30 Kasım 2016 Çarşamba

Rûh Üzerine


“Sana rûhtan sorarlar; de ki: ‘Rûh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir (İsrâ 85).

 

İnsanlık târihinde belki de en kadim tartışma; madde-rûh, beden-bilinç konusudur. İnsanın gerçekten de bir rûhu-bilinci var mıdır?, varsa vücûdunun neresidir yada neresindedir?. Yoksa rûh/bilinç/öz-benlik denilen şey bedenin bizzat kendisi midir?, bedenin yâni maddî varlığın içinde mündemiç (özdeş) olarak mı vardır?. Yoksa ateist-materyâlistlerin dedikleri gibi öyle bir meta-fizik, madde-ötesi bir varlık yok mudur?. (Epifonomonalizm=rûh maddenin sonucudur diyen felsefe). İnsanlar farklı ve üstün yaratılışlarının bir sonucu olan düşünme-duygu vs. özelliklerinden dolayı mı böyle bir varlık inancını edinmişlerdir?. Atomcu Demokritos da rûhu maddeden ayırmaz; “rûhu oluşturan atomlar daha ince, daha hafif ve daha hareketlidir” der. İnce atomların birleşimine “rûh” dediği gibi “akıl” da der. “Bunlar, evrenin her yerine dağılmıştır; öyleyse evren canlı ve akıllıdır. Ancak Tanrı yoktur” der.

 

Bunların ayrı-ayrı hepsine inananlar vardır. Tabi tatmin edici bir açıklama yoktur. Zâten tatmin edici bir açıklama beklemek de yanlıştır. Çünkü idrâk etmeye çalıştığımız şey maddî bir şey değildir. Aksi-hâlde çoktan bulunurdu. Sâdece hissedilebilen bir şeyden bahsediyoruz. Buna “şudur” denecek bir şey yoktur. Bedenimizdeki bir organı meselâ kâlbimizi hissettiğimiz gibi bir hissetme değildir rûhumuz-bilincimiz hakkında hissettiğimiz şey. Gözümü kapayıp odaklandığımda karşımda-içimde bir varlık duruyor. O şey sürekli olarak orada. Onu her zaman duyumsayabiliyorum. Kendimi hissettiğim o şeyin bir öz-varlık olduğu kesindir. Fakat insanlık târihinde kimsenin bilemediği gibi biz de onun ne olduğunu bilemiyoruz. Fakat şurası kesin ki, hissettiğimiz bir varlık var. Ve o bizim bedenimizle aynı şey değil. Bu nedenle tasavvuf câmiâsının Peygamberimizin hadisi diye söyledikleri: “Ruhlarınız vücutlarınızdır, vücutlarınız ruhlarınızdır” sözünü hiç kâle bile almıyoruz.

 

Eğer rûh, maddî vücûdun, meselâ nöronların etkileşimim bir sonucu olarak zuhûr eden bir şey olsaydı, Kur’ân’da; “size rûh hakkında az bir bilgi verildi” denmesi abes olurdu. Çünkü biz vücudun işleyişi ve beyin organı hakkında epey bir bilgiye sâhibiz. Tabi buna rağmen yine de o bilinç hakkında hiç-bir şey bilinmiyor.  

 

Rûh, algılayan şeydir. Maddî olmayan, kendine has olan o şeydir rûh, ve bilincimiz rûhumuz demektir. Maddî olanı idrâk edebilecek olan şeyin maddî olmayan bir şey olması şarttır. Zîrâ madde maddeyi idrâk edemez.

 

“Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve rûh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler” (Kadir 4-5).

 

Buradaki rûhun Cebrâil olduğu söyleniyor ama Cebrâil de bir melek olduğundan, “melekler ve melek Cebrâil” gibi anlamsız bir ifâde çıkıyor. Hem Kur’ân’da meleklerin özelliklerinden üstü kapalı bir şekilde de olsa bahsedilir. “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah’ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, her-şeye güç yetirendir” (Fâtır 1). Bu melekler hakkında bir bilgidir ve “az bir bilgi” değildir. Zîrâ şekillerinden bahsetmektedir. En-âm 8’de meleklerin çok güçlü olduğundan; En-âm 9’da ise insan şeklinde olmadığından vs. bahsedilir. O hâlde Kadir Sûresi’nde bahsedilen rûh, olsa-olsa vahiydir. Cebrâil denmesinin nedeni de, vahyi taşıyan melek olmasından olsa gerek. Netîcede bize az bir bilgi verilen şey, vahiydir. İlginçtir ki, vahiy elimizde olmasına rağmen onun mâhiyetini tam olarak kavrayamıyoruz. Rûh hakkında az bir bilgi verilmesi belki de bir rahmettir. Belki de rûh hakkında fazla bilgi verilseydi o bilgi bizi aşırı zora sokacaktı ve o ağır yükün altına girmek zorunda kalacaktık. Zîrâ rûh gaybın konusudur ve gaybın konularını biz net olarak idrâk edemeyiz. Buna kudretimiz yetmez. Sâdece, Allah’ın bizim idrâk edebileceğimiz kadarını bildirmesiyle bâzı gaybî konuları bilebiliyoruz. Allah, gaybın konusu olan bilgileri idrâk edemeyeceğimiz için, “size rûh hakkında az bir bilgi verildi, çünkü çok bilgi verilseydi bile anlayamazdınız ve idrâk etmek için ömrünüz boyunca uğraşıp dururdunuz da yine de idrâk edemezdiniz ve böylece ömrünüzü boşa tüketirdiniz” demeye getiriyor.

 

Allah’ın istediği, rûhun ne olduğunu bilmek değil, rûh sâhibi olmamızdır. Rûh vahiydir. Vahyin vermiş olduğu bir heyecan, idrâk ve şevktir. Vahiyle samîmi bir şekilde ne kadar ilgili olursanız o derece rûh sâhibi olursunuz. İnsan rûh ile kemâlini bulur. Rûhtan yâni vahiyden uzak olanlar ruhsuzlaşırlar ve Kur’ân tarafından; “hayvan gibi” hattâ bâzen de “hayvandan daha aşağı” olarak görülürler. Kur’ân, vahye uymayanları rûhtan mahrûm hayvanlara benzetiyor. İnsan beşer olmaktan bu rûha ermekle yâni vahyi bilmekle kurtulabilir. İnsanlar vahye göre yaşamadıkları için ruhsuzlaşırlar ve dolayısı ile rûha-vahye göre değil de güdülerine göre yaşadıklarında aynen hayvanlar gibi olurlar. Kâinatta her-şey vahye göre hareket ettiği için muazzam bir düzen ve âhenk vardır. Dünyâ’da da benzer bir düzenin olmamasının nedeni, insanların rûha-vahye göre yaşamamalarıdır. Ruhsuzlaşınca yâni vahye göre yaşamayınca her-şey sarpa sarmaya başlıyor ve Dünyâ bir zindana dönmeye başlıyor.  

 

Seyyid Kutup İsrâ 85. âyet hakkında şunları söyler:

 

“Bâzıları Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- rûhun ne olduğunu soruyorlardı. Kur’ân’ın bu tür konularda izlediği metod, en sağlıklı metoddur. Bu metoda göre, insanlar ihtiyaç duydukları konuları araştırmalıdırlar. İnsanın kavrayabileceği ve bilgisine ulaşabileceği konular üzerinde çalışmalıdırlar. Allah’ın kendilerine bağışlamış olduğu aklî gücünü sonuç vermeyen, verimsiz alanlarda tüketmemelidirler. Vâsıtalarına sâhip olmadığı ve algılayamadığı konulara dalmamalıdır. İşte bu nedenle müşrikler Peygambere rûhun ne olduğunu sorduklarında Allah ona, rûhun Allah katında bir olgu olduğunu ve Allah’ın dışında kimsenin onun hakkında bilgi-sâhibi olmadığını bildirmesini istedi.

 

İnsan, bu yeryüzünde pek-çok şeyleri keşfetmiş ve önemli îcatlarda bulunmuştur. Fakat o, gizli bir sır olan rûh karşısında hep başarısız kalmıştır. Onun ne olduğunu, nasıl geldiğini, nasıl gittiğini, nerede olduğunu ve nerede olacağını bir türlü kestirememiştir. Her-şeyi bilen ve her-şeyden haberi olan Allah’ın Kur’ân’da bildirdikleri hâriç.

 

Bu âyet, insan aklını çalışmaktan alıkoyan, zihnî donukluğu yürürlüğe koymuyor. Sâdece akla kendi sahası içinde çalışması gerektiğini kavrayabileceği alanlara yönelmesini ifâde ediyor. Zîrâ boşu-boşuna çöllerde dolaşmanın anlamı yoktur. Kavrama imkân ve araçlarına sâhip olmadığı alanlara yönelip gücünü-enerjisini harcamasına gerek yoktur. Rûh da aklın sınırları dışında kalan Allah’tan başkasının kavramasına imkân olmayan, Allah’ın gayb konularından biridir”.

 

Rûh hakkında aşırı araştırma yapmak bir şey kazandırmaz ama vahiy-merkezli bilgilenmek ve o bilgi ve bilinçle amelde-eylemde bulunmak insana rûh kazandırır. Allah bu nedenle, “rûh hakkında tartışmayın, ama size rûh kazandıracak işlerle uğraşın” demeye getiriyor. “Gaybı araştırmak” üzere yapacağımız her teşebbüs bizi her zaman araştırma konusunun inkârına götürecektir. O yüzden rûhu araştırmak ve sonunda doğal olarak maddî bir şey bulamamak, rûhun inkârına sebep olmuştur ve olur. Zîrâ rûh gaybın konusudur ve ona inanılır. Tabi rûh, özel bir şekilde bizim hissedebildiğimiz de bir şeydir.

 

Peki rûh bâki midir?. Allah’tan başka her-şey fânidir ve bir tek Allah’tır bâki olan: “Ve Allah ile berâber başka bir ilaha tapma!. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun yüzünden (zâtından) başka her-şey helâk olucudur. Hüküm Onun’dur ve siz O’na döndürüleceksiniz” (Kasas 88)

 

 Allah evrende zâtıyla ve fiilleriyle değil, yasalarıyla ve sanatıyla vardır ve tüm âlemi bu şekilde kuşatmıştır. Allah âlemde Bâkî yönüyle yoktur. Çünkü âlem fânidir ve âlem fenâ bulduğunda Allah da -hâşâ- fenâ bulmuş olacağından, Allah kâinatta bâki olan yönüyle bulunmaz. Rûh ise insandadır ve maddî olanlar gibi kâinâtın fenâ bulmasıyla fenâ bulmaz ama o da bâki değildir ve âhirette yine fâni olarak yaşayacaktır.

 

İnsanın rûhu vardır, fakat bozulan şey rûh değildir. Bedensel bir bozulmadır psikolojik bozulma. Zîrâ rûh bozulmaz. İnsanlar rûhlarını beslemedikleri yâni ruhlarına yönelik şeyler yapmadıkları zaman psikolojik işlevleri bozulur. Bu bozulma bedende korku, kaygı, endişe gibi sıkıntılar meydana getirir. Zâten rûh-bilimi mümkün bir şey değildir. Çünkü rûh hakkında bize az bir bilgi verilmiştir. (İsrâ 85). Rûh Rabbin emrindendir.

 

Psikolojik tedâvi rûhu tedâvi etmez, zâten rûh bildiğimiz anlamda hastalanmaz. Rûh maddî olmadığı için maddî ilaçlarla tedâvi edilemez. Psikolojik ilaçlarla, insanın zihin karışıklığı ve beyin buhranı tedâvi edilmeye çalışılır.

 

Rûh, “yer kaplamayan”dır. O hâlde kâinat mekânına insan ile bağlıdır. İnsan öldüğünde rûh da kâinattan sıyrılıp çekiliveriyor (Allah-u âlem). Descartes, gerçeği ‘cismin dünyâsı’ ve ‘rûhun dünyâsı’ diye ikiye bölmüştü: “Cisim ile rûh iki ayrı tözdürler, yapı ve özce birbirinden kökten ayrılırlar: cisim yer kaplar, rûh düşünür. Bunlar da birbiriyle bağdaşamayan niteliklerdir: Bilinçli olan (düşünen) yer kaplamaz, yer kaplayanın ise bilinci yoktur. Ama bu iki ayrı töz, insan adını verdiğimiz varlıkta bir-arada bulunmaktadırlar; insanın örgüsü bu ikisinden dokunmuştur” der.

 

Rûhun vahiy yâni Kur’ân olduğunun delillerinden biri de şu âyettir:

 

“Böylece sana emrimizden bir rûh vahyettik. Sen, kitap nedir, îman nedir bilmiyordun...” (Şura 52).

 

Clive Staples Lewis; “sizin bir rûhunuz yok, siz zâten ruhsunuz; sizin rûhunuzun bedeni var” der. Bizim “bedenimizin rûhu” değil, “rûhumuzun bedeni” vardır. Çünkü aslolan beden değil, rûhtur. Biz vahiyle ete-kemiğe bürünerek insan olarak görünmekle ve sâlih amel işlemekle yükümlüyüz.  

 

Descartes rûh ile maddeyi ayıran şeyin, düşünme ve yer kaplama olduğunu söyler ve cisim düşünemez, rûh ise yer kaplamaz der. Peki düşünmek ne ile alâkalıdır?. Beyin ile alâkalı ise, o hâlde beyne düşünme komutunu kim yada ne veriyor?.  Allah-u âlem bu, “rûh” denilen şeydir.

 

Rûh, vahiy-Kur’ân yoluyla bize geçiyor ve kâlbimizde îman olarak yerleşiyor. Yâni îman, vahyi idrâk ettiğimizde fıtratımızla buluşuyor ve açığa çıkıyor. O îman bize hem kendi içimizde hem de dışarıda mücâhede ve mücâdele etme gücü veriyor. Îmânın derecesi ve şiddeti, bizi yeniden İslâm devlet ve medeniyetinin kurulmasına yönlendiriyor.

 

An îtibâriyle müslümanlar vahiyden uzak durdukları yada vahyin pratiğini hayatın tam ortasında uygulamadıkları için, devlet ve medeniyetten yoksun bir şekilde Dünyâ’da “yeryüzünün lânetlisi” olarak bulunmak (yaşamak değil) zorunda kalıyorlar.

 

Rabbimiz, rûh hakkında çok az bir bilgi vermiştir. Bu nedenle rûh hakkındaki yazılar da kısa olmalıdır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Kasım 2016

 

 

3 yorum:

  1. RUH.(Eşyadaki özellik.)
    Ruh eşyadaki özelliktir.insanda eşya olduğundan dolayı insanlar bu durumu haller olarak belirlemişlerdir.
    Bundan (2017) 300 sene kadar evvel elementler bulunmadan önce insanlık için gayb olan Ruh tarifi bu gün ilim ve teknoloji sayesinde açıklanmıştır.
    Peygamber sas zamanındaki kişiler için ruh gaybtır. Çünkü kişiye algılayabileceği yüklenir.
    http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html
    http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/element-nedir-elementin-ozellikleri.html
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/03/bu-gun-2017-bilim-ve-teknolojinin-acga.html

    YanıtlaSil
  2. Allah’ın istediği, rûhun ne olduğunu bilmek değil, rûh sâhibi olmamızdır. Rûh vahiydir. Vahyin vermiş olduğu bir heyecan, idrâk ve şevktir. Vahiyle samîmi bir şekilde ne kadar ilgili olursanız o derece rûh sâhibi olursunuz. İnsan rûh ile kemâlini bulur. Rûhtan yâni vahiyden uzak olanlar ruhsuzlaşırlar ve Kur’ân tarafından; “hayvan gibi” hattâ bâzen de “hayvandan daha aşağı” olarak görülürler. Kur’ân, vahye uymayanları rûhtan mahrûm hayvanlara benzetiyor. İnsan beşer olmaktan bu rûha ermekle yâni vahyi bilmekle kurtulabilir. İnsanlar vahye göre yaşamadıkları için ruhsuzlaşırlar ve dolayısı ile rûha-vahye göre değil de güdülerine göre yaşadıklarında aynen hayvanlar gibi olurlar. Kâinatta her-şey vahye göre hareket ettiği için muazzam bir düzen ve âhenk vardır. Dünyâ’da da benzer bir düzenin olmamasının nedeni, insanların rûha-vahye göre yaşamamalarıdır. Ruhsuzlaşınca yâni vahye göre yaşamayınca her-şey sarpa sarmaya başlıyor ve Dünyâ bir zindana dönmeye başlıyor.
    ***
    İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.
    http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den.html
    ***
    Descartes, gerçeği ‘cismin dünyâsı’ ve ‘rûhun dünyâsı’ diye ikiye bölmüştü: “Cisim ile rûh iki ayrı tözdürler, yapı ve özce birbirinden kökten ayrılırlar: cisim yer kaplar, rûh düşünür. Bunlar da birbiriyle bağdaşamayan niteliklerdir: Bilinçli olan (düşünen) yer kaplamaz, yer kaplayanın ise bilinci yoktur. Ama bu iki ayrı töz, insan adını verdiğimiz varlıkta bir-arada bulunmaktadırlar; insanın örgüsü bu ikisinden dokunmuştur” der.
    https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%B6z
    ***
    Rûh, vahiy-Kur’ân yoluyla bize geçiyor ve kâlbimizde îman olarak yerleşiyor. Yâni îman, vahyi idrâk ettiğimizde fıtratımızla buluşuyor ve açığa çıkıyor. O îman bize hem kendi içimizde hem de dışarıda mücâhede ve mücâdele etme gücü veriyor. Îmânın derecesi ve şiddeti, bizi yeniden İslâm devlet ve medeniyetinin kurulmasına yönlendiriyor.
    8*Kitlesel (cemaat) olarakta çalışmak eşyadaki özellik olduğundan (insandaki haller) katagorisine girer.
    http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html
    BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR?
    http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/10/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.html
    RUH.(Eşyadaki özellik.)
    Ruh eşyadaki özelliktir.insanda eşya olduğundan dolayı insanlar bu durumu haller olarak belirlemişlerdir.
    Bundan (2017) 300 sene kadar evvel elementler bulunmadan önce insanlık için gayb olan Ruh tarifi bu gün ilim ve teknoloji sayesinde açıklanmıştır.
    Peygamber sas zamanındaki kişiler için ruh gaybtır. Çünkü kişiye algılayabileceği yüklenir.
    http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html
    http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/element-nedir-elementin-ozellikleri.html
    http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/03/bu-gun-2017-bilim-ve-teknolojinin-acga.html
    https://777has444.blogspot.nl/2016/11/ruh-uzerine.html?showComment=1496307655181#c8578572492775803244
    http://www.iktibasdergisi.com/ruh-uzerine/

    YanıtlaSil
  3. Kadir gecesi peygamberimizin Kur’an ile ilk kez tanıştığı gecedir.
    Kesin olarak bilinen şudur ki, Kadir gecesi Kur’an’ın inmeye başladığı ilk gecedir.
    ******************************************
    RUH.(Eşyadaki özellik.)
    Ruh eşyadaki özelliktir.insanda eşya olduğundan dolayı insanlar bu durumu haller olarak belirlemişlerdir.
    Bundan (2017) 300 sene kadar evvel elementler bulunmadan önce insanlık için gayb olan Ruh tarifi bu gün ilim ve teknoloji sayesinde açıklanmıştır.
    Peygamber sas zamanındaki kişiler için ruh gaybtır. Çünkü kişiye algılayabileceği yüklenir.
    https://plus.google.com/u/0/109838719669290377148/posts/endvdn9wc3d

    GENELDE İNSANLIĞIN ÖZELDE MÜSLÜMANLIĞIN YOL AYIRIMI.
    https://www.facebook.com/photo.php?fbid=354922174959190&set=rpd.100013242319421&type=3&theater

    Asıl olan. vakıanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
    http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb

    XXXXXXXXXXXXXXXXXX
    “Kuşkusuz, Allah hiçbir toplumun durumunu, onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe değiştirmez.”(Rad 11)

    Not.Kişinin kendisinde bulunan eski fakat yanlış olan bilginin,Yeni duyduğu doğru bilgiyi HAZMETME si zordur.Süt içen bebeğe yemek sunulması gibi.
    Hatalı olmayan alim yoktur.Bizim dikkate alacağımız İslami akide konusu.Allâh, senin hakikatindir, özündür, varlığındır.
    ***Sözü çok tehlikelidir.Yanlıştır.**
    https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=313021395815935&id=100013242319421
    http://www.istekuran.com/index.php/25-kadr-olcme-kiymet-suresi

    YanıtlaSil