarıdır. Bir yazıda şöyle denir:
“Karbon-14’ün
yarı-ömrü (herhangi bir örneğin yarısının yok olması için gereken süre)
yaklaşık 5.600 yıldır. 8 yarı-ömür sonrasında geriye kalan, başlangıçtaki
radyoaktif karbonun yalnızca 1/256’sı olur. Bu miktar güvenilir, bir ölçüme
elvermeyecek derecede azdır, dolayısıyla radyo-karbonla târihlendirme
yöntemi yalnızca kırk küsur bin yıldan yaşlı olmayan nesnelerde işe yarar”.
Uranyum-235’in 704 milyon
yıl; Potasyum-40’ın 1.25 milyar yıl; Uranyum-238’in 4.5 milyar yıl;
Toryum-232’nin ise 14 milyar yıllık yarı-ömürleri olduğu söylenir.Karbon 14’ün
ise yarılanma ömrü 5.760 yıldır. Sâdece canlılara uygulanabilir. Fakat bunların
yarı-ömürlerinin söylendiği gibi olduğu nereden biliniyor?. Çünkü o kadar süre
boyunca gözlemlenmedi ki bunlar. Bunların gözlemi, üzerlerinden yıl-yıl eksilen
element tâkip edilerek yapılıyor ve “şu kadar yılda şu kadar element
eksiliyorsa, o hâlde şu kadar yılda da şu kadar eksilir” diye yapılan hesaptır
bu. “Eksilmeyen sâbit elemente göre”, “eksilen element”in miktârı ölçülerek
hesaplar yapılır. Yoksa insan sonuna kadar gözlem yapması imkânsızdır. Meselâ tüm
canlılarda Karbon 12 sâbit kalırken Karbon 14 değişir ve bu eksilmeye göre
yarı-ömür belirlenir.
Fakat bütün yaş ölçme
tekniklerinde ana sorun, ölçümü yapanların, belli bir kriteri peşin ve değişmez
olarak kabûl etmiş olmalarıdır. Oysa doğada böyle bir şey olmaz ve bir şey
diğer bir-çok şeyden etkilenir ve farklı şekilde değişir yada değişmez. Yâni
doğa her-şeye etki eder ve her zaman beklenen sonucu vermez. Üstelik doğru
sonucu ne zaman vereceği de bilinemez. Doğada doğru ve yakın yaş ölçümleri yapılabilecek
araçlar ve yöntemler vardır fakat bunlar öyle uzun târihlendirmelerde için
değildir. Meselâ ağaçlar kesildiklerinde gövdelerinde gördüğümüz halklar
bunlardan biridir. Bu konularda bir yazıda şunlar söylenir:
“Bugüne
kadar en güvenilir ve geniş bilgiler radyo-karbon ile radyo-potasyum tabanlı
iki yöntemle sağlanmıştır. Radyokarbon yönteminin en büyük sorunları; öncelikle
14C’ün yarı-ömrünün çok kısa oluşu ve ikinci olarak da organik maddenin gömülü
olduğu yerde zamanla topraktan karbon çekme olasılığıdır ki laboratuarlarda
karbondaki ‘sonradan sızma’ oranını ayırt etmek mümkün değildir. Uygulamada her
yöntemin kullanım alanı sınırlı kalmaktadır. Bâzen yerleşke, yönteme uygun
madde bulundurmayabilir. Örneğin, Güney Afrika’nın en eski yerleşkelerinde
volkanik madde bulunmadığı için, târihlendirme için potasyum-argon yönteminin
kullanılması mümkün olamamıştır. Uygun madde bulunsa bile, yer-altında kaldığı
süre içinde daha eski yada daha yeni maddelerle kimyâsal-radyolojik tepkimeye
girebilir, böylece târihlendirme yapılamayabilir. Bunların dışında yöntemlerin
kullanım sınırları da sorun olabilir. Örneğin, potasyum-argon yöntemi, çok özel
bir-kaç durum dışında, 200.000 sınırına yakın dönemler için güvenilir yaş
veremez; radyo-karbon yöntemi ise yaklaşık 50.000 sınırından daha eski
dönemlerin târihlendirmesinde sonuç vermez.
Ağaçlar
yaşamları süresince her yıl iki büyüme halkası meydana getirirler. Bu
halkaların genişliği, iklim koşullarına bağlıdır. Uzun ömürlü ağaçların yatay
kesitlerindeki halkaların oluşumları ve bunların sayılmaları ile, ağacın
kesildiği zamandaki yaşının mutlak olarak bulunabileceği anlaşılmıştır. Eski
dönemlerde kullanılmış bir ağaç, yanıp kömürleşerek günümüze kadar gelebilir.
Kömürleşmiş ağaçlarda burguyla yapılan ölçümlerle elde edilen halka
göstergeleri ile seriler elde edilir ve verilerin birleştirilmesiyle ‘M.Ö.8 bin
yılına kadar ki dönem için’ yorum yapılabilir”.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı kâinat Big-Bang denen aşamalı bir süreç
ile değil, Allah’ın bir mûzice eseri olarak ve bizim “nasıllığını
anlayamayacağımız bir şekilde” bir-anda yaratılmıştır ve bu yaratılış da
yaklaşık 10.000 yıl önce gerçekleşmiştir.
“Bir tasarım
sonucu aşama-aşama olmuştur” diyorlar. Aslında kâinatı açıklamada Tasarım
Delîli de yetersiz kalır. “Bu etki nasıl yapılmıştır” sorusu cevaplanamaz
çünkü. “Evet; Big-Bang’cilerin dediğinin aynısı olmuş, fakat süreci bir
“Bilinç” kontrôl etmiş” dediğinizde bu açıklama kesinlikle bilimsel olmaz. Bâzı
müslüman yazarlar da, Big-Bang Teorisi’ni -sözde- yaratılışı ispât ettiği için
el üstünde tutarlar ve mevcut Big-Bang sürecinin üstüne yalnızca; “Allah’ın
kontrôlünde olmuştur” etiketini yapıştırarak Teori’ye sâhip çıkmaktadırlar.
Fakat yaratılmanın-oluşumun “bilinçli” yada “bilinçsiz” olduğunu söylemek
arasında Big-Bang süreci açısından bir fark olmuyor ki!. Big-Bang süreci yine
aynen işlemeye devâm ediyor. Yaratılış bir-anda olmadığında mecbûren “rastgele”
yada “şans” kelimeleri anlam kazanmaya başlar. “Allah’ın müdâhalesi”nin Big-Bang
sürecini değiştirmediği söylendiğine göre, sürecin “şans” ile meydana geldiğini
söyleyenlerin söyledikleri şeyler doğru olur. Yâni; “tamam, sizin
söylediğinizin aynısı, fakat rastgele değil, müdâhale ile” denmesi, inanmayacak
biri için bir anlam ifâde etmez. İnanmak ise, -bu süreçleri tâkip edip de
inanmayanlar olduğuna göre- bu süreçlerin konusu değildir. Big-Bang Teorisi’ni
kabul edenlerin tamâmı evliyâ değildir nede olsa.
Allah-merkezli
açıklamalardan mahrum olunduğunda ortaya konan hemen her-şey yakın-uzak vâdede
insanlara, canlılara ve hattâ tüm kâinâta zarar verir. Zâten Şeytan’ın Big-Bang
ve Tasarım Delîli’ne “sesini çıkarmaması” bu yüzdendir. Kâinâtta bir “tasarım”
vardır. Fakat bu tasarım bir sürece tâbi değildir. Allah’ın tasarlaması ve
yaratması aynı-anda olur. Allah zamandan ve eksiklikten münezzehtir. Biz
insanlar gibi, ilk-önce düşünüp, plân yapıp, tasarlayıp da sonra yaratmaya
koyulmaz. Allah’ın düşünmesi, plânlaması, tasarımlaması ile yaratması aynı
şey demek olduğu için, tasarımlaması ile yaratması aynı-anda olur.
Dindarlara
göre; “Tanrı kontrôlünde bir süreç (tasarım)” olunca hem Evrim Teorisi hem de
Big-Bang Teorisi doğruluk kazanıyor. Allah’ın kontrôlünde ya!.. Big-Bang Teorisi’ndeki
sürecin “Tanrı-kontrôllü” bir şekilde olduğuna inanmak ve o şekilde anlamak bu
Teori’yi kurtarmaz. Sâdece bir süreliğine onunla oyalanılabilir sâdece. Teori
bir süre sonra çatırdamaya yada çökmeye başladığında birilerinin hayâlleri
yıkılır tabi. Tabi o zaman da Teori’nin birileri tarafından alaya alınacağını
söylemeye gerek yok.
Gerek Evrim
gerekse Big-Bang sürecinin Allah’ın kontrôlünde olması o teorileri meşrû hâle
getirmez. Her türlü saçmalık için; “Allah’ın kontrôlünde olmuştur” dense meşrû
hâle mi gelecek?. Allah’ın gözetiminde oluşacak bir Big-Bang Teorisi ile Allah’ın
gözetiminde oluşacak bir Evrim Teorisi arasında bir fark yoktur. Müslümanların
bir-kısmı neden “mikro evrim” olan Evrim Teorisi’ni kabûl etmezken; “makro
evrim” olan Big-Bang Teorisi’ni kolayca kabûl ediyor ve onda hiç-bir yanlışlık
görmüyor?. Bir hücrenin değişe-değişe, evrile-evrile insan olmasıyla; meselâ hidrojenin
değişe-değişe,
evrile-evrile kâinâtı oluşturması arasında ne
fark var ki?. İkisi de evrimden bahsediyor. O hâlde Evrim Teorisi “mikro evrim” iken; Big-Bang
Teorisi ise “makro evrim”dir.
Evrimsel-aşamalı bir yaratılışta, o evrimi-aşamalı süreci Allah’ın
kontrôl edip-etmemesinin önemi ortadan kalkar. Evrim olunca artık fark etmiyor.
Netîcede evrim.. Evrim-aşama ile olunca yaratılışı Allah ile bağdaştırmak zorunlu
olmaktan çıkar. Bir-anda olan bir yaratılış ise mecbûren Allah-yaratıcı ile
olmak zorunda. İşte Big-Bang süreci buna aykırı, yada Allah’ın kontrôlünde
olmak ihtiyâcı da hissettirmiyor. Çünkü Big-Bang ile olunca “Allah’sız da
olabilir” düşüncesi normâl ve doğal olarak çıkıyor ortaya. “Bir-anda yaratılma”da
ise başka alternatif yoktur ve zâten kâinat bunu haykırıp durur: “Allah
tarafından bir-anda yaratıldım”.
Allah
yaratıcıdır, müteahhit değil. Bu nedenle de müteahhitler gibi bir şeyi yapmaya
temelden başlamaz. Bir-anda yaratıverir. Yâni sorun; “tamam,
yaratılış bilimin dediği gibi oldu ve bunda bir sorun yok, fakat bu süreç
Allah’ın kontrôlünde mi oldu, yoksa kendi-kendine mi oldu tartışması” mı?. Bilim
açısından ne fark eder ki?. Oluşumun bizzat kendisi için ne fark eder?. Oluşum
için iki kesim de aynı şeyi söylüyor ve kabûl ediyor. Bilimsel olarak tıpa-tıp
onlar gibi konuştuktan ve inandıktan sonra, “fakat tüm bunlar Allah’ın plânlamasıdır”
demenin ne anlamı olacak?. O zaman onlar da; ”hayır kendi-kendine olmuştur”
derler. Tartışmanın bu boyutu inanç ile alâkalıdır. Biri tesâdüf diyor diğeri
yaratılış. Netîcede iki kesimin de kabûl ettiği, aynı sürecin işlemiş
olduğudur. Asıl ilginç olan şey; nasıl oluyor da inançsızların gözlemleri ile
inançlıların gözlemlerinde aynı süreç görülüyor?. İnançlı olanların inançtan
kaynaklanan gözlemsel ve değerlendirme anlamında bir farkları olmalı değil
midir?. Ve bu nedenle de inançsızlardan daha farklı ve doğru bir sonuca
ulaşmaları gerekmez mi?. Eğer cevap “hayır” ise bu; “onların bilimini alalım
ama inançsızlığını almayalım” demek anlamına gelmiyor mu?. Yaratılışın
açıklaması iki kesim için de aynı ise, o yaratılışın tesâdüfen yada tasarımla
oluştuğunu söylemek arasında niye bir fark olsun ki?, yada bilim açısından
bunun ne önemi var?, bu fark araftaki (nötr) bir kişi için artık bir-şey ifâde
etmez.
Evrenin yaşına 1024
sâniye biçiliyor. Bu durumda araştırma sonuçlarına göre Big-Bang sürecinde
bahsedilen oluşumların gerçekleşmesi için bu süre yetmiyor. Demek ki bu oluşumlar
süreç ile yaratılmadı. Bir-anda yaratıldı. İnançlı bilim-insanları; “bu kadar
kompleks varlıkların tesâdüfen oluşması imkânsızdır” diyorlar. İyi de buna tesâdüf
değil de tasarımla ve bilinçli aşamalı bir süreçle yaratıldığını söylediğimizde
de evrenin ömrü bu oluşumların oluşmasına yetmiyor ki!. Tasarımlı fakat aşamalı
bir süreç ile yaratıldığını da kabûl edemeyiz, çünkü zaman yetmiyor. Big-Bang’den
beri geçen zaman yetmiyor. O hâlde tasarımlı ama aşamasız-süreçsiz bir ilk-yaratılıştan
bahsetmemiz kaçınılmaz oluyor ki bu yaratılış, bir-anda gerçekleşen bir
yaratılıştır. Bu mükemmelliğe (kâinâtın oluşumuna) zaman yetmiyor, imkân
yetmiyor zîrâ. Yâni süreçle oluşması imkânsız. O nedenle hiç-bir zaman idrâk ve
îzah edemeyeceğimiz mûcize ile olan bir yaratılış var ki, o da; -aşamalı süreç,
açıklamalı bir süreç olması gerekeceğinden- “bir-anda” olacak olan bir
yaratılıştır. Bir-anda olacak olan bir “ilk yaratılış”tır. Yâni yaratılışa
şans-tesâdüf ile değil de, bilinçle-tasarımla dediğimiz zaman da aşamalı-süreçli
bir yaratılış yetersiz kalıyor.
Sorun, kâinâtın tesâdüf ile mi yoksa tasarımla mı yaratıldığı
sorunu değil, aşamalı mı, bir-anda mı yaratıldığı sorunudur. İnançlılar buna inançsızlardan
ayrılmak için mecbûren “bir-anda” demek zorundalar. Aksi-hâlde inançsızların
söylemlerinden bir farkları kalmayacaktır. Çünkü ikisi de aşamayı kabûl ediyor
fakat bu aşamanın şuurlu mu şuursuz mu olduğunda anlaşamıyorlar ki bu, varlığın
açıklamasında önemli bir şey değildir. Açıklama tıpatıp aynıdır çünkü. İnançlılar
inançsızlarla “nasıl”lıkta çelişmiyorlar, niçin-nedenlikte farklılaşıyorlar ki
inançsızlar zâten bunu sorun etmiyorlar, yâni onlar için bir niçin-neden yok.
Böyle olunca da inançlıların derdi, inançsızları niçin-neden’e zorlamak oluyor.
İkisi arasında başka bir sorun yok çünkü.
Sen evrenin yaratılış sürecini pozitivistler gibi kabûl et;
insanın yaratılışını evrimsel süreçlerle îzah et, sonra da de ki: “Tüm bu
yaratılışlar, Allah’ın kontrôlünde tasarımla olmuştur”. Lafla olmuyor. Aynı bilimsel
açıklamaları inançsızlar da yapıyor zâten. O zaman onlar da her ne kadar “tesadüfle
olmuştur” deseler bile, yaratılış açıklamalarını tıpa-tıp inançlılar gibi
yaptığı için tasarımı kabûl etmiş olmuyorlar mı?. Yada, yaratılışın
aşamalarını-sürecini inançsızlar gibi yapıyorsan, yâni ilmini onlardan
alıyorsan, inancını da paylaşıyorsun demektir. Yâni ilmini aldığının ahlâkını
da almışsın demektir. Bu
nedenle Pozitivist Dünyâ’nın bilimini aldığınızda, “pozitivist ahlâkını” (daha
doğrusu etiğini) da almış olursunuz. Ahmet Kalkan:
“Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler:
“Batılıların sâdece tekniği alınmalı,
ahlâk ve kültürü alınmamalıdır”. Düşünülmez ki, teknik ve teknolojik aygıtlar, dünyâ-görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Zâten bunlar,
belirli bir kültürün ürünüdür ve o arka-plândan
koparılamaz. Söz-gelimi, “buzdolabı”,
kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne
saklanamayacağından bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar,
evlerine gıdâ depola(ya)mazlardı.
Buzdolabı, “verme”yi unutturan “egoist” kültürüyle, kullananlara sâdece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi. Çamaşır-makinesi alınca ister-istemez deterjan,
yumuşatıcı, kireç-sökücü gibi yan ürünlere
de abone olacaksınız. Çamaşır için fakir komşuyu yardıma çağırıp onun da bu
bahaneyle geçimine katkıda bulunma gibi düşünceler, makine alır-almaz,
artık aklınızın ucundan bile geçmeyecek.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Tv, radyo, kasetçalar, bilgisayar, kendileriyle
birlikte hangi kültür, oyun, anlayış ve ahlâkı da kaçınılmaz olarak getiriyor,
düşünmek yetecektir” der.
İnançsızlar; “tamam-tamam tasarımla oldu” deyiverseler ne
değişecek?. İnsanlar yaratılış ile ilgili açıklamalardan ne anlıyorlar, orası
önemli. Biz de diyoruz ki: Aşamalı-süreçli “ilk yaratılış” hikâyesi,
Allah’sızlığı çağrıştırır. Allah’a bir ihtiyaç hissettirmez çünkü. “Zâten
açıklaması yapılan şey”de Allah’a ihtiyaç kalmaz. Bir-gün gelir açıklamasını
yaptığı o şeyi kendisi de yaratabilir. İnsanlar anlayabildikleri şeye artık
îman etmezler. Yaratabildiklerine ise hiç etmezler. Artık ortada inanılacak
bir şey yoktur. Ortada gayb kalmamıştır çünkü. Zîrâ Allah’a îman gayba îmandır.
Fakat yapılan “aşamalı süreç açıklaması” yâni Big-Bang süreci doğru değildir. Allah’a
îman hep sürecektir. Çünkü yapılan açıklamalar açıklama değil, masallardır.
Zannetmelerdir. Uydurmalardır. Masa-başı felsefelerdir. Modern bilimsel
yalanlardır. Söylenenlerin %90’ı yalan ve yanlıştır. Kâinâtın tamâmını
gözlemleyip idrâk etmeden kesin bir yargıya varılamaz ve insanda da böyle bir
güç yoktur ve hiç-bir zaman da olmayacaktır. Eğer olsaydı, insan -hâşâ- Allah
olurdu. İnsanlar, “yakın göğün” (Güneş Sistemi’nin) bilgisi dışında doğru
açıklamalar yapamazlar. Sâdece Güneş Sistemi kapsamında, o da eksik ve hatâlı
ölçümlerden başka açıklamalar yapamazlar. Diğer alanda da sâdece atoma kadar
çalışabilirler. Atomu ayırdıkları anda ortada somut bir şey yoktur zâten. Bu
nedenle de artık matematiksel muhabbetlerden başka bir açıklama olmaz. Zâten
yine, soyut bilginin-felsefenin konusu olan Kuantum Teorisi bile insanlara; “bildiklerinizin
% 99,99’u yanlıştır” diyor.
Bir şeyi tam
olarak açıklayamadığınız zaman “rastgele” gibi bir şey söylemiş olursunuz. O
mâlûm sürecin meydana gelmesini “bilincin kontrôlü” sözüyle açıklayamazsınız.
Bu tam bir açıklama değildir. “Bu “bilinç” müdâhalelerini nasıl yaptı” diye
sorulduğunda cevap verilemez çünkü. O yüzden bu ilk-yaratılış için
“bir-anda yaratılma”dan bahsetmek gerekir. Bunun nasıl olacağı sorusuna ise
sâdece; “mûcize” diye cevap verilebilir.
Evet;
evrende bir tasarım vardır fakat bu tasarım “aşamayla olgunlaşan bir tasarım”
değil, sonuçları bir-anda görülen bir tasarımdır.
Bilim, bir Allah inancı oluşturmaz, fakat Allah inancını
pekiştirebilir. Lâkin, Allah inancının olması için bilime gerek yoktur. İşte
biz de diyoruz ki; ilk-yaratılış (hattâ şimdiki yaratılış da öyle) evrimcilerin
yada yaratılışçıların dediği gibi aşamalı olarak olmaz. Yâni aşama-aşama olmaz.
Bir-anda olur. Her-şey bir-anda olur. Fakat ilk-yaratılışta her-şey bir-anda
yaratılmışken, sonraki yaratılışlar-türetmeler, yâni şu-anda hâlen
gözlemlediğimiz yaratılışlar “bir-andalar” ile olur. İlk-yaratılış bir-anda
ile, sonraki-şimdiki yaratılışlar ise bir-andalar ile olur-oluyor.
Tüm bu
söylenenler aslında, kâinâtın yaratılış için bir süreçten geçmediğinin; Allah
tarafından bir mûcize olarak bir-anda yaratıldığının delîlidir. Meydana gelme
ihtimâli “sıfır” olan şeylerin açıklaması başka nasıl yapılacak ki?. Demek ki
bir süreçle oluşma ihtimâli yok. Çünkü olağan-üstü durumlar var. Olağan-üstü
durumlar kelimenin kendisinin de söylediği gibi “olağan” değildir, “olağan”ın
üstündedir. O hâlde “bir süreçte yaratılma” değil; “bir-anda yaratılma” vardır.
Big-Bang
Teorisi aslında deistik bir teoridir. O sözde sonsuz yoğun tekilliğe bir-kez
dokunduktan sonra kendi-kendine olma durumu vardır. Böylece deizm normâlleşir
ve mâkûl görülmeye başlanır.
En
baba doğa kânunu (aslında Allah’ın kânunudur) olan Termodinamiğin İkinci Yasası
Entropi Kânununa göre, her-şey zamanla bozulmaya doğru gider. Fakat Big-Bang
Teorisi’ne göre düzelmeye doğru gitmiştir. Her-şey mevcut ideâl durumundan bir-önceki
durumunda eksik bir yapıdadır. Yâni en ideâl hâlinde değildir. Zâten en ideâl
hâlinde olsa oluşum devâm etmez-edemez. En ideâl olan hâline göre daha kötü,
eksik, çirkin vs. hâlinde olan bir yapı, zamanla nasıl oluyor da iyi, güzel ve
ideâl hâle gelebiliyor?. Entropiye göre zamanla bozulmaya doğru gitmesi
gerekiyor ya!. Fakat Teori’ye göre zamanla düzelmeye doğru gitmiş kâinât. Kaostan
kozmosa ulaşmış. İşte bu, iki bilimsel olgunun çelişmesidir. Allah zâten
başlangıçta en güzel şekilde yaratmıştır kâinâtı. İşte bu yaratma aşama-aşama
değil, bir-anda olan bir yaratılmadır. Allah, koyduğu-yarattığı hiç-bir yasa
ile kayıtlanamaz. Fakat Allah, yaratmayı yasalarından bağımsız yapmaz/yapmıyor.
Aşama-aşama yaratılışta kötüden-eksikten iyiye-mükemmele doğru bir gidişat
Entropi Yasası’na göre mümkün değildir. Tam tersine; bu yasaya göre iyiden
kötüye doğru bir gidişat vardır. Bu nedenle de eksik yapılar zamanla en ideâl
hâle dönüşemezler. İdeâl olmayan bir yapı, -hele ki milyarlarca yıldan sonra-
düzelip, ideâl hâle gelemez. Entropi Yasası’na aykırıdır bu durum ve Entropi Yasası’na
aykırı olan bir teori çökmeye mahkûmdur. Çünkü hiç-bir teori Entropi Yasası’yla
çelişemez. Entropi Kânunu’na göre
her-şey doğal hâlinde bırakıldığında zamanla bozulmaya doğru gider, oysa
Big-Bang Teorisi’ne göre her-şey zamanla düzelmeye doğru gitmiştir. Bu, iki
bilimsel olgunun çelişmesi demektir.
Allah “ihsân eden”dir. ihsân,
“güzel eylemek”, yaptığını güzel yapmak” demektir. Allah’ın ihsân ile
yaratmadığı bir an yoktur. Dolayısıyla güzel yaratmadığı yâni kâinâtın en
mükemmel hâlinden bir-önceki “az mükemmel” yada “kötü” hâlde bulunduğu, tamamlanmamış,
eksik ve dolayısıyla kötü-çirkin bir yapıda olduğu ihsândan kopuk bir hâlde
hiç-bir zaman olmamıştır. Aksi bir durum Muhsîn ismine uygun değildir ve bu nedenle
de “aşamalı bir ilk yaratılış” olmamıştır. Allah “ol” demekle her-şeyi “bildiğimiz”
altı günde yaratmıştır. Allah yarattığı şeyi mânâsıyla birlikte yaratır.
Aşamalı yaratışta, en mükemmel olmadan önceki durum eksik ve dolayısıyla kötü
olacağından dolayı, eksik durumdaki eşyâda “mânâsızlık” ortaya çıkar ki böyle
bir şey mümkün değildir.
Entropi
Yasası evrende (insanlar tarafından) mutlak-doğru bir târif yapılamayacağını da
söyler. Çünkü târif yapılırken bile entropi tarafından tahrif devâm eder.
Arthur Eddington:
“Evren/Dünyâ
hakkındaki bir teori, Maxwell’in formülleriyle, hattâ daha önceden yapılmış
bâzı deneylerle uyumsuz olsa bile doğru olma şansı bulunabilir; ama Entropi Yasası
ile çelişiyorsa hiç-bir şansı yoktur” der.
Caner
Taslaman:
“Bir teori
belki diğer tüm teorilerle hattâ yasalarla bile çelişebilir ama Termodinamiğin
İkinci Yasası’yla (entropi) asla çelişemez. Entropi ile çelişen hiç-bir teori
kabûl edilemez” der.
Entropi Yasası,
“en baba yasa” olduğu için, oluşumun “tasarım” nedeniyle ve “kontrôl altında”
bir süreçle oluştuğu da söylenemez. Yasaların çelişmesi tasarıma aykırıdır
zîrâ. Zâten Allah, ilk-önce tasarım yapıp da sonra yaratmaya başlamaz. Allah
için böyle bir şey söylenemez, bu bir eksilik olur çünkü. Allah’ın tasarımı ile
yaratması aynı şeydir. Allah çelişik işler yapmaktan münezzehtir. Bu nedenle
kâinatın, bir mûcize olarak bir-anda yaratılması söz-konusudur. Bir mûzice
olarak (idrâk edemeyeceğimiz şekilde) bir-anda yaratılan tüm varlık, artık
bildiğimiz oluşumunu sürdürmeye devâm etmiştir/ediyor.
Big-Bang Teorisi, bir çeşit “sudur teorisi”dir.
Sudur Teorisi’nde bir çeşit “doğum” vardır. Allah -hâşâ- kâinâtı doğurur.
Hâlbuki Kur’ân’da: “O, doğurmamıştır ve
doğurulmamıştır” (İhlâs 3) denir. Big-Bang’de tanrı yerine, o meçhûl “sonsuz yoğunluk” kullanılır. O “sonsuz
yoğunluk”tan yavaş-yavaş sâdır olmuştur âlem. Ayrıla-ayrıla. Sudur Teorisi maddenin, soyut olan akıldan “bir şekilde” oluştuğunu söylerken; Big-Bang de, o sonsuz yoğunluktan “bir şekilde”
oluşmuştur. Big-Bang Teorisi, İslâm
felsefe ve tasavvufundaki Sudur Teorisi’nin benzeridir. Tasavvufta -hâşâ- her-şey
Allah’tan yayılmışken, Big-Bang Teorisi’ne göre ise her-şey o yoğun “süper
tekillikten” yayılmıştır. Bu anlatımların iler-tutar
bir yanları olmadığı gibi, masaldan bir farkları da yoktur. Zâten dindarların
Big-Bang’i kabûl etmesi yada kabûl etmeye
meyyâl olmaları; dîni, tasavvuf
seviyesinde ve bakış-açısında anlamalarındandır. “Tasavvufa
aykırı olmayınca, dîne de aykırı olmamış” düşüncesi
var.
Big-Bang
Teorisi’ni ciddiye aşıp da tartışmaya bile gerek yok. Her-şey o kadar mükemmel
ve bâriz ki; her-şey bir aşamanın olmadığını haykırıyor. Öyle ki; bu haykırışın
sesi kâinâtın her noktasında yankılanıyor.
Big-Bang
Teorisi bir aşamadan bahsettiği için, olacak olan şeyler, sürecin bir ânında
mükemmel yapıda olmayacak ve çok absürd bir yapıda olacaklardır. Yâni ilkel
olacaklardır. Dünyâ’da ve kâinatta ilkel bir şey yoktur ve hiç-bir zaman da olmamıştır.
Mükemmellikten bir-önceki hâl hiç-bir zaman yaşanmamıştır. Çünkü Allah
yaratmanın her ânına hâkim olduğundan, Allah’ın ilkel bir yaratma durumunda
olduğundan bahsetmek gerekecektir. Oysa Allah kusursuz Yaratıcıdır.
Big-Bang’in
mutlak-bir başlangıcı yoktur. Bu yüzden Big-Bang Teorisi en temelinde bilimsel
değildir. Başı-sonu belli olmayan bir teori bilimsel olamaz. Bir teorinin
bilimsel olabilmesi için başının-sonunun bilimsel olarak târif edilebilmesi
gerekir. Lâkin ilk 10-43
sâniye öncesi bilimsel olarak açıklanamıyor. “10-43 sâniyeden önce fizik yasaları yoktu” denir. Fizik-kurallarının
geçersizliğinden bahsediliyor. Hem yasaların geçersizliğinden bahsetmek hem de “fiziğe
göre” bir yaratıştan bahsetmek nasıl bir çelişkidir. Bir kuralın olmadığı yerde
bir hareket de olmaz. Olan şey gerçekten de imkânsızdır ve bu imkânsızlığın
aşılmasının tek-yolu da; “her-şey kemâliyle tamamlanmış şekliyle bir-anda
yaratılmıştır” inancıdır.
Evrende entropi
sürekli artmaktadır. Bu ise evrendeki başlangıç ânında çok düşük entropili bir
başlangıcın olması gerektiği anlamını taşır. Bu olasılığın gerçekleşmesi
imkânsızdır. Roger Penrose, düşük entropili bu başlangıcın gerçekleşme
ihtimâlini 1010123’te 1 olarak
hesaplamıştır. Matematikte 1050’de
1 ihtimâl sıfır sayıldığına göre ve zâten imkânsız olduğu da söylendiğine göre
Allah yaratmayı bildiğimiz yasaların dışında bir yasayla yapmış demektir. O
hâlde bu, mûcize ile bir-anda yaratmanın adıdır. Neden kâinâtın her bir zerresi
bu şekilde yaratılmış olmasın?.
Bir şeyi tam
olarak açıklayamadığınız zaman “rastgele” gibi bir şey söylemiş olursunuz. O
mâlûm sürecin meydana gelmesini “bilincin kontrôlü” sözüyle açıklayamazsınız.
Bu tam bir açıklama değildir. “Bu “bilinç” müdâhalelerini nasıl yaptı” diye
sorulduğunda cevap verilemez çünkü. O yüzden bu ilk-yaratılış için “bir-anda
yaratılma”dan bahsetmek gerekir. Bunun nasıl olacağı sorusuna da sâdece “mûcize”
diye cevap verilebilir.
Canlılardaki
DNA, aminoasit, molekül, atom, protein vs. dizilimleri ile, evrendeki tüm
gök-cisimlerinin dizilimleri, yâni bulundukları yerler, mükemmel olma
bakımından aynıdır. Her iki yapıdaki mevcut dizilme ihtimâlleri aynıdır; yâni
imkânsızdır. Bu dizilim ancak; mûcizeyle açıklanabilir. Buna göre; tüm varlığın
mûcizevi bir şekilde bir-anda yaratılması”ndan bahsetmek kaçınılmaz olur..
İnsan, Kur’ân,
Evren; bu üç varlık nitelik olarak bir-birinin aynısıdır. Allah, Kur’ân’daki
harfleri öyle bir dizmiştir ki; âlimler bu diziliş karşısında hayretler
içerisindedir. İnsan’daki protein ve kromozomları vs. öyle bir dizmiştir ki,
bilim bu konuda suskunluk içerisindedir. Çünkü bu dizilişlerin rasyonel bir
açıklaması yoktur. İşte aynı şekilde, Allah, evrendeki materyâlleri öyle
bir dizmiştir ki, bu dizilişi anlayabilmek ve dolayısıyla anlatabilmek
imkânsızdır. Sâdece ve sâdece mûcize ile açıklanabilir.
Kâinat
yoktan-yokken bir-anda yaratılmıştır ve Allah bu yaratmayı “Bedî” ismiyle
yapmıştır. Bedî; “bir örnek edinmeksizin yaratan”, yâni “yoktan yaratan”
demektir. Zâten yaratmak, “yoktan yaratmak” demektir.
El Bârî ismi de: “Bir kalıptan döker gibi düzgün,
tertipli ve güzel bir şekilde yaratan”; “mahlukların âzâ ve
cihazlarını bir-biriyle uyumlu bir şekilde yaratan”; “her
varlığı kâinattaki umûmi nizâma ve gâyelere uygun bir şekilde yaratan”
demektir. Yâni Allah’ın, Bârî ismiyle yarattığı varlıklarda bir uygunsuzluk,
bir acayip görünüş olmaz. Tam uygun ve güzel görünüşte yaratır Allah. Bârî ismi
“yoktan vâr eden” anlamını da taşır.
“O hâlde yüzünü
bir hanif olarak dîne tut, Allah’ın insanları kendisi üzerine yarattığı
fıtratına. Allah’ın yaratışında değişme yoktur, dosdoğru sâbit din odur.
Fakat insanların çoğu bilmezler” (Rûm 30)
Âyetin
de söylediği gibi; Allah’ın yaratışında bir değişme/başkalaşma/farklılaşma/evrim/tekâmül
yoktur. Allah’ın “ol” demesiyle ilk-başta ortaya çıkan şey zâten “ahsen-i
takvim” yâni “en güzel sûret ve şekilde olan bir yaratma” olduğu için, bu
yaratışın zamanla daha iyiye doğru gideceğini düşünmek -hâşâ- Allah’ın yaratışının
ilk-hâlinin eksik ve hatâlı olduğunu söylemek olur ki bu, “Allah’ı hakkıyla
takdir edememek” demektir. Gerek insanın, gerekse kâinâtın “ol” dendiğinde
ortaya çıkıverdiği o ilk-yaratılıştaki hâli, şu-andaki hâlinin %99.99.99
aynısıdır. “Değişmeler”le düzelen bir insan ve kâinat yoktur. Bu nedenle; bir
“değişim süreci” olan Big-Bang Teorisi yanlıştır.
Birden-bire
ve bir-anda yaratılma şekliyle “tam kemâl” hâlinde yaratılmamış olan şey
işlevsiz kalır ve işlevsiz kalan şey de çürüyüp yok olur gider. Bu nedenle bir
şeyin birden-bire her-şey tamamlanmış olarak yaratılması gerekir.
Modern kozmoloji (evren-bilim) kozmogoniyi
(evren-doğum) açıklayamaz. Klâsik kozmoloji de
tam açıklayamasa da daha derin bir açıklama
yapar. Fakat aslında kâinâtın kozmogonisi yâni
doğumu, “açıklanabilecek” bir şey değildir.
Zîrâ bir-anda mûcizevî olarak yaratılmıştır. Mûcizenin açıklaması yapılamadığı
ve yapılamayacağı için, kâinâtın ilk yaratılışının nasıllığı hiç-bir zaman
bilinemez. Zâten o “ilk
yaratılışın” bilinemezliğidir insanlara aşamalı ve ayrıntılı bir süreci düşündürten.
Bir
çocuk, kâinâtın mekânına dışarıdan bakarken bir-anda kâinâtın tam-teşekkülü bir
şekilde oluşuverdiğini görseydi hiç şaşırmazdı. Zîrâ ön-kabûlü yoktur. Buna en
çok şaşıracak olanlar, ön-kabûlleri olanlardır.
Big-Bang
Teorisi’nin Çelişkileri
Teori çelişkilerle doludur. Teoriye göre Big-Bang’den kısa bir
süre sonra madde ve anti-maddenin çarpışarak birbirlerini imhâ etmelerinden
dolayı evrendeki tüm maddenin yok olması gerekiyordu. “CP (Charge Parity)
İhlâli” denilen ve “doğanın maddeyi neden anti-maddeye tercih etmesi” olayı.
Oysa böyle olmadı ve kâinât, galaksiler ve gezegenler bu maddeden oluştu.
Bakın burası
çok önemli: Şöyle deniyor: “Big Bang’den sonra açığa çıkan protonlar ile
anti-protonlar ve nötronlar ile anti-nötronlar bir-birini yok eder. Canlılığın
oluşabilmesi için proton sayısının anti-protonlardan ve nötron sayısının
anti-nötronlardan çok olması gerekiyordu ve öyle olmuştur”. İyi de, bu durumda
“çifti olmayan proton ve nötronlar”dan bahsetmemiz gerekecektir. Peki bu fazla
olan proton ve nötronların çiftleri yok mu?. Çünkü Allah, çifti olmayan bir şey
yaratmamıştır. Çiftleri varsa zâten yok olmalıydılar. Bir müslüman için
bunu es geçmek olmaz. (Tabi biz bu delîli inançlı kesim için veriyoruz).
“Parçacık
fiziği teorileri, evrenin ilk oluşum aşamalarında madde ve karşı-maddenin aynı
miktarda olmasını gerektirir. Ama bugün karşı-madde yok denecek kadar azdır ve
bu madde-karşı-madde dengesizliği bir muammâ olmaya devâm etmektedir.
“Her
şeyden de iki çift yarattık, olur ki inceden-inceye düşünürsünüz” (Zâriyat 49).
Şimdi şöyle bir soru sormak lazım; Bir
şeyin çiftinin olmadığı bir zaman var mıydı?. Yoktu. Çünkü ilk çift aynı-anda
ve bir-anda yaratılmıştır.
Steven Weinberg: “Evren’de ilk bir-kaç dakîkada
gerçekten de eşit sayıda parçacık ve karşıt parçacık oluşmuş olsaydı, sıcaklık
bir milyar derecenin altına düştüğünde, bunların tümü yok olur ve ışınım dışında
hiç-bir şey kalmazdı. Bu olasılığa karşı çok iyi bir kanıt vardır: Var olmamız.
Parçacık ve karşı parçacıkların yok olmasının ardından şimdiki Evren’in maddesini
sağlamak üzere geriye bir şeylerin kalabilmesi için, pozitronlardan biraz daha çok
elektron, anti-protonlardan biraz daha çok proton ve anti-nötronlardan biraz
daha çok nötron vâr olmalıydı”.
Buna göre, evrenin oluşumu
aşamasında bir süreliğine de olsa “çifti olmayan parçacık demetleri” bulunmuş.
Bu durum dîni hesâba katmayanlar için normâl olarak görülebilir es geçilebilir
belki ama, vahyi hesâba katanlar için böyle bir şey mümkün değildir. Zîrâ Allah
her-şeyi çift yarattığını söylemektedir. Çifti olmayan parçacık olmadığı gibi,
“bir süreliğine çifti olmayan bir parçacık” da olmamıştır. Çiftsiz bir parçacık
kîanatta hiç-bir zaman bulunmamıştır.
20 milyar
ışık-yılı uzaklıkta yıldızlar saptandı. Bu şu demek; o yıldızların ışığı bize
20 milyar yılda geliyor. 13.7 milyar yıllık Big-Bang Teorisi bu durumda iptâl
olur, çünkü ışığı 20 milyar yılda gelen yıldızlar var. Bunların yaşı Big-Bang’den
daha eski.
Evrenin
her-hangi bir yerinde 12 milyar ışık-yılı uzaklıkta galaksiler bulunur. Bunlar
patlamadan sonra ne zaman oraya gittiler ve yıldızlaştılar, sonra, oluşan
yıldızların ışığı bize nasıl 13.7 milyar yılda gelebiliyor?. 12 gidiş, 12
geliş, 5 de yıldız oluşumu 29 eder. Yâni bu sürecin en az 29 milyar yıl olması
lâzım.
Bulutsuları
bir noktaya çökertip tepkimeyi başlatacak olan çekim-gücü nedir?. Hidrojen bunu
yapamaz, çünkü yapısı uygun değildir.
Entropinin
nedeni protonun yarılanma ömrüdür. Entropiye göre protonun bu kadar zamandır
(13,7 milyar yıldır) bozunmuş olması gerekirdi.
Anti-maddenin
nerede olduğunu sormak bile fiziği çökertmeye yeterlidir. Çünkü Teori’ye göre
başlangıçta madde ve anti-madde eşit idi ve çarpıştıkça bir-birlerini yok
ediyorlardı. Eşit miktarda bir yok olma olduysa neden şu-anda madde
anti-maddeden daha fazla?.
Big-Bang Teorisi, Termodinamiğin 2. Yasası olan Entropi Kânunu’yla da
çelişir. Entropi Kânunu’na göre her-şey doğal hâlinde bırakıldığında zamanla
bozulmaya doğru gider, oysa Big-Bang Teorisi’ne göre her-şey zamanla düzelmeye
doğru gitmiştir. Bu, iki bilimsel(!) olgunun çelişmesi demektir.
Teoriye göre Big-Bang'den kısa bir süre sonra madde ve
anti-maddenin çarpışarak bir-birlerini imhâ etmelerinden dolayı evrendeki tüm
maddenin yok olması gerekiyordu. “CP (Charge Parity) İhlâli” denilen ve “doğanın
maddeyi neden anti-maddeye tercih etmesi” olayı. Oysa böyle olmadı ve kâinât,
galaksiler ve gezegenler bu maddeden oluştu. Bunun açıklaması nasıl
yapılacaktır?.
Zâten ilk başta tekillik de bir sorundur.
Big-Bang tekilliğinin daha başlangıcında madde ve anti-madde birlikte
bulunacağı için birbirini yok etmesi kaçınılmaz olurdu. “Parçacıklar
anti-maddesinden daha çoktu” denemez. Çünkü oluşum aşamalı olacağından
dolayı bir tarafın fazlalaşması olmaz. Bir taraf fazlalaşamadan yok olma
gerçekleşirdi çünkü. Bu yüzden her-hangi bir tekillikten bahsedilemez.
Patlayan
şey nedir ve nerede patlamıştır?. Bu sorunun cevâbı yoksa, diğer cevaplar
anlamsızlaşır.
Big-Bang
Teorisi’ni afallatan bir çelişki de şudur: Patlamayı-açılmayı kabûl ettiğimizde
zorunlu olarak, patlayan/açılan/yarılan bir şeyi de kabûl etmemiz gerekir. O
hâlde o patlayan şey de madde/ilk-madde (enerji de bir maddedir ya) olur ve o
şey her-zaman “orada olan” bir şey olmak zorundadır. O hâlde zaman neden
Planck-zamânından sonra başlasın?. Çünkü bu-durumda bir “yokluktan varlığa
geçiş”ten değil; “varlıktan varlığa geçiş”ten bahsetmemiz gerekir ki, bu,
kapalı-evren yada “açılıp-kapanan evren” modelini tasdik etmektir. Bu-durumda “ilk
madde”ye göre 13.7 milyar yıllık yaş da anlamsızlaşacağından, Big-Bang Teorisi’ni
çöpe atmak gerekir. Zîrâ ilk varlık olan sonsuz yoğunluktaki tekillik-enerji
zâten orada belli olmayan bir zamandan bêri durmaktadır. O zaman evrenin yaşı,
belirsizliğin diğer adı olan “sonsuz” yaştır. Bu ise bir çıkmazdır, çelişkidir.
Çok
büyük-kütleli nesnelerin, ışığın bile kaçamayacağı güçte çekim-alanları
oluşturacağı, dolayısıyla tek bir noktada birikmiş tüm evren kütlesinin
dağılmasına imkân olmayacağı, yâni evrenin doğmasının mümkün olmadığı da bir
gerçektir.
Michael Rivero, “tekillik” ve “yaş” sorunlarını şöyle
sıralar:
“Big-Bang teorisinin en
büyük çelişkisi muhtemelen tekillik sorunudur. Bu “ilk evrensel yumurta”,
süper-kütleli bir kara-delik olmak zorundadır. Dolayısıyla, hangi büyüklükte
olursa-olsun, hiç-bir patlama evreni ortaya çıkarmaya yetmeyecektir. Big-Bang Teorisi’ni
savunmaya hevesli kozmologlar, fizik-kânunlarının, gravitenin vs. evrenin ilk
bir-kaç sâniyesinde geçerli olmadığını savunmaktadır. Mevcut Big-Bang Teorisine
göre, evren 3 sâniye kadar kuralsız bir dönem yaşamıştır ve bildiğimiz
fizik-kânunları (çekim bunların arasında olmak üzere) ancak bundan sonra
geçerli olmaya ve kendini göstermeye başlamıştır.
Fakat şöyle bir problem
var. İlk evrensel yumurta tarafından oluşturulmuş tekillik oldukça büyüktür.
Evrenin toplam kütlesine dâir tahminler değişmektedir, fakat mevcut
tahminlerden biri 2.6x1060'tır. Kütleden, tekilliğin olay-ufku
hesaplanabilir. Buradan ışık-yılları genişliğinde bir olay-ufku ortaya
çıkmaktadır. Yâni kısacası, Big-Bang Teorisyenlerinin evrenin günümüzdeki gibi
işlemeye başladığını iddia ettiği anda, evrenin tüm kütlesi, kendi
çekim-alanının yarattığı olay ufkunun hâlâ içinde olmak durumundadır. Dolayısıyla,
Big-Bang, günümüzde târif edilen şekliyle gördüğümüz evreni ortaya çıkartamaz. Üç
sâniye sonra, yâni günümüzde bildiğimiz şekilde işlemeye başladığı anda, kendi
çekim-alanının hâlâ etkisinde olmalıdır, dolayısıyla ışık-hızını aşan bir
kaçış-hızına ulaşamayıp kendi üzerine çökmek durumundadır.
Bu düşünce-deneyi
açısından farz-edelim ki, Tanrı elindeki sihirli değneği salladı ve evren
Big-Bang yoluyla ortaya çıktı ve de kendi çekim-alanından kurtulmayı başardı. 2.6x1060'lık bir kütle/enerji bir
süper süpernova’ya eş-değer sıcaklık ve basınç durumu ortaya çıkaracaktır.
Biliyoruz ki bu koşullarda ağır elementler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla,
evren ilk-zamanlarında bildiğimiz tüm ağır elementleri ortaya çıkarmış
olmalıdır. Peki o zaman Population
II türü yıldızları nasıl açıklayacağız?. Population II türü yıldızlar,
içlerinde hiç-bir ağır element olmayan yıldızlardır. Ömürlerinin sonunda
patladıklarında ağır elementler ortaya çıkar. Bunlar çevredeki yıldızlar
tarafından süpürülür ve Population I yıldızlar ortaya çıkar, genellikle
etraflarındaki gezegenlerle birlikte. Population I yıldızların ağır elementleri
vardır. Population II yıldızların ise yoktur. Dolayısıyla, Big-Bang
doğruysa, evren, bildiğimiz kurallara uyacak şekilde işlemeye başladığı
ilk-anlarda ortaya çıkmış ağır elementlerle dolu olmalıdır. Bu elementleri
içinde barındırmayan yıldızlar mevcut olmamalıdır. Fakat böyle yıldızlar
vardır. Population II yıldızların varlığı, Big-Bang teorisi ile açıkça çelişki
içindedir.
Big-Bang'in 14 milyar yıl önce olduğu düşünülmektedir.
Evrende gözlenen en uzak cisim 13 milyar ışık-yılı uzaklıktadır ve evren sâdece
750 milyon yaşındayken ortaya çıktığı düşünülmektedir. Çünkü Big-Bang'den
ortaya çıkan maddenin yıldız oluşturması en az o kadar süre gerektirmektedir. Fakat
bir problem vardır; 13 milyar ışık-yılı ötedeki cisimleri biz bu-günkü
hâlleriyle ve bu-günkü yerlerinde değil, 13 milyar yıl önceki hâlleriyle ve
bizim bulunduğumuz noktadan 13 milyar ötedeki şekliyle görüyoruz. Dolayısıyla,
bu galaksinin Big-Bang’den 750 milyon yıl sonra, Dünyâ’dan 13 milyar ışık yılı
uzakta yer alabilmesi için, 750 yıl içinde 13 milyar ışık yıllık mesâfe
katetmiş olması gerekmektedir. Bu ise söz-konusu galaksinin ışık-hızının 17
katından daha hızlı hareket etmiş olmasını gerektirmektedir ki Big-Bang
savunucularına göre gerçekten de evren ilk 3 sâniyeden sonra bir süre bu hızda
genişlemiştir(?). Yâni aynen “Epicycle Teorisinde” olduğu gibi, Teori ile
uyuşmayan veriler ortaya çıktıkça, bu veriler zorla Teori’ye sığdırılmaya
çalışılmaktadır”.
Çelişkileri bu
şekilde sıralayan Michael Rivero:
“Ama
yukarıda bahsettiğim diğer tüm problemlerin o aşamada farkında olunsaydı, bu Teori
çözdüğünden çok daha fazla problem ortaya çıkarıyor deyip, daha henüz kabûl
etmeden Lamaitre’in teorisini rafa kaldırırlardı” der.
Kâinâtın yaratılışı
zinhar bilim-adamlarının dediği gibi değildir. Zâten onların dediği gibi
olsaydı, âyetin dediği gibi olurdu:
“Eğer hak, onların hevâ(istek ve
tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde
olan herkes (ve her-şey) bozulmaya uğrardı. Hayır, biz onlara kendi şan ve
şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz
çeviriyorlar” (Mü’minûn
71).
Kâinât
yalnızca 10.000 yaşındadır ve mûcizevî bir yaratılışla bir-anda yaratılmıştır.
Big-Bang
Teorisi, modern bir “yaratılış destânı”dır. Bir bilim-kurgu destânıdır Big-Bang. Fantastik bir romanın konusu olabilir
ancak.
Nazife
Şişman şöyle der:
“Bilim-târihinde sık telaffuz edilen bir söz vardır: ‘Her kültür kendi gökyüzüne bakar ve
her kültür kendi gökyüzünü yaratır’. İşte bilgi üretimini sağlayan bu kavramsal
şemaya paradigma denir. Thomas Kuhn, paradigmayı belirli bir bilim-adamları
topluluğunun paylaştığı ortak değerler, inançlar ve anlayışların oluşturduğu
düzlem olarak tanımlamış ve bilgi üretimini mümkün kılan kavramsal şemanın,
zaman içinde değişebileceğini vurgulamıştı.
İki yüzyıldır batı’lı modern-bilim
paradigmasıyla kendi insan, kâinât ve yaratıcı tasavvurumuza dayanan paradigma
arasındaki karşıtlık ve çatışmadan muzdaribiz. 18. yüzyıldan îtibâren batı’lı
modern-bilim paradigması, hâkimiyetini îlân etmişti. Ama bu îlân esnâsında
kendisini ‘paradigmalardan bir paradigma’ olarak değil, gerçeği keşfedecek
yegâne yöntem ve ‘evrensel bilgiye giden yol olarak’ sunmuştu. Batı’nın askerî,
siyâsî ve iktisâdî hegemonyası, Sanâyi İnkılâbı’yla birlikte bilimin
teknolojiye ivme kazandıran yönünün ortaya çıkardığı göz kamaştırıcı
‘başarılar’la birleşince, batı’lı modern-bilim, insan ve kâinatla ilgili söz
söyleyebilecek bir iktidar konumuna taşındı”.
Allah Kur’ân’da şöyle der: “De
ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir
bakın, sonra Allah âhiret yaratmasını (veyâ son yaratmayı) da inşâ edip
yaratacaktır. Şüphesiz Allah her-şeye güç yetirendir” (Ankebût 20).
Âyete göre yaratılışın nasıl
başladığını öğrenmek için yeryüzünü gezmek gerekiyor. Oysa araştırmacılar
yaratılışın nasıl başladığını, kâinâtın uzak bölgelerine bakarak anlamaya
çalışıyorlar ama ya yanlış anlıyorlar yada hiç anlamıyorlar. Zîrâ “dönüp duran
gök”e bakarak kesin ve doğru bir bilgiye ve anlayışa ulaşılamaz.
Evet; Big-Bang Teroisi bir teori değil, bir senaryodur.
Seküler paradigmanın ortaya attığı bir senaryo.
(Not: Bu
konuda çok daha geniş bilgi için: http://777has444.blogspot.com.tr/2015/02/10000-teorisi-ve-big-bangin-cokusu.html).
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2016