15 Nisan 2017 Cumartesi

Evet-Hayır 'Oy'unu


“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).  

80’li yılların popüler yarışmalarından biri olan “evet-hayır yarışması”nın siyâsi alandaki farklı bir versiyonu referandumlarda kendini gösterir. Referandumlarda bir şeyin kabûl edilip-edilmemesi, halkın “evet”i mi yoksa “hayır”ı mı daha çok işâretleyeceği ile alâkalıdır. Bu evet-hayır seçimi, evet-hayır yarışması yada oyunu gibidir. Fakat sistem, insanlardan evet-hayır kelimelerini kullanmamalarını değil, bu iki kelimeden birini mutlakâ ve mutlakâ kullanmalarını ister. Hattâ “evet” ve “hayır” kelimelerinden başka bir kelime kullanmamalarını, sâdece bu iki kelimeden birini kullanmaları şarttır. Sistem, halktan, “evet” yada “hayır” şıklarından birini söylemelerini, kararsız kalarak başlarını emme-basma tulumba gibi sallamamalarını, yada bu seçime katılmaktan uzak durmamalarını ve sandığa gidip bu iki şıktan birini işâretlemelerini söyler. Yâni mutlakâ sandığa gidilip o işâretleme yapılmalıdır. Zîrâ sandığa gitmemek “sistem”e îtirâz olur. Hattâ bâzılarına göre sandığa gidip de iki seçenekten birini işâretlememek yâni evet-hayır ‘oy’ununa katılmamak, ya vatan hâinliğine, yada dinden çıkmaya sebep olur.  

Referandumlarda insanlar neye “evet” ve neye “hayır” dediklerini genelde bilmezler. Zâten birileri de halktan, “sorgusuz-suâlsiz ve bilinçsiz bir şekilde” bu oyuna katılmalarını istemektedir. Aslında demokrasinin fiili hâli olan oy kullanma; insanların genelinin, akıllarını işleterek değil, duygularına kapılarak, inançlarına yada zanlarına göre yaptıkları seçimlerdir. Böyle olunca da “siyâsi bir furya” yakalamak çok kolay oluyor. İşte bunun gibi; 16 Nîsan 2017 yılında yapılacak olan referandum da, insanların yeniden evet-hayır seçeneklerinden birini işâretleyecekleri fakat bunu bilinçli bir şekilde değil de, birine yada diğerlerine olan sevgi yada öfkelerine göre yapacaklardır. İnsanlar düşünerek ve tartarak bir karâra varacak değillerdir. Demokrasilerde bilinçli tercihler yapıl(a)maz çünkü. İnsanlar kendince, güvenip sevdiği yada kızıp sevmediği kişiye-kişilere “evet” yada “hayır” diyerek destek yada köstek olacaklardır.

Şurası kesin ki, halkın büyük çoğunluğu yapılacak bu referandumda ne için oy kullanacaklarının farkında değildirler. Dolayısı ile bu durum, “boş kağıdın altına imzâ” atmak gibidir. Atılan imzânın üstüne neler yazılacağının yada üstünün nasıl doldurulacağının bilincinde değillerdir. Bunu umursamazlar da. İmzâ bir kere atıldığında ise, üstüne yazılan ne olursa-olsun o imzâyı atanlar bundan pişmân olmayacaklar ve attıkları imzâyı yine de savunmaya devâm edeceklerdir. Sonuç kötü de olsa, bu “çoğunluk” için önemli değildir. Birileri ağzında kuş tutsa da, yada ülkeyi ve halkı çok büyük zararlara sokmuş olsa da, kişilerin görüşleri yine de değişmeyecektir. Zîrâ çoğunluk, desteklediği yada kösteklediği odaklara ya güvenmiştir yada kuşku duymaktadır ve ona dost yada düşman olmuştur. Böyle olunca da iki kesim arasında sonu gelmeyen ve bir katkısı da olmayan tartışmalar yapılır ve çeşitli yalanlar da söylenir ve “evet”çiler ve “hayır”cılar insanları farklı açılardan aldatırlar ve korkuturlar. Korkulması gereken şey “vatanın, lâikliğin, cumhuriyetin vs. elden gitmesi” yada görece “eski kötü günlere dönüş”tür.

“Hayır”cılar “evet”çileri “vatanı satanlar” olarak suçlarken; “evet”çiler de “hayır”cıları “ülkenin gelişmesini önlemekle” suçlarlar. Yok savaş çıkarmış, yok ülke batarmış.. vs. İyi de siyâsiler; iktidârı olsun muhâlefeti olsun, bu tür korkutmaları her zaman yapıyorlar. Zâten bu tür sahte korkutmalardan geçiniyorlar. Yine; bunun için demagoji yapıyorlar, popülizm sergiliyorlar. Meselâ en son seçimden önce de benzer korkutmaları yapıyorlardı. Ee ne oldu?. Hiç-bir şey olmadı. Yâni değişen bir-şey yok. Şimdi de; “evet” dense de “hayır” dense de yâni hangi sonuç çıksa da halk için bir şey değişmeyecek. Bir-önceki seçimde, şu-andaki parlamenter sistem için oy istenmiyor muydu?. Başbakanlık için istenen oy için yapılan uyarıların ve korkutmaların aynısı, şimdi de “başkanlık sistemi” için yapılıyor. Amaç, köprüyü geçene kadar yalan-dolanla halkı provoke etmektir. Fakat mü’minler bu oyuna kanmazlar ve âlet de olmazlar. Onlar için Hakkın hâkim olmasından başka bir seçenek yoktur. Hakkın dengi olan başka bir şey olmadığından, Hakkın zıddı mecbûren bâtıldır. Hak ile bâtıl bir-araya getirilemeyeceği için bir kıyaslama da yapılamayacağından, Hak ile bâtıl arasında bir seçim de olamaz. Zâten “birileri” için esas sorun da budur.

“Evet” ve “hayır” seçeneklerini işâretleyerek yapılacak olan seçim, “sistem”i korumanın bir kabaresidir. Tiyatro farklı bir perdede devâm edecektir ve evet-hayır oyunu, “küresel liberâl demokrasi oyunu”nun devâm etmesini sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Gariban yine gariban; mazlum yine mazlum; zâlim yine zâlim kalmaya devâm edecektir. Zîrâ sistemin kendisi zâlimdir. Ha “evet” çıkmış, ha “hayır”. Aslında çıkan sonuç “ha-vet” olacaktır ve “ha-vet” kazanacaktır. Zîrâ sistem, “ha-vet”ten geçinmektedir. Hak, hakîkat ve adâlet adına hiç-bir şey fark-etmeyecek ve halkın geneli için olumlu anlamda değişen hiç-bir şey olmayacaktır. Sâdece, “zâten ayrıcalıklı olan” bâzı siyâsilerin yetkilerinde ve “birileri”nin çıkarlarında olumlu-olumsuz değişmeler olacaktır. Bu değişim zâten hep oluyordu ama artık söz-konusu “değişim” birileri için daha hızlı olurken, bir diğerleri için daha yavaş olacaktır. Yâni evet-hayır oyunu bir “sistem-içi çıkar savaşı”dır. Halkın geneli ise bu oyunun nesneleridir. Ne ilginçtir ki her zaman tutan bir oyundur bu. Zîrâ zihinleri-aklı blôke edip, duyguları harekete geçiren ve duygulara ve çıkarlara göre hareket ettiren bir sistemdir bu.  

Aslında sürekli olarak “sistem” kazanmaktadır. Meselâ anayasanın ilk 4 maddesi yine olduğu gibi kalacağı için, yine lâik-Kemalist-demokratik-liberâl “sistem” kazanacaktır. Buna; “6 Ok” yine geçerli olacağı için “yine CHP kazanacaktır” da denebilir. Bu nedenle evet yada hayır çıkması sistem için çok da fark etmez. Zâten kısa-zaman önce birbirlerine olmadık hakâretler edip ağır sözler söyleyebilenler, hemen sonra ortaklık kurarak evet-hayır oyununu yönetebilmektedirler. Fakat insanlar şunu iyi bilmeli ve anlamalıdırlar ki, bu “sistem”, “İslâm’ın yerine ikâme edilmiş” bir sistemdir. Bu nedenle de tek kaybeden İslâm yada daha doğrusu -İslâm hiç-bir zaman kaybetmeyeceği için-, kaybedenler her zaman müslümanlar olacak, kazanan ise her zaman “sistem” olacaktır. Ahmet Kalkan bu konuda şöyle der:

“Küfür idâresini namaz kılan yönetse ne olur, namaz kılmayan insan yönetse ne olur?, biz hükümete mi devlete mi tâlip olmalıyız?. Halk hiç-bir zaman idârede değildir, memleket her-zaman Atatürk’ün ilkelerine göre idâre edilir. Bu nedenle her-zaman CHP iktidardadır. Bütün partiler o ilkelere bağlı olmak zorundadır”.

Baksanıza; Doğu Perinçek de, belki de “kapalı kapılar ardındaki anlaşma”nın bir yankısı olarak; “Tayyib Erdoğan’ı desteklemek, Perinçek’i desteklemektir” diyor.

Tayyip Erdoğan ve AKP, referandumdan “evet” çıktığında kazanacağı gibi, “hayır” çıksa da kazanır. Bu durumu kullanırlar çünkü. Herhangi bir kötü durumda “bak, ‘hayır’ dediniz böyle oldu” derler. Tabi bu durum muhâlefet için de geçerlidir ve onlar da “bak, ‘evet’ dediniz böyle oldu” derler. Demokrasilerde onu kullananlar için “çâre” tükenmez; zîrâ demokrasi münâfık karakterlidir.

Evet-hayır oyunu öyle bir hipnoza sokmuş ki insanları, derin bir uykuya dalmışlar ve neredeyse hiç kimse hakîkatten bahsetmiyor ve de hakîkat diye bir şey olduğundan haberleri bile yok. “Bir ihtimâl daha var” dediğimde ve İslâm’ın hâkimiyetinden bahsettiğimde; “evet, tabi en güzeli o, keşke İslâm olsa” diyorlar fakat; “o hâlde oy kullanmayın da bir sinerji oluşsun ve İslâm seçeneği konuşulmaya başlasın” dediğimde de; gerek cehâletten, gerekse de sisteme olan alışkanlıktan ve sistemden görece memnun olmaktan dolayı; “o olacak iş değil?” diyerek konuyu hemen değiştiriyorlar. Hattâ bu konudan bahsedenleri “boş işlerle uğraşmakla” ve daha da kötüsü “anarşist” olmakla suçluyorlar.  

Oysa barışı ikâme etmenin, batışı engellemenin ve zulmü ber-tarâf etmenin yegâne yolu; evet-hayır oyunundan uzak durarak, başta şeytana olmak üzere, tâğuta, tâğutun taşeronlarına ve uşaklarına, lâik-seküler-demokratik-kapitâlist-liberâl-konformist-modernist-emperyâlist zâlim sisteme çok güçlü bir sesle “lâ” demekten geçer. Daha sonra da “illallah” demeye sıra gelmelidir. Gerisi lâf-ı güzaftır; oyun-oyalanma ve hevâ-hevestir. Allah’ın, kâinatın her noktasında hüküm süren sünnetullahı yâni yasaları, insanlar arasında da hâkim olmadıkça hiç-bir zaman adâlet ortaya konul(a)mayacak; zulüm ve mazlûmiyet yok edilerek huzûra kavuşulamayacaktır. Zulüm sürdükçe de başta ümmet coğrafyası olmak üzere tüm mazlum coğrafyadan iniltiler gelmeye devâm edecektir.

Halk, mevcut gidişâtı “hakîkat” zannetmektedir. Hele müslümanların, bir zamanlar şirk olarak görüp de küfrettikleri demokrasiyi şimdilerde “İslâm’ın-Kur’ân’ın ideolojisi” olarak görmelerine ve kabûl etmelerine ne demeli?. Geneli “evet”çi olan müslüman kesimin “hayır” oyu atacak olanlara bir zavallı gibi baktıkları ve hattâ onları kâfir gibi görmeleri ve; geneli “hayır”cı olan lâik kesimin “evet” oyu atacak olanları “câhil” olarak görmeleri ve yobaz îlan etmeleri, “oyun”un amacıdır. Böylece toplum en azından ikiye bölünecek ve özünde “bölücü” olan bu “seküler sistem” geçerliliğini sürdürebilecektir.

“Hayır”cı ve “evet”çi grupların her-biri hırsla ve körü-körüne kendi doğrusunu övmekte ve korumak istemektedir. Oysa Allah, müslümanları bu konuda uyarmaktadır:

“(O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça-parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır” (Rûm 32).

“Gerçek şu ki, dinlerini parça-parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir” (En-âm 159).

Halk sürekli olarak bir korku hâlindedir ve bu hâlde bırakılmak istenmektedir. Zîrâ dediğimiz gibi, seküler politika bu korkulardan beslenmektedir. Bu korku, Allah hesâba katılmadığı için sürekli yeşermekte ve canlı durmaktadır. “Hayır” diyecek olanlar da “evet” diyecek olanlar da korku hâlindedirler. İki kesim de, kendi istekleri olmadığında memleketin zarar göreceğini ve hattâ çökeceğini söylemektedir. Oysa asıl korkulması ve sakınılması gereken şey, Allah’tan başkalarına hüküm koyma yetkisi vererek yâni oy kullanarak İlâhi sisteme aykırı iş yapmış olmaktır. Zîrâ İlâhi olana aykırı davranılmaktadır ve bu aykırı davranış hem Dünyâ’da hem de âhirette azâba neden olacaktır:

“Hüküm yalnız Allah’ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur. Ama insanların çoğu bilmiyorlar” (Yûsuf 40).

Birilerinin iktidârı ne kadar güçlenirse, Allah’ın iktidârı Dünyâ’da -görece- o oranda azalır. Bu evet-hayır oyunu ve tiyatrosu, “iktidârı ve muktediri daha fazla güçlendirelim mi, güçlendirmeyelim mi” oyunu ve tiyatrosudur. Fakat bu sırada kâlplerin köreldiği ve âhiretin heder edildiği göz-ardı edilmektedir. Zîrâ Allah’ın sistemine aykırı bir sistem için düşünce ve amelde-eylemde bulunulmaktadır. İslâm Allah’ın dînidir. Lâik-demokratik-liberâl sistem ise tâğutun dîni. Bir tarafta Allah-merkezli bir din varken, onun karşısında insan/beşer-merkezli bâtıl bir din vardır. O hâlde evet-hayır oyunu ve seçimi, bir “din seçme ‘oy’unu”dur. İşte Allah böyle bir oyuna âlet olmamamızı emretmektedir:  

“Peki onlar, Allah’ın dîninden başka bir din mi arıyorlar?. Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedirler” (Âl-i İmran 83).

Oy kullanma eyleminin ideolojisi olan demokrasi, bir tefrika kaynağıdır. Bunu partiler aracılığı ile yapar. Partiler tefrikanın başlatıcısı ve sürdürücüsüdürler. Demokrasi tefrikanın kaynağıdır. Demokrasinin eylem-şekli olan oy verme, bir fırkalaşmadır. Daha ânında tefrikayı başlatır ve “evet”çiler ve “hayır”cılar diye toplumu ikiye böler. Öyle ki, kardeşi kardeşe düşman yapar. Bu düşmanlık, kişiye kendi desteklediğinin çirkin yüzünü gizler. O hâlde tefrika, çirkinliğin gizlenmesi görevini de yapmaktadır. Zîrâ partiler-hizipler hiç-bir zaman birbiriyle tam olarak anlaşamazlar ve bu nedenle de birbirlerine düşman olurlar. İnsanlar çeşitli sıkıntılara tefrika nedeniyle düş(ürül)mektedir. O hâlde oy vermek tefrikaya sebep olması nedeniyle hem bir fitne, hem de Allah’tan başkalarına hüküm yetkisi verilmesi nedeniyle şirktir. Seküler siyâsetin lîderleri kendilerine tâbi olanları çeşitli şekillerde hem aptallaştırırlar, hem de fırkalara bölerler. Bu şekilde bir politikaya başvurmalarının nedeni, halkın daha kolay yönetilmesi yada sömürülmesidir. Tüm İslâm-hak-hakîkat-adâlet düşmanları hep bu yola başvurmuşlardır-başvurmaktadırlar:

“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını bir-takım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı” (Kasas 4).

Firavun ve Firavun’un modern tâkipçileri hep aynı yöntemi kullanırlar. Halka başka bir seçenek bırakmazlar. Onları küçük ve güçsüz bıraktıklarından, halk, “acaba bu sefer daha iyi olacak mı” umûduyla onlara kanar. Güçsüz düşürülmüş ve ezilmektedirler çünkü. Halk, bu nedenle câhil kalmıştır. Aslında câhil bırakılmıştır. Dolayısı ile vaziyeti doğru değerlendirememektedir. “Çeşme”nin başını tutmuş olanlara güvenmekten başka seçeneği yoktur. Eleştiri, îtirâz ve isyân etmeyi bilmez. Sonuçta halkın geneli için olumlu anlamda değişen bir şey olmaz yada durumu daha da kötüleşir.

Kur’ân, müslümanlara açıkça; “demokrasiye kanıp da fırkalaşmayın” ve “fırkalara ayrılanlarla muhâtap olmayın” diyor:

“Onlar, işlerini kendi aralarında parça-parça dağıttılar (dinlerinde bölünmeler yaptılar); hepsi bize döneceklerdir” (Enbiyâ 93).

 “Gerçek şu ki, dinlerini parça-parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç-bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah’adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir” (En-âm 159).

“Evet” çıksa da “hayır” çıksa da kaybettiği zannedilen “elit”ler yalnızca “kârdan zarar” edeceklerdir. “Görece bir kayıp” olacaktır bu. Meselâ Tayip Erdoğan için “evet” yada “hayır” çıksa ne fark eder?. “Evet” çıkarsa daha bir rahatlayacak ve mevcut gidişâtı “başı daha az ağrıyarak” sürdürecek; “hayır” çıkarsa da mevcut sürece devâm edecektir ve o mevcut süreç seçim-öncesinde söylendiği gibi “kötü” olmayacaktır. Genel halk ise her zamanki gibi faturayı ödemeye devâm edecektir. Zîrâ “evet” diyenler de “hayır” diyenler de âit oldukları ve destek verdiklerine ve sisteme yâni demokrasiye hiç-bir zaman “hayır” demiyorlar, diyemiyorlar. Bu sisteme “evet” yada “hayır” demeyi bırakıp güçlü bir “lâ” çekemedikleri müddetçe de değişen bir şey olmayacaktır.

İnsanlar, destekledikleri kişilerin kazanmasından çok, nefret ettikleri kişinin yada kişilerin kaybetmesi için oy kullanıyorlar. Hüseyin Alan bu konuda şöyle der:

“Modernleşme sürecinde kamplaşan toplumsal yapının tipik rekâbeti şu misâlle îzah edilebilir: Bu memlekette ne zaman seçim yapılsa sandıkta oy kullananlar “bizi şu şartlarda olmak kaydıyla bunlar yönetsin” diye siyâsi bir tercih yapmıyor, onun yerine “bizi şunlar yönetmesin” diye oy kullanıyorlar. Nitekim her seçim sonrası kendi partisine oy verenlere “neden onlara oy verdiği” sorulduğunda alınan cevap hep aynıdır: “ne yâni, diğerlerine mi verseydik” yada; “bizi onlar mı yönetseydi?”.

(Dünküler gibi) Bugünkü devletin de vâr oluş gerekçesi, insanları mevcut devlete itaate yönlendiren ideolojik iknâ yöntemi aynı: “Ben olmazsam istikrar bozulur. Güvenlik tehlikeye girer. İç savaş/terör çıkar. Düzen bozulur. Mal ve can emniyeti kalmaz”. Oysa bunların tümü halkın değil, mevcut düzenden istifâde edenlerin sorunudur. Halk dün de, bugün de halktır çünkü!.

Sistem diyor ki; “Ey seçmenler!; kararsız kalarak başınızı emme-basma tulumba gibi sallamayacaksınız. Ya “evet” diyeceksiniz yada “hayır” diyeceksiniz. Zinhar farklı bir şey aklınızın ucundan bile geçmeyecek. Oysa İslâm şöyle diyor:

“Allah’tan başka bir hüküm koyucu mu (hakem) arayayım?. Oysa O, size Kitabı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu hâlde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.!” (En-âm 114).

Referandum, “başbakanlık kalksın mı kalkmasın mı” seçimidir. Yada aslında; “zâten, sâdece resmî anlamda vâr olan ama irâdesi olmayan bir başbakanlıkta devam mı edilsin; yoksa gerçek anlamda yürürlükte olmayan başbakanlık resmî olarak da yürürlükten kalksın mı” seçimidir yapılacak olan. Dolayısı ile bu referandum; “Tayyip Erdoğan’ın, zâten sürdürdüğü siyâset ve irâdesi resmîleşsin mi, resmîleşmesin mi?. Tayyip Erdoğan, irâde ve isteklerini mevcut hâldeki gibi “dolaylı yoldan” yapmaya devâm etsin mi, yoksa devâm etmeyip de yapacaklarını “direkt yapma yetkisi” verelim mi” seçimidir. Dolayısı ile “hayır” diyecek olanlar, Tayyip Erdoğan’ın şu-anki pozisyonuna devâm etmesini isteyenler olacaktır. O hâlde şiddetle “hayır” demek, seçim-öncesi olan şu-anki mevcut durumdan şiddetli bir şekilde hoşnut olmaktan başka bir anlama gelmez. “Hayır çıkarsa ‘erken seçim’ ihtimâli ortaya çıkar” düşüncesi de önemli değildir. Zîrâ sonuç yine değişmeyecek ve seçimleri AKP kazanarak tek-başına iktidâr olacak ve mevcut sisteme kaldığı yerden devâm edilecektir. Sâdece Tayyip Erdoğan, isteklerini dolaylı yoldan yaptırmaya devâm etmek zorunda kalacaktır, fakat yine de istediğini yapabilecektir.

Demokrasi “şişede” durduğu gibi durmaz. Bakıldığında “özellikle Türkiye’de” demokrasinin geldiği yada gelmek üzere olduğu yerin, “mutlak monarşi” olduğu görülür. Zâten İslâmî dönemler hâriç- Dünyâ her zaman aristokrasi ile yönetilmektedir. Aslında sürekli olarak yönetimin başında olan aristokrasi, her dönemde ayrı bir ideolojik isme bürünür. Aristokrasinin modern ve post-modern zamanlarda büründüğü isim demokrasidir.

Bu demokrasi “oy”unu yâni seçimler; birileri için hep “kazan-kazan oyunu” iken; gariban için ise hep “kaybet-kaybet” oyunudur.

Türkiye’de toplum ikiye bölünmüş durumdadır. Fakat bu iki kesim, aynı nedenden yada kişiden dolayı bölünmüştür. Yâni yüce bir ideoloji, fikir ve inançtan kaynaklanan bir bölünme değildir bu. İki kesimden biri Erdoğan’ı aşırı severken, diğeri ona aşırı düşmandır. Yâni aynı nedenden dolayı bir bölünme yaşanmaktadır. Demokrasi zâten böyledir. “Körü-körüne bir sevgi ve nefret etme” vardır demokraside. İşin kötü yanı, körü-körüne olunca insanlar farklı bir “alternatif” de düşünememektedirler. Farklı alternatif “diğer partiler” değildir. Oy kullanmayarak oluşacak bir sinerji ile açığa çıkacak olan bir kitle ve İslâm’i yönetim-şeklidir. Bu alternatif, oy kullanmayan kitlenin farklı bir alternatifi yâni demokrasiden vazgeçilerek İslâm’i yönetimi dillendirmesidir. Gerçek anlamdaki îtiraz ancak bu şekilde olabilecektir. Yoksa ha elma ha armut. Genel halk için değişen bir şey olmayacaktır. Evet, o alternatif, demokrasiye isyân ederek oy kullanmamaktır. İnsanların çoğunluğunu oyalayıp duran ve ezen demokrasiye ve demokratiklere yapılacak en etkili îtirâz ve isyân, oy kullanmamakla olur.

İnsanlar demokrasi yüzünden sürekli olarak pişmanlıklar içinde yaşamaktadır. Bir şirk sistemi olan demokrasiyi yürürlükten tamâmen kaldırıp, onun yerine İslâmî düzeni hayâtın her alanına hâkim kılmadıkça da derin pişmanlıkları yaşamaya devâm edeceklerdir. Son pişmanlığın âyeti ise şudur:

“Ey Rabbimiz!. Doğrusu biz, efendilerimize, beylerimize ve büyüklerimize (lîderlerimize) itaat ettik de onlar bizi dalâlete (yanlış ve sapık yola) götürdüler. Ey Rabbimiz!. Onlara azâbın iki katını ver. Ve onları büyük bir lânet ile lânetle (rahmetinden uzaklaştır)” (Ahzab [Partiler] Sûresi 67).

Evet; Referandumlar; halkın tümünün “hüküm koymaya” -direkt olarak- ortak olup “tanrılaştığı” faaliyetlerdir.

Seçimlerde ortaya konan “oy sandığı” sandığın sandık; senin “iyilik sandığı” sandığın sandık değildir; tam-aksine, içinden “şirk ve zulüm çıkacak olan sandık”tır. Mazlumlar oy sandığı sandıkları sandıkların meğerse sandıkları gibi olmadığını görünce hep şunu demiştir: “Bu sefer iyi olacak sandık, eyvah! yine kandık”.

Şu da bilinsin ki; Bugün göz yumduklarımız, yarın bize göz açtırmayacak olanlardır.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Şubat 2017












Devamını Oku »