31 Ocak 2017 Salı
“Modern Yaratılış Süreci” Yanılgısı
26 Ocak 2017 Perşembe
Lâiklikle Muhâfazakârlık Arasında Sıkışıp Kalmak
Dinozor Yalanı
“Biz her-şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer 49).
Dinozor kelimesi TDK
sözlüğünde şu anlamlardadır:
1-Dinozorlar takımından, ilk
çağlarda yaşamış, günümüze “taşılları” (taşlaşmış kalıntıları H.G.) kalmış,
boyu yirmi metreyi bulabilen, uzun kuyruklu, iri gövdeli, uzun boyunlu, küçük
başlı, sağlam omurgalı ve boyundan kuyruk sonuna değin omurlu, iki art ayağı
öndekilerden daha uzun, karada yaşayan sürüngenlerin ortak adı.
2-Gelişmelere ayak uyduramamış,
çağın gerisinde kalmış veyâ mevcut durumu korumak isteyen kimse.
Dinozorlardan (yada dinazor)
ilk-defâ 1.800’lü yılların başlarında bahsedilmiştir. Bir yayında bu, şu
şekilde açıklanır:
“Dinozorların
keşfedilmesinin öyküsü 1820’lerde başlar. İngiliz bir doktor olan Gideon
Mantell bir taş-ocağında bâzı sıra-dışı dişler ve kemikler bulur. Dr. Mantell,
bulduğu bu hayvan kalıntılarında çok değişik özellikler olduğunu fark eder.
Bütünüyle yeni bir sürüngen türü bulduğuna inanır. 1841’e dek bu değişik
sürüngen türlerinden yaklaşık dokuz çeşit ortaya çıkarıldı. Bunlar arasında
Megalozorus ve İguanodon olarak adlandırılan türler de vardı. Tam o sıralarda
yaratılışçı ünlü bir İngiliz bilim-adamı
olan Dr. Richard Owen, ‘korkunç kertenkele’ anlamına gelen ‘Dinosauria’ adını
türetti. İri kemikler onun bu adı düşünmesine yol açmıştır”.
Dinozorların “mezozoik zaman”
denilen 251-65 milyon yılları (?) arasında yaşadığı söylenir. Bir yazıda bu, şu
şekilde yalanlanır:
“Filmler, televizyon, gazeteler ve bir-çok dergi ve ders kitaplarından hepimizin duyduğu öyküye göre, dinozorlar milyonlarca yıl önce yaşamış. Evrimcilere göre, dinozorlar yeryüzünde 140 milyon yıl boyunca ‘egemenlik’ sürdükten sonra yaklaşık 65 milyon yıl önce ortadan kayboldular. Buna karşın bilim-adamları araştırmaları sırasında yaptıkları kazılarda bu kadar eski yıllardan kaldığını gösteren hiç-bir etiket bulabilmiş değiller. Sâdece ölü dinozorları (daha doğrusu, kemiklerini) buluyorlar ve bulunan kemiklerde hangi yıldan kaldıklarını kanıtlayacak hiç-bir etiket yoktur. Milyonlarca yıl süren evrim iddiası da evrimcilerin geçmişle ilgili kurdukları uydurma bir öyküden başka bir şey değildir. Dinozorların, ileri sürüldüğü gibi ‘dinozorlar-çağı boyunca’ yaşadıklarını gösterebilen hiç-bir bilim-adamı yoktur. Açıkçası, Dünyâ’nın ve bulunan fosil tabakalarının milyonlarca yıllık olduğunu gösteren bir kanıt da bulunmamaktadır. Bilim-adamları kemikleri bulmakta ve bir-çoğunun evrimci olması nedeniyle de dinozorlarla ilgili öyküyü kendi görüşlerine uygun duruma getirmeyi denemekteler”.
Dinozor denilen şey,
Paleontologların işgüzarlığı ve saçmalamalarından başka bir şey değildir.
Yaptıkları şey, buldukları ıvır-zıvırlara isim vermek ve masa-başında onlara
baka-baka bir senaryo yazmak ve masal anlatmaktır.
Dinozor fosili denen şeyler
hayvan dişleri yada kemikleridir, yumuşak dokular değildir. Çünkü yumuşak
dokuların izi kalmaz. Dolayısıyle yumuşak dokuların şekillerinin nasıllığı
bilinemez. Dinozorlar kalça şekillerine göre ikiye ayrılırlar. “Kuş kalçalı
dinozorlar”, “sürüngen kalçalı dinozorlar”. İsimlerini Yunanca yada Latinceden
alırlar. “Korkunç kertenkele” gibi isimleri vardır. Aslında saçma-sapan ve çok
zor söylenen isimleri olmasına rağmen bu isimlendirmelerin bile bir anlamı
olduğunu söylerler. Hâlbuki bu isimler, bir gizem yaratmak ve sözde bilimselmiş
havası vermek içindir.
Saçma-sapan bir mantıkla
şöyle derler: “Kuşlar dinozorlardır, fakat kuş kalçalı türünden değil, sürüngen
kalçalı türünden dinozorlardır”. Hattâ tavukları bile dinozor olarak kabûl
ederler. Böyle olunca biz de “mangalda dinozor kebabı” yapmış oluyoruz.
Kuşların dinozor olduğunu
söylediklerinden olsa gerek, “kuşların ve timsahların çiftleştikleri gibi
çiftleşiyorlar ve yumurtluyorlardı, hattâ kuluçkaya da yatıyorlardı” diyorlar.
Bu hayvanlar öyle çok hızlı koşabilen hayvanlar da değilmiş. Meselâ T-Rex
saatte 18 mil koşabiliyormuş yâni 29-30 km kadar. O hâlde bir-çok hayvanı
yakalayamıyordu.
Dinozor-bilimcileri ve dinozor
hakkında konuşanları dinlediğinizde bilimsel bir-çok şey söylediğini zannedersiniz
ama söyledikleri şeyler kayda değer şeyler değildir ve sürekli olarak varsayımlardan
bahsederler. Öyle tam delillerle sâhip olduklarını falan sanmayın, hep farazi
konuşurlar: “Elimizde yeterli delil yok”, “olabilir”, “sanıyoruz-sanmıyoruz”,
“öyle olduğunu düşünüyoruz”, “yeterli çalışma yok”, “var sayıyoruz”, “tahmin
ediyoruz” vs. bitmek bilmeyen laflar.
Neyin kemikleri olduğu belli
olmayan ufak-tefek kemik parçalarını birleştiriyorlar ve istedikleri şekle
sokarak istedikleri şekilde bir yaratık ortaya çıkarıyorlar. Buldukları şeyler
hep toprakla iç-içe geçmiş ufalanmış küçük kemik parçalarıdır. Zâten “çok nâdir
olarak büyükçe kemikler bulabiliyoruz” diyorlar. Dinozorun anatomisini ve
iskelet sistemini işte bu parçalara bakarak anlıyorlarmış. O müzelerde
gördüğünüz dinozor iskeletleri var ya; işte bu küçük kemiklerin bir şekilde
birleştirilmesi ve onların maketleştirilerek gösterime sunulmasından başka bir
şey değildir. O gördükleriniz dinozor falan değil yâni, onların maketleri.
Sözde dinozor kemiklerinin hayâli iskeletlerinin maketi. Yâni suyunun suyu.
Dinozor maketlerini dinozor diye
yutturuyorlar insanlara. Ortalık çok profesyonelce hazırlanmış maket dinozorlarla
dolu. Silikon kauçuğu ve reçinelerle istedikleri kemik şeklini yapabiliyorlar.
Müzelerde dinozor diye gösterilenler aslında dinozor maketleridir ve gerçek değildirler.
O maketler de binlerce sözde dinozor kemiğinin kişilerin kafalarına göre
bir-araya getirerek oluşturdukları hayâli şekillerdir. Barnum Brown,
Tyrannosaurus Rex (T-Rex) dinozorunu, bir-çok parçayı bir-araya getirerek
yapmıştı. Kemikleri istediğiniz gibi bir-araya getirebilirseniz, hayâl ettiğiniz
şekilde bir yaratık çıkar ortaya.
Şöyle derler: “Fosil
hazırlama uzmanları, doğada parçalanmış hâlde bulunan fosil kemiklerini ve
dişlerini restore eden oldukça yetenekli teknisyenlerdir. Yaptıkları iş
bir-nevî sanat-eseri koruma uzmanlarının hasarlı resim ve heykelleri restore
etmesine benzer”.
Sözde dinozor kemiklerini
topraktan çıkarırken gösterilen resimler ve videolar da, aslında kendilerinin
toprağa koyup “dinozor bulduk” diyerek yeniden topraktan çıkardıkları maketlerdir.
Biraz dikkatli bakıldığında, buldukları şeyin, yeryüzünün hemen 5-10 cm.
altında olduğunu görürsünüz. Buna rağmen çok
ilginçtir ki, buldukları şeylere yıllarca hiç-bir zarar gelmemiştir.
Dinozorların, mevcut
kemiklerden yeniden kopyalanmasını falan da beklemeyin. Bu aslâ mümkün değildir.
O kadar uzun zamanda(!) üzerlerinde DNA’dan eser kalmaz çünkü. Zâten Dünyâ’nın
üzerinden o kadar uzun bir zaman da geçmemiştir.
O kadar büyük cüsseli
hayvanlar için; “yumurtlamayla ürüyorlardı” deniliyor. Memeli değiller yâni.
Yumurtaların da belli bir büyüklüğü olduğuna göre yumurtadan çıkan dinozor
yavrularının hayatta kalma şanları çok-çok azdır ve hattâ mümkün değildir.
Bilinen en büyük yumurta köpekbalığı ve devekuşu yumurtasıdır ki bu yumurtalar
“dinozor yumurtası” denilenlerden bile daha büyüktür ve cüsselerine de
uygundur. (“Filkuşu” denilen sözde nesli tükenmiş bir hayvandan da bahsedilir
fakat bu hayvan büyük ihtimâlle “deve kuşu” yada iri bir devekuşu çeşidiydi).
Yâni en büyük yumurta dinozor denilen en büyük hayvana âit değildir. Peki
cüssesi oranında belli bir hacimde yumurtlaması gerekmez miydi dinozorların?.
Ne de olsa yumurtadan çıkacak hayvan “Dünyâ’nın en büyük hayvanı” olacak.
Peki neden dinozorlar için
“yumurtlayarak ürüyordu” deniyor?. Dinozorlara “sürüngen” dedikleri için. Tüm
sürüngenler yumurtlamayla çoğalır. Dinozorlar “balık değildir, kuş değildir, o
hâlde sürüngenlerdendir” mantığı var. Peki dinozorları neden sürüngen sınıfına
sokuyorlar ve yumurtlamayla çoğaldığını söylüyorlar?. Dinozorların görülen
resimlerine bakıldığında onların bir sürüngen olmadığı çok net olarak görülür.
Bâzıları dinozorların sürüngen olarak kabûl edilmesini istiyor. Zîrâ başka
türlü “taşlar” yerine oturmuyor. Acaba dinozorlarda, -çizimlerde gördüğümüz
üzere- (zâten başka şekilde görülemez) görülen şey, yâni dinozor iddiâsını
ortaya atanların dinozorların hayâl ettikleri yapıları, doğurarak üremeye
elverişli olmadığından olabilir mi?. Çünkü yapıları hem cinsellik yönünden, hem
de emzirme yönünden uygun değildir. Böyle olunca da, belki de bu sorunu
sonradan fark edenler sürüngen sınıfına sokmuşlardır dinozorları. Tabi çiftleşme
durumu sorun olarak hâlen devâm eder. Dinozor diye çizimlerini gösterdikleri
hayvanların mevcut yapıları, başta çiftleşme olmak üzere hiç-bir şey için uygun
değildir. Dinozorların anatomik yapıları hiç-bir şey için uygun değildir. Bu
nedenle böyle bir canlı, yaşamını sürdüremez.
25-30 ton, hattâ 80 ton
ağırlığında; 15-
“Bâzıları bir tavuk kadar, bâzıları da daha küçüktü.
Öte-yandan bâzı dinozorlar yaklaşık 80 ton ağırlığında ve
Dinozorların bir kısmı inanılmaz derecede ve 20 yıldan kısa bir süre
içinde büyük boyutlara ulaştılar. Bunlar günde 100 ton yiyecek tüketiyorlardı. Peki,
sözgelimi uzun boyunlu Sauropodlar, hem günde en az 100 ton yiyip yâni bitki
örtüsünü tüketip, hem de çevrelerini kurutmamayı nasıl başarmışlardı?. Tonlarca
ağırlıktaki vücutlara ve metrelerce uzunlukta boyunlara sâhip olan
Sauropodlar’ı ele alalım.. Bu kadar iri bir hayvan -ki başı gözdesine göre çok
küçüktür- o koca vücûda nasıl oksijen yetiştirebiliyordu?. O kadar iri bir
vücûda oksijenin yetmesi mümkün değildir. Yine o kadar iri bir hayvanın hareket
etmesi de zordur ve bu nedenle beslenme ve avlanma zorlukları ve imkânsızlıkları
olur. Bu sorunu, dinozorların yaşadığı(!) zamanki çevre farklılığı, oksijen bolluğu
ve oksijenin yapısı ile açıklamaya çalışıyorlar. Besinin ve oksijenin günümüze
göre çok bol olduğunu söylüyorlar. Peki bu kadar bol oksjen miktârı başka
canlılara zarar vermiyor muydu?. Bu soru(n)lara şu masallarla ve zırvalıklarla
cevap vermeye çalışırlar:
“2.5 milyar
yıl kadar önce, siyanobakterilerde oksijen üretebilen fotosentez sürecinin
evrimleşmesi sonucunda atmosferdeki oksijen miktârı pratik olarak 0 düzeyinden,
bir-kaç milyar yıl içerisinde %32 dolaylarına kadar ulaşmıştır (özellikle de
karasal bitkilerin de, siyanobakterilerden yüz milyonlarca yıl sonra
evrimleşmesi sonrasında). Görebileceğiniz gibi %32 oranı, günümüzdeki %20.9
oranından fazlasıyla yüksektir. Bu sâyede, o dönemdeki hayvanların, bitkilerin
ve mantarların neredeyse hepsi, günümüzdekinden çok daha iri boyutlara sâhip
olacak biçimde evrimleştiler. Günümüzde yusufçuk (Anisoptera) olarak bildiğimiz ufacık canlılara
benzer bir-çok böcek bile, onlarca santimetre büyüklüğe erişebiliyordu. İşte
dinozorları da devâsa boyutlara eriştirmeyi başaran temel çevresel faktör, bu
yüksek oksijen oranıydı. Bugün, keşfedilen fosiller üzerinde uzun yıllar boyunca
yapılan çalışmalar ve ‘çeşitli bilgisayar programları yardımıyla geliştirilen
modellemeler sâyesinde’ biliyoruz ki, Sauropodlar bahsedilen tüm donanımlara
sâhipti”
.
Peki bu Sauropodlar suyu
nasıl içiyorlardı?. Bildiğimiz gibi zürâfalar uzun boyunları nedeniyle su
içmekte çok zorlanırlar. Bu nedenle büyük bir kâlpleri vardır. O hâlde
Sauropodların kâlbinin çok daha büyük olması gerekir. Fakat o zaman da fazla
kan basıncından dolayı dokular ve damarlar zarar görür. Bu nedenle belki de
bütün Sauropodlarlar tansiyon hastasıydı.
“Yumurtlayarak çoğalıyorlardı”
demeleri, o kadar iri hayvanların memeli hayvanlar gibi hâmile kaldıklarında
ağırlıklarının çok daha fazla artması, çok daha fazla oksijene ve besine
ihtiyaç duyacakları fakat hareket zorluğundan dolayı bunu sağlayamayacakları
için yaşayamayacaklarından dolayıdır. O yüzden dağa fâre doğurturlar ve o çok iri
hayvanlara ufacık yumurtalar yumurtlatırlar.
Hayâl kurduğunuzda tüm
sorunlara çözüm buluveririsiniz. Çünkü oturduğunuz ve yattığınız yerden hayâlinizi
istediğiniz gibi şekillendirebilirsiniz. Böylece o devâsa hayvanın iskeletinin
tonlarca ağrılığı nasıl taşıdığına, nefes alıp-vermesinin nasıl olduğuna,
üremesine, beslenmesine, çiftleşmesine vs. her türlü çözümü getirirsiniz. Tabi
kitlelerin bu cevaplara inanması için ilk önce sinema, medya, yayınlar,
modern-bilim ve şişirilmiş bilim-adamlarıyla iyice bir ayara getirmeniz
gerekir. Sonra gerisi kolayca gelir. Ne derseniz gider. Minâreyi çalan kılıfını
da hazırlar elbette. Fakat dinozorlara uygun kılıf yoktur. Sahih bir
bakış-açısına sâhip olanlar kılıfın açıklarını hemen göreceklerdir.
Rengarenk dinozorlar
çiziyorlar, peki dinozorların hangi renkte olduğunu nereden biliyorlar?. Açın
bakın internete, rengârenk dinozorlar var. Dergilerde, internette ve diğer
yerlerde ne kadar dinozor resmi görüyorsanız, tamâmı uydurmadır. Hayâl
ürünüdür. Renkler canlıların “yumuşak dokularıyla” ilgilidir ve sözde
dinozorların ve yok olup gitmiş canlıların yumuşak dokularının nasıl olduğu
bilinemez. Yumuşak dokular yâni canlının şekli ve rengi değişik şekillerde
olabilir. Yumuşak dokuların rengi/şekli/hatları belirlenemez, her-hangi bir
şekilde ve renkte olabilir.
Görülen resimlerde bir
uygunsuzluk daha vardır ki o da kesinlikle o dev cüssenin sâhip olduğu minicik ellerdir.
Bu şekilde bir denge sağlamaları çok zor, hattâ olanaksızdır.
Dinozorların yaşaması için
bol besine ihtiyaçları vardır ki Dünyâ’nın her yeri ormanlarla ve bitki örtüsü
ile çevrili değildir. Üstelik söylendiğine göre bir zaman önce buzul-çağı da yaşanmıştır.
O hâlde bu hayvanlar dev cüsselerini doyurabilecek kadar besini nereden buldu?.
Peki bu dinozorlar ne ile
besleniyorlardı?. “Dinozorların yaşadığı zamanda boyları 30 metreyi bulan
eğrelti otları vardı” diyorlar. Tabi minâreyi çalanlar kılıfını da buluyorlar.
Dinozorlara bakınca çok biçimsiz ve uygunsuz bir yapıya sâhip oldukları görülür. Zâten dinozor ve benzeri -sözde- varlıklar hep biçimsiz şekilde anlatılır ve gösterilir. Meselâ ejderha, neredeyse bütün kültürlerde ve anlatımlarda şekilsiz bir varlığı simgeler. Oysa Allah, evrendeki yarattığı her varlığa yapısına-hareketine uygun şekil, biçim, özellik ve yetenek vermiş; onların yaratılışını bir-takım amaç ve hikmetlere dayandırmış, boş ve yersiz hiç-bir şey yaratmamıştır. Bu konuda Allah Kur’ân’da şöyle der:
“…Her-şeyi yaratan ve bir ölçüye göre düzenleyen
Allah’tır” (Furkân 2).
“...O’nun katında her-şey bir ölçü (miktar) iledir” (Ra’d 8).
“Biz her-şeyi bir ölçüye göre yarattık” (Kamer 49).
Peki nesli tükenen bir hayvan
yada canlı var mıdır?. Nesli tükendiği söylenen hayvanların aslında sâdece
varyasyonları tükenmiş olabilir. Zâten yeni varyasyonlar da ortaya çıkıp duruyor.
Meselâ at ile eşeğin çiftleşmesinden katırlar ortaya çıkıyor fakat katırlar
kendi arasında üremesini devâm ettiremiyor. Katırların soyu, insan etkisi
olmadığında bir-zaman sonra tükenebilir. Zâten artık katırlara fazla ihtiyaç
duyulmadığından sayıları azalmıştır. Fakat bir “tür” olarak nesli tükenen
hiç-bir hayvan ve hattâ hiç-bir canlı yoktur. Neslinin tükendiğini söyledikleri
şu hayvanlara bakar mısınız?: Dinozor, mamut, moa, Tazmanya kaplanı ve kurdu, Hazar
kaplanı, Pers kaplanı, Anadolu aslanı-kaplanı-panteri, mersin balığı (Karadeniz’de
hâlâ yaşıyor), çizgili sırtlan.. Bunlar ana türlerin çeşitleri ve varyasyonlarıdırlar
ve nesillerinin tükendiği de kesin değildir. Belki azalmış olabilir. Bâzıları
gözlemleyemedikleri canlıları “nesli tükenmiş” olarak kabûl ediyor. Zâten
modern düşünce, kendi kontrôlünde ve gözetiminde olmayan her varlığı ve
her-şeyi “yok” sayar ve öyle kabûl eder.
Allah, canlı türlerini
potansiyel varyasyonlarıyla birlikte yaratmıştır. İnsanlar da potansiyel
varyasyon gereği çeşitli renklerdedirler. Varyasyonların (esas tür tipine göre belirli karakterlerde görülen
ayrılıklar) nesli tükense de sorun teşkil etmez, zîrâ onlar doğal olarak
değil de, -katırlarda olduğu gibi- ya insanın müdâhelesiyle ortaya çıktılar
yada sonradan çeşitlendiler. Orijinâl varlıklar değildirler yâni.
Günde 20.000 çeşit canlı
türünün yok olduğu gibi aptalca bir söz söyleniyor. Hâlbuki nesli tükenmiş
“orijinâl” bir varlık yoktur. Her-gün yeni keşfettikleri varlıklara da, “yeni
tür ortaya çıktı” diyorlar. Hâlbuki onlar ilk baştan bêri vardırlar. Amerika
ilk keşfedildiğinde çıkmadı ki ortaya!.
Yaratılışı ve âhireti kabûl
etmeyen bilim-adamları, zamânı çok-çok uzağa atarlar ve zamânı kendi
kafalarına, hevâ-heveslerine ve kendilerinden istenen ve beklenen şekilde
biçimlendirirler, şekillendirirler. Bu amaçla gerekirse olmayan bir şeyi bile
îcâd ederler. Bunun için onlara küçük önemsiz ve belirsiz bir parça bile
yeterlidir. Evrim Teorisi’nde meselâ; yaptıkları kazılarda kime âit olduğunu
bilmedikleri bir “diş” bulurlar. Bu dişi incelerken çeşitli hayâller kurarlar.
En yakın dostları olan şeytan da onları vesveseleriyle destekler ve böylece
masal başlar… İlk önce bu dişin ... yıl önce yaşamış olan ... atamıza âit
olduğunu düşünürler, sonra bu diş üzerinden sözde sâhibinin bir resmini
çizerler, hem de yumuşak dokularıyla berâber, (yumuşak dokuların şekli/hatları
belirlenemez, her-hangi bir şekilde olabilir). Diş’in sâhibi atamız!
belirlendikten sonra sıra gelir atamızın karısına, sonra oğluna, tabi bir de
kızına. Artık âile tablosu ortaya çıkmıştır. Evet-evet; sâdece bir “diş”ten
yola çıkarak mutlu bir âile tablosu çizilmiştir. Bunu, o mutlu âile tablosunun
reklâmını yapıp cicili-bicili sözlerle çeşitli kanalardan câhillere anlatmakla
tamamlarlar. Evrim Teorisi bunun gibi masallarla doludur. Eskiden anlatılan
“dev masalları” da, modern zamanlarda “dinozor masalları”na dönmüştür. Böylece
arzularının salıncağında sallanıp dururlar.
Bir dişten bir insan
çıkartabilenler, bir-kaç kemik parçasından “on numara” bir dinozor çıkarmakta
hiç de zorlanmazlar. Hem de “yumuşak dokuları”yla berâber. Oysa yumuşak
dokuların ne şekilde olduğu belirlenemez. O hâlde dinozorlar neden o şekilde
olsun?. Yumuşak dokuların ne şekilde olduğu bilinemeyeceğinden, o şeyin
boyu-posu, kilosu ve rengi tam olarak belirlenemez-bilinemez. Tahminde
bulunabilir sâdece. Fakat tahminler gerçeğin yerini tutmaz.
Bir-çoğu, onlarca dinozor fosili olduğunu sanır,
hâlbuki müzelerde sergilenen dinozor iskeletleri bir yada bir-kaç kemik
üzerinden yapılan rekonstrüksiyonlardır (yeniden kurma). Dünyâ’nın hangi büyük
doğa-târihi müzesine giderseniz-gidin, hemen hepsinde sizi “antika modeller”
karşılayacaktır. Örneğin bir ön ayak kemiğinden; koca bir kafatası, uzun ve
çivi gibi dişler, kocaman kuyruklar, boynuzlar, inanılmaz büyük arka ayaklar ve
çelik sertliğinde plâka deriler ile hattâ kanatlar tahayyül edilerek canlılar
üretirler müzelerde. Bir sürüngen türü olmasına rağmen çoğu rekonstrüksiyonda
kasıtlı olarak gergedana, zürâfaya, kuşlara vs. çeşitli hayvanlara benzetilen
rekonstrüksiyonlar mevcuttur. (domuz dişinden hesperopithecus yapmak gibi).
Bir yazıda, bir kemik parçasından
yola çıkılarak o şeyin özelliğinin bilenemeyeceği şu şekilde anlatılır:
“Özbekistan’da at büyüklüğünde bir Tyrannosaur fosili
bulunduğu anlatılıyordu. Bu fosilin devâsâ boyuttaki dinozorlarla küçük
dinozorlar arasındaki sözde evrimsel dönüşüme şâhitlik ettiği öne sürülüyordu.
Tahminlerde öylesine ileri gidilmişti ki, canlının kilosu ve boyutları bile
hesaplanmış, nasıl işittiğinden tutun, avını yakalamadaki kâbiliyeti üzerine
spekülasyonlara kadar varılmıştı. Oysa ki gerçekler bunlardan çok farklıydı: Elde
fosil olarak yalnızca canlının beynini muhâfaza ettiği düşünülen
‘Farklı
kemikleri getir senin de fosilin olsun’ mantığı evrime bir fayda sağlamaz. Konuyla ilgili makâlede iddiâ edilenin aksine, bulunan kemik, yeni bir
fosil de değildir. Edinburgh Üniversitesinden Stephen Brusatte 2014 yılında
Rusya’da bir müzeyi ziyâret ettiği sırada bu kemikle karşılaşmıştı. Aynı
bölgede daha önce bulunmuş kemiklerden yararlanılabilir umuduyla, farklı
kurumlarda dağınık hâldeki başka kemik parçaları bir-araya getirildi. Bunlar
farklı zamanlarda, 1997 ile 2006 yıllarında çıkarılmış fosillerdi, yâni dağınık
hâldeki 7’si omurga kemiği olmak üzere, 15 adet eksik kemik parçasıydı.
‘Bu birbiriyle alâkasız
kemik parçaları ile ne yapılabilir ki?’ demeyin. Darwinistlerin
her zaman yaptıkları gibi siz de hayâl-gücünüzü yüksek tutarsanız üstteki
resimdekine benzer, başından kuyruğuna kadar tüm vücûduyla bir dinozor ‘çizimi’
ortaya çıkarabilirsiniz. Yapabilirsiniz yapmasına ancak bu çizim
sırasında kullanılan kemik parçalarının birbirleriyle bağlantılarının
olmadığını göz-ardı etmeniz ve tabî ki oldukça fazla hayâl-gücü kullanmanız
gerektiğini tekrar hatırlatalım.
Nitekim kemiklerin aynı bireye âit
olmadığı söz-konusu makâlede de şöyle îtiraf edilmişti:
Kemikler,
Özbekistan Bisetski formasyonunda yüzeyden izole (birbirinden ayrı) örnekler
olarak toplanmış, tek-başlarına farklı bireylerden gelmişlerdir. Biz, en
katı şekliyle bu örneklerin aynı canlı sınıfına (takson) âit olduğunu kabûl
ediyoruz.
Makâledeki îtiraflar bununla da sınırlı kalmıyordu.
Farklı canlılara âit bu fosillerin aralarında nasıl olup da böylesine garip bir
bağlantı kurulabildiğine dâir gelebilecek îtirazlara; ‘sonraki keşifler bunun yanlışlığını gösterirse T. Euotica ismi yalnızca bir
beyin kemiğine âit olur’ gibi bir anlatımla cevap veriliyordu”.
Şu söze bakın: “Devâsâ
dinozor Arjantinazorus bir-kaç kemikten tanınıyor”.
Modernite, bâtıl ve
gerçek-dışı şeyleri insanlara kolayca benimsetebilmek için medyayı, fakat özellikle
de sinemayı çok yoğun kullanır.
Yine bakıldığında, dinozorların
dev cüsselerine rağmen kafalarının çok küçük olduğu görülür. Zâten bu yüzden
beyinlerinin de küçük olduğundan dolayı “aptal hayvanlar” olarak
isimlendirilirler.
65 milyon yıl önce! neden sâdece dinozorlar yok oldu?. Eğer bütün bu soy tükenmeleriyle ilgili tek bir neden bulacaksak, bu karada ve denizde yaşayan hayvanların aynı zamanda birlikte ölmeleri için geçerli bir neden olmalı. Ne var ki, hem karada hem de denizde tüm yaşayanların ölmeleri için bir neden olamaz. Çünkü hem karada hem de denizde yaşayanların bir çoğu yaşamlarını bir sonraki dönemde de sürdürmüşlerdir. Bütün hayvanlar tâ o zamandan bêri yaşamını sürdürüyor da, dinozorlar niye yok olmuş gitmiş?. Kargalar, papağanlar ve diğer kuşlar hep “dinozorların torunları” olarak gösterilir. Aslında dinozorların hepsinin yok olmadığı, kurtulanlarından bâzılarının evrilerek ve de küçülerek binlerce kuş türüne dönüştüğü palavrası ortaya atılıyor. Sürekli olarak buna benzer hipotezler ve yeni teoriler ortaya atılsa da, iknâ edici bir açıklama yapılmamıştır, yapılamaz da. Çünkü “dinozor” denilen bir hayvan yeryüzünde hiç-bir zaman yaşamamıştır.
Bu resimde, bulunan iskeletin nasıl da taş-toprak hâline geldiği çok net olarak görülüyor.
Yukarıdaki resimde
gördükleriniz, sözde dinozor fosilleridir. İşte bu taşlaşmış yapıları
yorumlayarak 65 milyon yıl önce yaşayıp yok olduklarını söyledikleri “dinozor”
diye bir hayvan türü olduğunu söylüyorlar. Bakmayın siz müzelerdeki kusursuz
görünen dinozor şekillerine. Sergiledikleri şeyleri, fosilleştikleri yerden,
-hem de en ince kemiğine kadar- her nasılsa taşlaşmadan, erimeden, yok olmadan
bulmaları ve yerinden çıkararak birleştirip mevcut şekilde sergilemeleri
imkânsızdır. Yukarıdaki resim, dinozor fosiliymiş. Kim bilir hangi canlıya âit
bir fosil. Fakat fosilin ne hâle geldiğine bir bakar mısınız?. Artık ortada bir
fosil de kalmamış aslında. Taşlaşmış (taş olmuş) yapılardan başka bir şey yok.
O hâlde o müzelerde sergilenenler, bulundukları yerden hiç parçalanmadan ve
zarar verilmeden nasıl çıkarıldı ve en ince ayrıntısına kadar eksiksiz bir
şekilde birleştirildi de sergilendi?. Bunlar göz boyamadan başka bir şey değil.
Bir zaman gelir, bir bilim-adamı onların gerçek fosiller olmadığını ortaya
koyar. Aynen evrimcilerin îcât ettikleri uydurma ara-türlerde olduğu gibi.
Sonunda da haber ve gazete manşetlerini; “meğerse dinozor diye bir varlık
hiç-bir zaman yaşamamış” başlıkları süsler.
Sağdan-soldan topladıkları kemikleri atölyede çeşitli
işlemlerden geçirdikten sonra, hayâllerinde uydurdukları şekillere sokuyorlar
ve de “işte dinozor iskeleti” diye yutturuyorlar insanlara. O müzelerde
sergiledikleri kemiklerden müteşekkil dinozor şekilleri var ya; işte onlar,
sağdan-soldan toplanmış bildiğimiz-tanıdığımız hayvanların kemik yığınları ve
eksik olan tarafları da fiberglas-plastik vs. malzemelerle tamamlanmış hilkat
garîbesi tarzında üretimlerden başka hiç-bir şey değildirler. O kemik gibi
görünenler kemik değildir yâni. 65 milyon boyunca kemik-memik kalmaz ortada. Fosiller
kemik değildir. Bir şey fosilleşmiş ise orada kemik falan kalmamıştır. O şey
artık taş-toprak hâline gelmiştir. O “dinozor fosili” dedikleri şeyler, ne
olduğu yada hangi varlığa âit olduğu bilinmeyen ve de bilinemeyecek olan taşlaşmış
yapılardır ve onları bir-araya getirip sergilemeyi bırakın, fosil hâlde
bulundukları yerden, dağılıp toz-toprak olmadan çıkarılması bile mümkün
değildir. Onlar artık fosil değildirler, “resimli taşlar”dır. Yâni ortada ne
kemik var ne de kemik hâlinde fosiller. Zîrâ kemikler o kadar yıl sağlam kalamazlar.
Onlar sâdece taşlaşmış fosillerdir ama o fosiller de dinozor denilen varlıklara
âit değil; at, deve, zürâfa, fil, gergedan, bufalo, kanguru, komodo ejderi ve
belki balina, gibi hayvanların kısa bir süre önce fosilleşmiş yapılarıdır. Zâten
yeryüzünde yaşamakta olan iri cüsseli (en az bir ton ağırlığında) kara hayvanlarının
sayısı dördü-beşi geçmez: Filler, gergedanlar, hipopotamlar, zürâfalar ve
balinalar. Bu her zaman böyleydi. Ve bu hayvanlar belki bir zaman önce bir
miktar daha iri yapılı idiler hepsi bu. Bu fosilleri “dinozor fosili” diye
yutturmaya çalışıyorlar. Amaçları, hem zamânı çok geriye atarak insanları
âhiret bilincinden uzaklaştırmak; hem de evrimin mutlak gereksinimi olan “eski
zaman” ihtiyâcını karşılamaktır. Zamânın uzaması âhiret bilincini blôke eder ve
unutturur. Bu, şeytanın bir uzaklaştırma taktiğidir. Çünkü “uzun zaman”
uydurmaları insanları âhiret bilincinden uzaklaştırır.
En çarpıcı
dinozor iskeletleri “en iyi ve en eksiksiz tamamlanmış iskeletlerdir. Bu
bağlamda bir yazıda şöyle deniyordu: “Dünyâ’nın en çok tamamlanabilmiş dinozor
iskeleti, Londra’daki Doğa Bilimleri Târihi Müzesi’nde (Natural History Museum)
görücüye çıkıyor. 2 metre 90 santimetre uzunluğa ve 5 metre 60 santimetre
genişliğe sahip Stegosaurus türü dinozorun fosilleri, 11 yıl önce ABD’nin
Wyoming Eyaleti’nde bulunmuştu. Bulunan dinozor fosili Dünyâ’da el değmemiş ve ‘en
çok tamamlanabilmiş’ ilk dinozor olma özelliğini taşıyor. İskoç işadamı Andrew
Caregie tarafından başkent Londra’daki bilim müzesine getirilen dinozorun
sergiye hazır hâle getirilmesi ise yaklaşık bir yıl sürdü”. Hem “el değmemiş” diyorlar
hem de “tamamlandığı”ndan bahsediyorlar.
Fosil
oluşumu için şöyle denir: “Fosiller on binlerce ve yüz milyonlarca yılda
oluşur. Ancak fosillerin oluşması için gerekli koşullardan ötürü son derece nâdir
bulunurlar. Bir hayvanın vücûdunu önce çamur veyâ kum gibi tortular kaplar ve
yumuşak dokular çürüyerek geride sert dokuyu (diş ve kemikleri) bırakır. Tortu
zamanla kemiği kaplayan bir kayaya dönüşerek onu yıpratır. Dahası, çevredeki
yer-altı suyu ve tortudan gelen minerâller çok yavaş bir şekilde kemikteki
minerâlin yerini alır (fosiller bu yüzden çeşitli renklerde oluyor: Topraktaki
minerâllerin rengini alırlar). Bir fosil, ayak-izi veyâ yaprak gibi korunmuş
bir şekil de olabilir”.
Filler, yaratılmış
canlılarda büyüklüğün zirvesidir. Fillerin büyüklüğü ve ağırlığı; “bundan daha
büyüğü olmaz” mesajı verip durmaktadır. Ondan büyük bir canlı, Dünyâ’ya
yakışmaz ve uygun olmazdı. Zâten Dünyâ da, çok daha büyük canlıları milyonlarca
yıl besleyecek imkân yoktur. Fillerden daha büyük canlıların yâni dinozorların
olduğunu söylemek ve buna inanmak, Dünyâ’nın formatını ve yapısını es geçmeden
mümkün değildir.
Dinozor
iskeleti diye gösterilenler, bildiğimiz-gördüğümüz hayvanların iskeletleridir.
Bir-çok hayvanın iskeletini -sözde- dinozor iskeletine benzetebilirsiniz. Deve
kuşu, deve, fil, ve at iskeletlerini dinozor iskeleti sanıyorlar yada öyle
gösteriyorlar. Benzetmeye kalktığınızda en basit bir hayvanın iskeletini bile “dinozor
iskeleti” diye yutturabilirsiniz. Fakat modern-bilim ve teorilerle beyni
sulanmamış olup aklı başında olanlar o iskeletlerin dinozorla falan alâkası
olmadığını hemen anlarlar. Onlar çeşitli hayvanların iskeletleri ve
kemiklerinin birleştirilmesinden oluşturulmuş şekillerdir. Bir-çok hayvanın
iskeleti -aslında olmayan- dinozor iskeletine benzer. Bunun için internette
hayvanların iskeletlerini incelemeniz yeterlidir. Biz aşağıda bir-kaçının
örneğini veriyoruz.
Su Aygırı İskeleti
Deve Kuşu İskeleti
Dinozorların fosilleri de
her nedense genelde batı’da yada batı zihniyetine sâhip coğrafyalarda
bulunuyor. Türkiye’de ve İslâm coğrafyasında yok. “Dinozorlar 65 milyon yıl
önce yok oldu. Ama Anadolu yarım-adası 30 milyon yıl önce oluşmaya başladı. 2
milyon yıl önce de bugünkü şeklini aldı. Doğal olarak Türkiye’de dinozor fosili
bulamazsınız” deniyor. İslâm coğrafyasında dinozor fosilinin olmaması,
müslümanların ve inançlı kesimin, “yaratılışın başlangıcının çok da fazla bir
zaman önce olmadığına” inanmalarından dolayıdır. Dinozorların yaşadığı 65
milyon yıllık uzun bir geçmiş yok ki 65 milyon yıl önce yaşadığı söylenen
dinozorlara inansınlar ve de bunu “kabûl ettikleri için” kendi coğrafyalarında
da dinozor fosili-kemiği bulsunlar. Modern-seküler insan, ne hayâl
ediyorsa, neye ihtiyâcı varsa onu arıyor ve ne hikmetse genelde de buluyor.
Bulamazsa da bulduğu zırvalıkların aradıkları şeyler olduğunu söylüyorlar yada
buldukları şeyleri, “aradıkları şeyler”e dönüştürüyorlar.
Dünyâ’da sözde dinozorların yaşadığı bölgelerin haritası.
Modern-bilimde
bir kez bir yalan söylendiğinde arkasından o yalanı sürdürebilmek için yüzlerce
yalan söylemek gerekir. İşte dinozorlar hakkında da böyle bir-çok yalan söylenmek
zorunda kalınmıştır ve kalınmaktadır. “Türkiye’de niçin hiç dinozor yaşamamıştır”
sorusuna yine başka bir yalan (Pangea) ile şu şekilde cevap veriliyor:
“Anadolu coğrafyasında dinozor fosili bulmak son derece zordur, hattâ
mümkün değildir. Türkiye’de dinozorlar yaşamamıştır maalesef. Neden?, çünkü
dinozorlar ikinci jeolojik zamanın (mezozoik zaman) üçüncü döneminde (kretase
dönemi) ortaya çıkmış ve yine aynı dönemde yok olmuşlardır. O dönemde bizim
üzerinde yaşadığımız topraklar tethys denizinin tabanında uslu-uslu
takılıyordu, daha hiç ortalığa çıkıp başına aktif tektonik dertler alası yoktu.
Anadolu coğrafyasında dinozor fosili bulmak mümkün değildir. Zâten şimdiye
Türkiye’de bulunmuş tek dinozor fosili sayılabilecek (dinozorlar karada yaşar) Kastamonu’da
bulunan fosil de karada değil suda yaşayan bir canlıya âittir”.
Oysa bu Pangea
yâni “kıtaların kayması ve zamanla şimdiki mevcut duruma gelmesi” düşüncesi
masa-başında çay-kahve içerken ortaya atılan “zan”dan başka bir şey değildir.
Çünkü bu konuda söylenenlerin bir delili yoktur, olamaz ve bu teori
ispatlanamaz. Yalanlarını örtmek yada sürdürebilmek için sürekli olarak uzun zamanlardan
bahsetmek zorunda kalırlar. Meselâ şöyle derler: “Bundan milyonlarca yıl önce
Anadolu topraklarının üzerinin bir okyanusla kaplı olduğunu biliyor muydunuz?”.
Dinozor iskeleti üretmek
sanıldığı kadar zor bir şey değildir ve bu zâten yapılıp durmaktadır. Aşağıdaki
örnekler, -sözde- gerçek(!) dinozor iskeletleri ile “yapay” dinozor iskeletleri
karşılaştırmalarıdır.
Bu
iskelet hakkında şöyle deniyor: “Stegosaurus dinazor iskeleti tarandı ve
belirli parçalar orjinâline zarar gelmemesi veyâ gelecekteki olası kayıplar
nedeniyle koruma amaçlı 3D yazıldı”.
Dinozor denilen sözde varlık
hiç-bir zaman yaşamamıştır. Zâten Dünyâ’da “65 milyon yıl öncesi” diye bir
zaman da olmamıştır. Evrenin yaşı 13.8 milyar yıl ve Dünyâ’nın yaşı 4.5 milyar
yıl değildir. O kadar uzun bir zaman yoktur. Dünyâ’da ve de kâinatta hiç-bir
zaman bir ilkellik yaşanmamıştır. Her-şey Hz. Âdem ile yaşıttır ve Âdem’in yaşı
da yaklaşık 10.000 yıldır.
Dinozorcular kendi-kendileriyle
de çelişiyorlar. Dinozor kemiklerinde hemoglobin bulunduğunu söylüyorlar. Bu
durum, yaşayan bu sözde canlıların bir-kaç bin yıl önce yaşadığını gösterir,
çünkü hemoglobin bir-kaç bin yıldan fazla dayanamaz.
13.8 milyar yıllık bir
evren-yaşı ve 4.5 milyar yıllık bir Dünyâ-yaşı kabûl edildiğinde, istediğiniz kurguları
yapabilirsiniz. İstediğiniz hayâlleri kurabilirsiniz ve olmayacak şeyleri bile
oldurabilirsiniz. Ne de olsa o kadar uzun bir zaman içinde “bir-şekilde” olur.
Bunu profesyonelce çeşitli kanallarla yaydığınızda bir-çoklarını hattâ
hemen-hemen Dünyâ’nın tamâmını o saçmalığa inandırabilirsiniz. Meselâ çok uzun
bir zaman varsa; bir fil ile bir karıncanın ilişkisi sonucu o karıncadan bir
balinayı bile doğurtabilirsiniz. Yeter ki böyle bir şeye ihtiyaç olsun. Ne de
olsa yeterli! bir zaman vardır. Zaman yetmezse “0”ın yanına bir “
“O Allah ki, yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için
yarattı”.. (Bakara 29).
Allah her-şeyi bizim emrimize
verdiğine göre ve her-şeyi bizim için yarattığını düşündüğümüzde, “dinozorların
bize ne yararı vardır?” diye sormak gerekir. Bize yararı olmayan bir varlık mı
yaşamıştır bir zaman önce?.
Kur’ân
ve diğer semâvi kitaplar neden dinozorlardan hiç bahsetmiyor?. Bu kadar uzun
süre yaşamış bir varlıktan neden hiç bahsedilmez?. Bahsedilmemesi, böyle bir
varlığın yaşamadığının kanıtlarından biridir. Çünkü kutsal kitaplarda
at-deve-fil gibi büyük hayvanlardan bahsediliyor. Tevrat’ı aşırı zorlayarak alâkasız
âyetleri dinozorlar olarak yorumlamak bir dinozor olduğunu zinhar göstermez. Tevrat’ta “leviathan” olarak geçen bir ifâde
vardır ve bu kelime; “deniz canavarı”, “dev gemi”, “ada balığı”, “iri balina”
anlamlarına gelir. Tevrat’ta Yehova’nın Rahab, Rahav veyâ Levyatan diye farklı
biçimde adlandırılan bir ejderha ile savaşı yer almaktadır: Eyyüb: 26, İşaya:
50-51).
Dinozor
iskeletleri, fiberglas-plastikten îmâlatlardır ve dinozor uydurması plastiğin
îcâdından (19. yy.’ın ilk yarısı) sonra ortaya atılmıştır. Zâten bunu kedileri
de îtiraf eder:
“Bir müzede
sergilenmekte olan bir dinozor iskeleti ile karşılaşan insanlar sıkça
karşılarında gördükleri şeyin gerçek mi olduğunu sorar. Müzeler gerçek fosil
iskeletlerin yanı-sıra, bâzen son derece hassas şekilde doğrudan fosilden
kapılanan dökümler de sergiliyor. Müzeler ziyâretçilerine mümkün olduğunca
gerçek olanı göstermeye çalışsa da dinozor fosillerine ek olarak dökümleri de
sergileniyor. Müzelerdeki kopya dökümler, gerçek fosil kemiklerin hassas
kalıpları kullanılarak yapılıyor ve çoğu müzede görebileceğiniz en doğru ve
yaygın 3 boyutlu fosil çoğaltma biçimlerinden biridir. Diğer yöntemler arasında
yine çok güvenilir olan CT taraması, yüzey taraması ve fotogrametriden yapılan
3D baskılar var. Bir iskelette eksik bir kemik varsa bâzen o şekil bir
heykel gibi yontulur. Doğrudan fosil kemiğinden gelmediği için o kadar doğru
sayılmaz. Ancak mevcut kemiklerin incelenmesine veyâ aynı yada ilgili türlere
âit diğer örneklerden alınan kemiklerin referansına ve fotoğrafına dayanır.
Bâzı durumlarda bilim-adamları belirli bir türe âit bir kemiği hiç bulamaz.
Tamâmen bozulmamış bir dinozor iskeleti çıkarmak çok nâdirdir. Çöpçüler,
çürüyen nesneleri bozuyor ve fosilleşmeden sonra görülen erozyon kemiğin bir
kısmını veyâ çoğunu yok ediyor. SUE isimli T. Rex veyâ Tiranozor son derece
nâdir bir örnektir ve bilim için çok değerlidir. SUE, bir T. Rex’teki yaklaşık
380 toplam kemiğin 250’si ile bugüne kadar keşfedilen en eksiksiz Tyrannosaurus
rex iskeleti. Türünün tek örneği olan bu iskelet, kemik hacmi bakımından
yüzde 90 oranında eksiksizdir yâni eksik kemiklerin çoğu aslında küçük
parçalardır. SUE bugün ABD'deki Field Doğal Tarih Müzesi'nde sergileniyor.
Eksik parçaları tamamlanarak iskeleti tam boy monte edilmiş durumda. ABD
dışında düzinelerce ülkedeki müzelerde de sergilendi. Dünyâ’nın dört bir
yanındaki insanlar SUE fosilini gördükçe T. Rex gibi bir dinozorun boyutunu ve
ölçeğini daha iyi anlama fırsatı buluyor”.
Dinozorların
insanlar tarafından körü-körüne kabûl edilmesi, Tabiat Târihi Müzesi denilen
yerlerde gösterilen -sözde- dinozor iskeletleri sebebiyledir. Kemik müzeleridir
buralar. Kemik parçalarıyla doldurulmuş yerler. Bu kemik parçalarını istedikleri
gibi, birleştirerek -sözde- bir dinozor iskeleti yapmak çok da zor değildir.
Çünkü çok fazla sayıda kemik var. Londra Doğa Bilimleri Târihi Müzesi’nde 80
milyon kemik parçası olduğu söyleniyor.
Artık insanlar
da bulduğu her kemiği dinozor iskeleti-fosili zannediyor. Bu konuda şöyle bir
haber çıkmıştı:
“Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Müzesi, bulduğu her iskeleti ‘dinozor’
veyâ ‘canavar’ zanneden onlarca kişinin akınına uğruyor. Dinozor olduğu sanılan
bir iskelet de İzmir Özdere’de bulundu. Ege Üniversitesi Tabiat Târihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde çalışan Araştırma Görevlisi Dr. Serdar Mayda,
DHA aracılığıyla incelediği iskeletin fotoğrafının bir kediye âit olduğunu,
arka bacakları kaybolduğu için vatandaşların yanılmış olabileceğini ifâde etti.
Ege
Üniversitesi Tabiat Târihi Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin kapısını her yıl
yurdun dört bir yanından ‘dinozor’ veyâ ‘canavar’ iskeleti bulduğunu zanneden
yurttaşlar çalıyor. Kurum yetkilisi akademisyenler, bir-yandan başta çocuklar olmak
üzere tüm yurttaşları müzeyi gezmeye ve milyarlarca yıllık târihe yolculuk
yapmaya çağırırken, diğer yandan da ‘iskeletlerin dinozor olmadığını’ anlatmaya
çalışıyor. Konuyla ilgili açıklamada bulunan Merkez Müdürü Prof. Dr. Tansu
Kaya, her ay pek-çok yurttaşın kendilerine fosil bulduğunu söyleyerek
başvurduğunu, ancak bunların büyük kısmının yakın zamanda yaşamış kedi, yaban
kedisi, sansar, gelincik gibi hayvanlara âit iskeletler olduğunu belirtti.
Araştırma Görevlisi Dr. Serdar Mayda da, Rize’den Doğu Anadolu’ya kadar pek-çok
yerden gerek yüz-yüze, gerekse de telefon ve e-posta yoluyla bir-çok başvuru
aldıklarını dile getirerek, ‘bunlar fosil değil güncel iskeletler, ama çoğu
kişi dinozor olduğunda ısrâr ediyor’ diye konuştu”.
Müzelerdeki
dinozor diye gösterilen kemiklerin gerçek dinozorlara âit olmadığı çok açıktır.
İzmir’de açılan Tabiat Târihi Müzesi haberi verilirken şunlar söylenmişti:
“Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Müzesi, bir dinozor türü olan Treks’in
iskelet örneğine kavuştu. Evet o sâdece bir örnektir ve gerçek değildir. İzmir
Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan ve bir yılda tamamlanan Treks
heykeli, törenle Ege Üniversitesi Tabiat Târihi Müzesi’ndeki yerine
yerleştirilerek ziyârete açıldı. Orijinâl bir örneğinin bulunduğu Frankfurt
Tabiat Târihi Müzesi’nden alınan detay ölçeği ve doku çalışmaları konusunda
yapılan incelemeler ve bir-çok müze ve kaynaktan elde edilen ayrıntılı
bilgilerle Alsancak’taki târihi Gaz Fabrikası’nda oluşturulan atölyede yapılan
bir dinozor türü olan Treks’in birebir iskelet modeli, müzedeki yerini aldı.
Dinozor iskeletinin dışarıda yaptırılması durumunda 3 kat fazla masraf
çıkartacağını belirten Başkan Piriştina, ‘biz bu iskeleti kendi arkadaşlarımıza
yaptırdık, heykeltraş arkadaşlarımız zor çalışma koşulları altında 24 saat
büyük bir özveri ile çalıştı. Yurt dışında bir dinozor iskeleti yaptırmak
istedik ancak 3 trilyon lira masraf çıktı. Büyükşehir Belediyesi dinozor
iskeletinin birebir benzerini kendi heykeltraşlarına yaptırdı. Türkiye’de
bulunmuş tüm dinozorların kemikleri toplanarak örnek oluşturduk’ dedi.
Heykeltraşlar Fulden Bak ve Bülent Bayrak tarafından çelik konstrüksiyon
üzerine polyesterden yapılan Treks iskeleti 4.5 metre yüksekliğinde ve 12 metre
uzunluğunda”.
Nerden baksan tutarsızlık
nerden baksan komedi. Çünkü işe Allah karıştırılmadığında geriye yalandan, bâtıldan
ve zannetmeden başka bir şey kalmıyor.Dinozor diye bir şey yoktur. Darwinist’lerin
zihnimiz üzerinde oynadığı oyunlardan biridir, aldatmacadır, aklımızla alay
etmedir.
Fiberglas-plastik
malzemelerden yapılan dinozor iskeletleri parçalanıp yeniden monte
edilebilmektedir. Montajları, kuruldukları ve sergilendikleri yerde sök-tak
şeklinde yapılabiliyor. Peki topraktan çıkarıldıklarını söyledikleri kemikler
müzelere nasıl ulaştırılıyor?. Bunlar kemik ya; kırılmasın diye daha kırılmadan
önce alçıya alıyorlarmış kemikleri. Müzelere de o şekilde taşıyorlarmış. Fakat
buldukları kemikler neyin kemiğidir?. Sağdan-soldan buldukları kemikleri
istedikleri gibi bir-araya getirerek dinozor denilen varlığa benzeterek
birleştiriyorlar. Biraz uğraşsanız bunu siz de yapabilirsiniz. Bunun için
Kurban Bayramı uygun bir zaman olur.
Dinozorlar, Evrimcilerle Hollywood’un
ortak üretimidir. Günümüzde dinozorlardan bu kadar çok bahsedilmesi, “Steven Spielberg’in
Jurassic Park filmi gişe yapsın” diyedir. Bu film, dinozor inancına tüy dikmiş
ve insanların dinozorlara inanmasını çok kolaylaştırmıştır.
En önemlisi de 65 milyın yıl
önce yaşadığı söylenen dinozorlar, Evrim Teorisi’nin mutlak gereksinimi olan “zaman
ihtiyâcı”nı karşılamak için uydurulmuştur. Nasıl ki milyonlarca(!) yıl önce yaşayıp
ölmüş bir hayvan kemiğini ve dişini “insan” zannediyorlarsa; büyük bir hayvan
fosilini de (at, deve, zürâfa, fil) dinozor zannediyorlar.
Gerçek şu ki, aslında dinozorlar hakkında pek de bir
şey bilinmiyor. Çünkü olmayan bir şey hakkında ne kadar bilgi sâhibi olunabilir
ki?.
Birileri TDK sözlüğündeki
dinozorun ikinci anlamını, “irticâcı” dedikleri inançlılar için
kullana-dursunlar, bu ancak bir esprinin konusu olabilir. Zîrâ dindarların çoğu
65 milyon yıllık bir zamânı kabûl etmiyor. Dolayısıyla aklı modernist
teorilerle bulanmamış olan müslümanlar, “dinozor” diye bir varlığın yaşadığını
kabûl etmezler. Bu nedenle “dinozor kafalı” tanımlamasının “inançlı” insanlar
için kullanılması uygun değildir. Eskiden dinozor yoktu ama, bu zamanda
“yiyip-yiyip şişen modern dinozorlar” ortalıkta cirit atmaktadır.
Dinozorlar hayâli mitolojik
varlıklardır. Bir hayâl-gücünün ürünüdürler. Dünyâ’da hiç-bir zaman
bulunmadıkları gibi, yaşadıkları söylenen “eski çağlar” diye bir çağ da hiç-bir
zaman olmamıştır. Gösterimde olan dinozor şekilleri ise, ya
fiberglas/plastik-merkezli üretilmiş rekonstrüksiyonlardır, yada genelde, kısa
bir süre önce yaşamış olan bildiğimiz-tanıdığımız hayvanların kemikleridir.
Evet; dîni “zor” bulanlar,
dinozoru kolay buluyorlar. Zîrâ dîne inanmak ağır bir bedel gerektirebilirken,
dinozorlara inanmanın hiç-bir bedeli yoktur.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ocak 2017