15 Ağustos 2016 Pazartesi

Kentsel Dönüşüm



Yüksek bir tepeye çıkıp şöyle kenti (şehri değil) seyrettiğinizde ne görüyorsunuz?. Nasıl bir manzara var?. İç-açıcı bir manzara görebiliyor musunuz?. Seküler-modern-konformist-kapitâlist-liberâl ideolojileri kana-kana içmiş birisi için belki de olağan-üstü bir manzaradır görülen şey. Peki müslümanlar yada İslâm için de böyle midir?. Yâni fıtrata uygun mudur görülen resim?.

Görülen manzara aşağı-yukarı şu şekildedir: Çeşitli yükseklikteki, bir katında 2,3,4,5,6, dâire olan, 4-5-6-7-8-10-15-20-30-40..katlı binâlar ve 50 ile 200 metre-kare büyüklüğündeki dâirlerden (“ev” değil) meydana gelmiş, apartman aralarında, asfalt yollar ve küçük çapta parklar olan, aşırı gürültülü, kalabalık, puslu, soğuk ama ışıltılı, modernizme alıştırılmış kişiler tarafından orada yaşamanın bir ayrıcalık olduğu zannedilen bir mekân. Uzaktan bakınca pek belli olmayan; huzursuzluklar, asık suratlar, bozuk psikolojiler, bunalımlar, hastalıklar, harcanan hayatlar, açlık, sefâlet, suç, ayıp, günah ve türlü çirkeflikler, o mekâna daha yakından bakınca ve içine girince çok net bir şekilde görülebiliyor. 

Bu kentler kimin için iyidir?. Bence can-alıcı soru budur. Çok az olumlu yanları olmasına karşın bir-çok olumsuz yönleri olan bu kentlerden memnun olanların çok büyük çoğunluğu, İslâm/fıtrat-merkezli yaşamayan ve bu düşünce içinde olmayan, veyâ bu konuda bilgisi olmadığından dolayı, ama kentin o bir-kaç özelliğinden dolayı orada bulunmak zorunda kalanlardır.

Hadi gece-kondular ve kaçak ve çarpık yapılar çeşitli projelerle (kentsel dönüşüm gibi) bir nebze olsa da değiştiriliyor. Gerçi yeni yapılar, güzel bir şehir yapısı için değil de rant ve kapitâl-merkezli bir zihniyetle yapıldığından, yeni ve sağlam binâlar olmasına rağmen, sokaklar, uzunluğuna göre belki de 200-250 metre uzunluğunda ve 20 metre yüksekliğinde “surlar”la çevrilmiş oldu-oluyor. Evler yüksek katlı oldu sâdece.

Osmanlı-Anadolu evleri ise şöyleydi: Büyük bir avludan girilen büyük âilelerin yaşadığı mekânlardı buralar. 3-5 âilenin ki, bu kişiler kardeşler, anne-babalar-büyük atalardan oluşan büyük âilelerdi. Ortak kullanılan mutfak, banyo ve tuvaletlerden başka, her âilenin ayrı odalarının olduğu, çocuklar büyüdüğünde ayrı odalarının bulunduğu, alt katı banyo-tuvalet-mutfak-depo vs. olarak kullanılan ve büyük avlusu olan evlerdi. Erkekler sabah erkenden işlerine giderken, büyük atalar torunlarla yada kendilerine has işlerle uğraşırlar ve câmiye gidip-gelirlerdi ve zamanlarını bu şekilde geçirirlerdi. Kadınlar ise, bu evlerin arka taraflarındaki meyve ağaçlarının olduğu ve sebzelerin yetiştirildiği bahçelerle ilgilenirlerdi. Yine evlerin bâzılarında tavuk-inek-koyunun bulunduğu ahırlar vardı. Kadınlar bunların günlük bakımlarıyla ilgilenir; yüksekçe duvarlarla çevrilmiş olan ve bir çeşit tesettür-mahremiyet görevi gören bu büyük avlularda kışlık ürünlerini (salça, turşu, bulgur, pekmez, kurutmalık, tarhana vs.) hazırlarlar, ağaçlarına-bahçelerine-hayvanlarına bakarlar, yemeklerini büyük tencerelerde hazırlarlar, komşularıyla çay-kahve içerler, sohbet ederler ve günlerini dolu-dolu yaşarlardı. Bu nedenle kadınlar çarşı-pazar hâricinde sık-sık çıkıp bir yerlere gezmeye gitme isteği duymazlardı. Basit çarşı-pazar işlerini, -zâten çarşı-pazarda çalışan- eşler karşılardı. Bu avlular, onların hayatlarını büyük ölçüde doldururdu ve tüm komşular da bir-birlerini iyi tanır ve her konuda yardımlaşır, dertleşir, paylaşırdı.

Modern kentlerde ise bu tarz şeylerin yaşanması mümkün değildir. Apartmanlar insanları birbirinden koparıyor. Eskiden 3-5 sokak ileride oturanlar bile “komşu” olurken, şimdi aynı kattaki yan dâirede oturanlarla bir komşuluk ve tanışıklık yok. Zâten pek de karşılaşılmıyor. Uzun yıllar aynı katta oturup da birbirlerini tanımayanlar var. Bir keresinde mahallemizdeki yan apartmandan bir cenâze çıkmıştı ve mahallenin eski sâkinleri, kimin öldüğünü anlayamamıştı.   

Allah insanlardan yeryüzünü “îmar” etmelerini ister fakat istenen bu îmar-şekli, mevcut modern mîmârinin yaptığı değildir.

“O, iş-başına geçti mi (yada sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).

Kemal Sayar:

“Çağdaş insan, tabiatı, kendisinden yararlandığı ama kendisine karşı ayrıca sorumlu da olduğu bir eş gibi değil, bir fâhişe gibi görmektedir: Kendisine karşı hiç-bir yükümlülük ve sorumluluk duygusu beslenmeyen bir fâhişe. İnsan ve tabiat arasında bozulan denge aslında insanla Tanrı arasında bozulan âhengin bir yansımasıdır” der.

Kentsel dönüşümün yaptığı başka bir dönüşüm daha var; “insan dönüşümü”. Kentsel dönüşüm sâdece mîmâriyi (gerçi buna mîmâri denemez) değiştirdiği gibi, insanları da değiştiriyor. Bu değişim “fıtrata aykırı olan değişim” şeklindedir. İslâm’a aykırı bir değişimdir. İnsan yaşadığı topluma ve mîmâriye göre düşünür. Yaşadığı mîmârinin oluşturduğu algı-şekli insana sirâyet eder ve insan, kuşatıldığı şekil tarafından etkilenir. Modern insan, modern mîmâri şeklinden başkasını hayâl edemiyor ve bu nedenle de standart bir mîmâri şekli çıkıyor ortaya ve bu nedenle Mîmar Sinan gibi dâhi mîmarlar da yetişmiyor. Yapılan eserler bu nedenle kalıcı olamıyor. Modernizmin mîmâri anlayışı keskin hatlara sâhip olan mîmâri şeklidir. İslâm’da ve Osmanlı’da ise mîmâri yapılar ovâldi ve yumuşak dönüşler olurdu. Keskin hatlar yoktu. Bu, insanlara da sirâyet etmiş ve bu nedenle hiç kimsede vahiy-merkezi olmayan düşünüşler olmazdı. İslâm’da “kesinliği sâdece Allah belirleyebilir düşüncesi” hâkimdir zâten.

Mîmâri, ahlâkı da belirler. Modern kentlerdeki dâirelerde sıcak bir ortam yoktur ve herkes bir kenara çekilir ve kendi hayâtını yaşar. Çekirdek âileye ve bireyciliğe uygun olan modern mîmâri çekirdek-âile yapısını ve bireyselliği ortaya çıkardığından, toplumun genelinde bir bencillik ve umursamazlık vardır. Böyle toplumlarda “emr-i bil mâruf ve nehyi anil münker” yapılamaz. “Sana ne” ve “bana ne” sözleri ayyuka çıkar modern kentlerde. İslâm’da ise bu sözler geçersizdir.

İslâm’a uygun mîmâride ise bir sıcaklık, kucaklaşma, yardımlaşma ve “emr-i bil mâruf ve nehyi anil münker” (iyiliği emretme ve kötülüğü def etme) vardır. Mîmâri buna zorlar insanları. İslâm’a uygun olan mîmâri biçimlerinde kişiler “umursamaz” davranamaz. İslâm’i mîmâride yaşandığında kreş, anaokulu, çocuk yuvası, huzur-evi ve psikologlar olmaz. Zîrâ herkes birbirinden hem sorumludur hem de sürekli sıcak ilişkiler hem kişileri rahatlatır hem de insanlar güven içinde yaşayarak mutlu-huzurlu bir toplum oluşmuştur.

Kentsel dönüşüm, insanları da dönüştürdü. Bu dönüşüm hayırlı bir dönüşüm değildir ve toplumun “sâdece belli bir kesimi için kazanç anlamında iyi” olmuştur. Belki biraz da üretimi ve istihdâmı arttırmıştır. Fakat 40 yıllık komşular bile birbirlerine düşman olmuşlardır. Zâten kıyıda-kenarda devâm eden komşuluklar-ahbaplıklar bitmeye yüz tutmuştur. Aşırı bir kıyaslama yapılmaya başlanmış ve fitne-fesat alabildiğine çoğalmıştır. Artık herkes birbirlerine yalan söylemektedir ve çıkar-merkezli bir “dönüşüm” yaşanmaktadır. “Benim istediğim gibi olsun da başkaları nasıl olursa olsun” düşüncesi oluşmuştur. Oysa bu tutum çok yanlıştır. Çünkü herkes böyle düşünürse hiç kimsenin “istediği gibi” olmaz. Fakat İslâm’a uygun olarak “herkesin istediği gibi olsun, herkesinki güzel olsun” anlayışı ve düşüncesi olduğunda, “herkesin istediği gibi” olur.  

Kentsel dönüşüm, modernleşmenin son aşamasıdır. Artık bundan sonra modernleşmek için bir baskıya da gerek kalmayacaktır ve insanlar “dönüşen kentler”de modernizm lehine dönüşeceklerdir, zîrâ kentsel dönüşüm, yapılardan ziyâde insanların dönüştürülmesini amaçlar. Hüseyin Alan:

“Türkiye’de kentsel dönüşümle varılacak yerin modernleşmede finali temsil edeceğini, bununla müslümanların yapı-sökümüne uğratılacağını söyleyebiliriz” der.

Kentsel dönüşüm projesi, bu ilişki-biçimi yok etmiştir ve bu yok etmenin, “plânlı bir yok etme” olduğundan şüphelenilmelidir.

Eski şehirler ve yaşam-biçimleri mumla aranır olmuştur. Kentsel dönüşüm ile birlikte kentler artık “yaşanılan yerler” değildir, “bulunulan yerler”dir.

Kentsel Dönüşüm ile modernleşen kentler “şehir” değildir; modern kentler “memleket” değildir vesselam.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Ağustos 2016


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder