“Sana rûhtan sorarlar; de ki: ‘Rûh, Rabbimin
emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir” (İsrâ 85).
İnsanlık târihinde belki de en kadim tartışma; madde-rûh,
beden-bilinç konusudur. İnsanın gerçekten de bir rûhu-bilinci var mıdır?, varsa
vücûdunun neresidir yada neresindedir?. Yoksa rûh/bilinç/öz-benlik denilen şey
bedenin bizzat kendisi midir?, bedenin yâni maddî varlığın içinde mündemiç
(özdeş) olarak mı vardır?. Yoksa ateist-materyâlistlerin dedikleri gibi öyle
bir meta-fizik, madde-ötesi bir varlık yok mudur?. (Epifonomonalizm=rûh
maddenin sonucudur diyen felsefe). İnsanlar farklı ve üstün yaratılışlarının
bir sonucu olan düşünme-duygu vs. özelliklerinden dolayı mı böyle bir varlık
inancını edinmişlerdir?. Atomcu
Demokritos da rûhu maddeden ayırmaz; “rûhu oluşturan atomlar daha ince, daha
hafif ve daha hareketlidir” der. İnce atomların birleşimine “rûh” dediği gibi
“akıl” da der. “Bunlar, evrenin her yerine dağılmıştır; öyleyse evren canlı ve
akıllıdır. Ancak Tanrı yoktur” der.
Bunların ayrı-ayrı hepsine
inananlar vardır. Tabi tatmin edici bir açıklama yoktur. Zâten tatmin edici bir
açıklama beklemek de yanlıştır. Çünkü idrâk etmeye çalıştığımız şey maddî bir
şey değildir. Aksi-hâlde çoktan bulunurdu. Sâdece hissedilebilen bir şeyden
bahsediyoruz. Buna “şudur” denecek bir şey yoktur. Bedenimizdeki bir organı
meselâ kâlbimizi hissettiğimiz gibi bir hissetme değildir rûhumuz-bilincimiz
hakkında hissettiğimiz şey. Gözümü kapayıp odaklandığımda karşımda-içimde bir
varlık duruyor. O şey sürekli olarak orada. Onu her zaman duyumsayabiliyorum. Kendimi
hissettiğim o şeyin bir öz-varlık olduğu kesindir. Fakat insanlık târihinde
kimsenin bilemediği gibi biz de onun ne olduğunu bilemiyoruz. Fakat şurası
kesin ki, hissettiğimiz bir varlık var. Ve o bizim bedenimizle aynı şey değil.
Bu nedenle tasavvuf câmiâsının Peygamberimizin hadisi diye söyledikleri:
“Ruhlarınız vücutlarınızdır, vücutlarınız ruhlarınızdır” sözünü hiç kâle bile
almıyoruz.
Eğer rûh, maddî vücûdun,
meselâ nöronların etkileşimim bir sonucu olarak zuhûr eden bir şey olsaydı, Kur’ân’da;
“size rûh hakkında az bir bilgi verildi” denmesi abes olurdu. Çünkü biz vücudun
işleyişi ve beyin organı hakkında epey bir bilgiye sâhibiz. Tabi buna rağmen
yine de o bilinç hakkında hiç-bir şey bilinmiyor.
Rûh, algılayan şeydir. Maddî
olmayan, kendine has olan o şeydir rûh, ve bilincimiz rûhumuz demektir. Maddî
olanı idrâk edebilecek olan şeyin maddî olmayan bir şey olması şarttır. Zîrâ
madde maddeyi idrâk edemez.
“Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve
rûh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler” (Kadir 4-5).
Buradaki rûhun Cebrâil
olduğu söyleniyor ama Cebrâil de bir melek olduğundan, “melekler ve melek
Cebrâil” gibi anlamsız bir ifâde çıkıyor. Hem Kur’ân’da meleklerin
özelliklerinden üstü kapalı bir şekilde de olsa bahsedilir. “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer,
üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah’ındır; O, yaratmada
dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, her-şeye güç yetirendir” (Fâtır 1). Bu
melekler hakkında bir bilgidir ve “az bir bilgi” değildir. Zîrâ şekillerinden
bahsetmektedir. En-âm 8’de meleklerin çok güçlü olduğundan; En-âm 9’da ise
insan şeklinde olmadığından vs. bahsedilir. O hâlde Kadir Sûresi’nde bahsedilen
rûh, olsa-olsa vahiydir. Cebrâil denmesinin nedeni de, vahyi taşıyan melek
olmasından olsa gerek. Netîcede bize az bir bilgi verilen şey, vahiydir.
İlginçtir ki, vahiy elimizde olmasına rağmen onun mâhiyetini tam olarak
kavrayamıyoruz. Rûh hakkında az bir bilgi verilmesi belki de bir rahmettir.
Belki de rûh hakkında fazla bilgi verilseydi o bilgi bizi aşırı zora sokacaktı
ve o ağır yükün altına girmek zorunda kalacaktık. Zîrâ rûh gaybın konusudur ve
gaybın konularını biz net olarak idrâk edemeyiz. Buna kudretimiz yetmez. Sâdece,
Allah’ın bizim idrâk edebileceğimiz kadarını bildirmesiyle bâzı gaybî konuları
bilebiliyoruz. Allah, gaybın konusu olan bilgileri idrâk edemeyeceğimiz için, “size
rûh hakkında az bir bilgi verildi, çünkü çok bilgi verilseydi bile
anlayamazdınız ve idrâk etmek için ömrünüz boyunca uğraşıp dururdunuz da yine
de idrâk edemezdiniz ve böylece ömrünüzü boşa tüketirdiniz” demeye getiriyor.
Allah’ın istediği, rûhun ne
olduğunu bilmek değil, rûh sâhibi olmamızdır. Rûh vahiydir. Vahyin vermiş
olduğu bir heyecan, idrâk ve şevktir. Vahiyle samîmi bir şekilde ne kadar ilgili
olursanız o derece rûh sâhibi olursunuz. İnsan rûh ile kemâlini bulur. Rûhtan
yâni vahiyden uzak olanlar ruhsuzlaşırlar ve Kur’ân tarafından; “hayvan gibi”
hattâ bâzen de “hayvandan daha aşağı” olarak görülürler. Kur’ân, vahye
uymayanları rûhtan mahrûm hayvanlara benzetiyor. İnsan beşer olmaktan bu rûha
ermekle yâni vahyi bilmekle kurtulabilir. İnsanlar vahye göre yaşamadıkları
için ruhsuzlaşırlar ve dolayısı ile rûha-vahye göre değil de güdülerine göre
yaşadıklarında aynen hayvanlar gibi olurlar. Kâinatta her-şey vahye göre
hareket ettiği için muazzam bir düzen ve âhenk vardır. Dünyâ’da da benzer bir
düzenin olmamasının nedeni, insanların rûha-vahye göre yaşamamalarıdır.
Ruhsuzlaşınca yâni vahye göre yaşamayınca her-şey sarpa sarmaya başlıyor ve
Dünyâ bir zindana dönmeye başlıyor.
Seyyid Kutup İsrâ 85. âyet hakkında şunları söyler:
“Bâzıları Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- rûhun
ne olduğunu soruyorlardı. Kur’ân’ın bu tür konularda izlediği metod, en
sağlıklı metoddur. Bu metoda göre, insanlar ihtiyaç duydukları konuları
araştırmalıdırlar. İnsanın kavrayabileceği ve bilgisine ulaşabileceği konular
üzerinde çalışmalıdırlar. Allah’ın kendilerine bağışlamış olduğu aklî gücünü
sonuç vermeyen, verimsiz alanlarda tüketmemelidirler. Vâsıtalarına sâhip
olmadığı ve algılayamadığı konulara dalmamalıdır. İşte bu nedenle müşrikler
Peygambere rûhun ne olduğunu sorduklarında Allah ona, rûhun Allah katında bir
olgu olduğunu ve Allah’ın dışında kimsenin onun hakkında bilgi-sâhibi
olmadığını bildirmesini istedi.
İnsan, bu yeryüzünde pek-çok şeyleri keşfetmiş ve önemli îcatlarda
bulunmuştur. Fakat o, gizli bir sır olan rûh karşısında hep başarısız
kalmıştır. Onun ne olduğunu, nasıl geldiğini, nasıl gittiğini, nerede olduğunu
ve nerede olacağını bir türlü kestirememiştir. Her-şeyi bilen ve her-şeyden
haberi olan Allah’ın Kur’ân’da bildirdikleri hâriç.
Bu âyet, insan aklını çalışmaktan alıkoyan, zihnî
donukluğu yürürlüğe koymuyor. Sâdece akla kendi sahası içinde çalışması
gerektiğini kavrayabileceği alanlara yönelmesini ifâde ediyor. Zîrâ boşu-boşuna
çöllerde dolaşmanın anlamı yoktur. Kavrama imkân ve araçlarına sâhip olmadığı
alanlara yönelip gücünü-enerjisini harcamasına gerek yoktur. Rûh da aklın
sınırları dışında kalan Allah’tan başkasının kavramasına imkân olmayan, Allah’ın
gayb konularından biridir”.
Rûh hakkında aşırı araştırma yapmak bir şey
kazandırmaz ama vahiy-merkezli bilgilenmek ve o bilgi ve bilinçle
amelde-eylemde bulunmak insana rûh kazandırır. Allah bu nedenle, “rûh hakkında
tartışmayın, ama size rûh kazandıracak işlerle uğraşın” demeye getiriyor. “Gaybı
araştırmak” üzere yapacağımız her teşebbüs bizi her zaman araştırma konusunun
inkârına götürecektir. O yüzden rûhu araştırmak ve sonunda doğal olarak maddî
bir şey bulamamak, rûhun inkârına sebep olmuştur ve olur. Zîrâ rûh gaybın
konusudur ve ona inanılır. Tabi rûh, özel bir şekilde bizim hissedebildiğimiz
de bir şeydir.
Peki rûh bâki midir?. Allah’tan
başka her-şey fânidir ve bir tek Allah’tır bâki olan: “Ve Allah ile berâber başka bir ilaha tapma!. O’ndan başka ilah yoktur.
O’nun yüzünden (zâtından) başka her-şey helâk olucudur. Hüküm Onun’dur ve siz O’na
döndürüleceksiniz” (Kasas 88)
Allah evrende zâtıyla ve fiilleriyle değil,
yasalarıyla ve sanatıyla vardır ve tüm âlemi bu şekilde kuşatmıştır. Allah
âlemde Bâkî yönüyle yoktur. Çünkü âlem fânidir ve âlem fenâ bulduğunda Allah da
-hâşâ- fenâ bulmuş olacağından, Allah kâinatta bâki olan yönüyle bulunmaz. Rûh
ise insandadır ve maddî olanlar gibi kâinâtın fenâ bulmasıyla fenâ bulmaz ama o
da bâki değildir ve âhirette yine fâni olarak yaşayacaktır.
İnsanın rûhu vardır, fakat bozulan şey rûh değildir. Bedensel
bir bozulmadır psikolojik bozulma. Zîrâ rûh bozulmaz. İnsanlar rûhlarını
beslemedikleri yâni ruhlarına yönelik şeyler yapmadıkları zaman psikolojik
işlevleri bozulur. Bu bozulma bedende korku, kaygı, endişe gibi sıkıntılar
meydana getirir. Zâten rûh-bilimi mümkün bir şey değildir. Çünkü rûh hakkında
bize az bir bilgi verilmiştir. (İsrâ 85). Rûh Rabbin emrindendir.
Psikolojik tedâvi rûhu
tedâvi etmez, zâten rûh bildiğimiz anlamda hastalanmaz. Rûh maddî olmadığı için
maddî ilaçlarla tedâvi edilemez. Psikolojik ilaçlarla, insanın zihin
karışıklığı ve beyin buhranı tedâvi edilmeye çalışılır.
Rûh, “yer kaplamayan”dır. O hâlde kâinat mekânına
insan ile bağlıdır. İnsan öldüğünde rûh da kâinattan sıyrılıp çekiliveriyor
(Allah-u âlem). Descartes, gerçeği ‘cismin dünyâsı’ ve ‘rûhun dünyâsı’ diye
ikiye bölmüştü: “Cisim ile rûh iki ayrı tözdürler, yapı ve özce birbirinden kökten
ayrılırlar: cisim yer kaplar, rûh düşünür. Bunlar da birbiriyle bağdaşamayan
niteliklerdir: Bilinçli olan (düşünen) yer kaplamaz, yer kaplayanın ise bilinci
yoktur. Ama bu iki ayrı töz, insan adını verdiğimiz varlıkta bir-arada
bulunmaktadırlar; insanın örgüsü bu ikisinden dokunmuştur” der.
Rûhun vahiy yâni Kur’ân
olduğunun delillerinden biri de şu âyettir:
“Böylece sana emrimizden bir rûh vahyettik. Sen,
kitap nedir, îman nedir bilmiyordun...” (Şura 52).
Clive
Staples Lewis; “sizin bir rûhunuz yok,
siz zâten ruhsunuz; sizin rûhunuzun bedeni var” der. Bizim “bedenimizin rûhu”
değil, “rûhumuzun bedeni” vardır. Çünkü aslolan beden değil, rûhtur. Biz
vahiyle ete-kemiğe bürünerek insan olarak görünmekle ve sâlih amel işlemekle yükümlüyüz.
Descartes rûh ile maddeyi
ayıran şeyin, düşünme ve yer kaplama olduğunu söyler ve cisim düşünemez, rûh
ise yer kaplamaz der. Peki düşünmek ne ile alâkalıdır?. Beyin ile alâkalı ise, o
hâlde beyne düşünme komutunu kim yada ne veriyor?. Allah-u âlem bu, “rûh” denilen şeydir.
Rûh, vahiy-Kur’ân yoluyla
bize geçiyor ve kâlbimizde îman olarak yerleşiyor. Yâni îman, vahyi idrâk
ettiğimizde fıtratımızla buluşuyor ve açığa çıkıyor. O îman bize hem kendi
içimizde hem de dışarıda mücâhede ve mücâdele etme gücü veriyor. Îmânın
derecesi ve şiddeti, bizi yeniden İslâm devlet ve medeniyetinin kurulmasına
yönlendiriyor.
An îtibâriyle müslümanlar
vahiyden uzak durdukları yada vahyin pratiğini hayatın tam ortasında
uygulamadıkları için, devlet ve medeniyetten yoksun bir şekilde Dünyâ’da “yeryüzünün
lânetlisi” olarak bulunmak (yaşamak değil) zorunda kalıyorlar.
Rabbimiz, rûh hakkında çok az
bir bilgi vermiştir. Bu nedenle rûh hakkındaki yazılar da kısa olmalıdır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Kasım 2016
RUH.(Eşyadaki özellik.)
YanıtlaSilRuh eşyadaki özelliktir.insanda eşya olduğundan dolayı insanlar bu durumu haller olarak belirlemişlerdir.
Bundan (2017) 300 sene kadar evvel elementler bulunmadan önce insanlık için gayb olan Ruh tarifi bu gün ilim ve teknoloji sayesinde açıklanmıştır.
Peygamber sas zamanındaki kişiler için ruh gaybtır. Çünkü kişiye algılayabileceği yüklenir.
http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html
http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/element-nedir-elementin-ozellikleri.html
http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/03/bu-gun-2017-bilim-ve-teknolojinin-acga.html
Allah’ın istediği, rûhun ne olduğunu bilmek değil, rûh sâhibi olmamızdır. Rûh vahiydir. Vahyin vermiş olduğu bir heyecan, idrâk ve şevktir. Vahiyle samîmi bir şekilde ne kadar ilgili olursanız o derece rûh sâhibi olursunuz. İnsan rûh ile kemâlini bulur. Rûhtan yâni vahiyden uzak olanlar ruhsuzlaşırlar ve Kur’ân tarafından; “hayvan gibi” hattâ bâzen de “hayvandan daha aşağı” olarak görülürler. Kur’ân, vahye uymayanları rûhtan mahrûm hayvanlara benzetiyor. İnsan beşer olmaktan bu rûha ermekle yâni vahyi bilmekle kurtulabilir. İnsanlar vahye göre yaşamadıkları için ruhsuzlaşırlar ve dolayısı ile rûha-vahye göre değil de güdülerine göre yaşadıklarında aynen hayvanlar gibi olurlar. Kâinatta her-şey vahye göre hareket ettiği için muazzam bir düzen ve âhenk vardır. Dünyâ’da da benzer bir düzenin olmamasının nedeni, insanların rûha-vahye göre yaşamamalarıdır. Ruhsuzlaşınca yâni vahye göre yaşamayınca her-şey sarpa sarmaya başlıyor ve Dünyâ bir zindana dönmeye başlıyor.
YanıtlaSil***
İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI.
http://meerstr11.blogspot.nl/2017/01/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den.html
***
Descartes, gerçeği ‘cismin dünyâsı’ ve ‘rûhun dünyâsı’ diye ikiye bölmüştü: “Cisim ile rûh iki ayrı tözdürler, yapı ve özce birbirinden kökten ayrılırlar: cisim yer kaplar, rûh düşünür. Bunlar da birbiriyle bağdaşamayan niteliklerdir: Bilinçli olan (düşünen) yer kaplamaz, yer kaplayanın ise bilinci yoktur. Ama bu iki ayrı töz, insan adını verdiğimiz varlıkta bir-arada bulunmaktadırlar; insanın örgüsü bu ikisinden dokunmuştur” der.
https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%B6z
***
Rûh, vahiy-Kur’ân yoluyla bize geçiyor ve kâlbimizde îman olarak yerleşiyor. Yâni îman, vahyi idrâk ettiğimizde fıtratımızla buluşuyor ve açığa çıkıyor. O îman bize hem kendi içimizde hem de dışarıda mücâhede ve mücâdele etme gücü veriyor. Îmânın derecesi ve şiddeti, bizi yeniden İslâm devlet ve medeniyetinin kurulmasına yönlendiriyor.
8*Kitlesel (cemaat) olarakta çalışmak eşyadaki özellik olduğundan (insandaki haller) katagorisine girer.
http://huseyinsas.blogspot.nl/2016/08/insandaki-halleresyadaki-ozellikler-den_16.html
BU DURUMDA İSLÂM BİZDEN NE YAPMAMIZI İSTİYOR?
http://huseyinsas.blogspot.nl/2013/10/bu-durumda-islam-bizden-ne-yapmamizi.html
RUH.(Eşyadaki özellik.)
Ruh eşyadaki özelliktir.insanda eşya olduğundan dolayı insanlar bu durumu haller olarak belirlemişlerdir.
Bundan (2017) 300 sene kadar evvel elementler bulunmadan önce insanlık için gayb olan Ruh tarifi bu gün ilim ve teknoloji sayesinde açıklanmıştır.
Peygamber sas zamanındaki kişiler için ruh gaybtır. Çünkü kişiye algılayabileceği yüklenir.
http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/insanin-esya-olusunun-delili.html
http://namenstr8bredaholland.blogspot.nl/2017/01/element-nedir-elementin-ozellikleri.html
http://namenstr8bredahollanda.blogspot.nl/2017/03/bu-gun-2017-bilim-ve-teknolojinin-acga.html
https://777has444.blogspot.nl/2016/11/ruh-uzerine.html?showComment=1496307655181#c8578572492775803244
http://www.iktibasdergisi.com/ruh-uzerine/
Kadir gecesi peygamberimizin Kur’an ile ilk kez tanıştığı gecedir.
YanıtlaSilKesin olarak bilinen şudur ki, Kadir gecesi Kur’an’ın inmeye başladığı ilk gecedir.
******************************************
RUH.(Eşyadaki özellik.)
Ruh eşyadaki özelliktir.insanda eşya olduğundan dolayı insanlar bu durumu haller olarak belirlemişlerdir.
Bundan (2017) 300 sene kadar evvel elementler bulunmadan önce insanlık için gayb olan Ruh tarifi bu gün ilim ve teknoloji sayesinde açıklanmıştır.
Peygamber sas zamanındaki kişiler için ruh gaybtır. Çünkü kişiye algılayabileceği yüklenir.
https://plus.google.com/u/0/109838719669290377148/posts/endvdn9wc3d
GENELDE İNSANLIĞIN ÖZELDE MÜSLÜMANLIĞIN YOL AYIRIMI.
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=354922174959190&set=rpd.100013242319421&type=3&theater
Asıl olan. vakıanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir.
http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2016/01/asl-nedir1-kok-esas-temel-kaide-asl.html?spref=fb
XXXXXXXXXXXXXXXXXX
“Kuşkusuz, Allah hiçbir toplumun durumunu, onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe değiştirmez.”(Rad 11)
Not.Kişinin kendisinde bulunan eski fakat yanlış olan bilginin,Yeni duyduğu doğru bilgiyi HAZMETME si zordur.Süt içen bebeğe yemek sunulması gibi.
Hatalı olmayan alim yoktur.Bizim dikkate alacağımız İslami akide konusu.Allâh, senin hakikatindir, özündür, varlığındır.
***Sözü çok tehlikelidir.Yanlıştır.**
https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=313021395815935&id=100013242319421
http://www.istekuran.com/index.php/25-kadr-olcme-kiymet-suresi