Yüksek bir tepeye çıkıp şöyle kenti (şehri değil)
seyrettiğinizde ne görüyorsunuz?. Nasıl bir manzara var?. İç-açıcı bir manzara
görebiliyor musunuz?. Seküler-modern-konformist-kapitâlist-liberâl ideolojileri
kana-kana içmiş birisi için belki de olağan-üstü bir manzaradır görülen şey.
Peki müslümanlar yada İslâm için de böyle midir?. Yâni fıtrata uygun mudur
görülen resim?.
Görülen manzara aşağı-yukarı şu şekildedir: Çeşitli
yükseklikteki, bir katında 2,3,4,5,6, dâire olan, 4-5-6-7-8-10-15-20-30-40..katlı
binâlar ve 50 ile 200 metre-kare büyüklüğündeki dâirlerden (“ev” değil) meydana
gelmiş, apartman aralarında, asfalt yollar ve küçük çapta parklar olan, aşırı
gürültülü, kalabalık, puslu, soğuk ama ışıltılı, modernizme alıştırılmış kişiler
tarafından orada yaşamanın bir ayrıcalık olduğu zannedilen bir mekân. Uzaktan
bakınca pek belli olmayan; huzursuzluklar, asık suratlar, bozuk psikolojiler,
bunalımlar, hastalıklar, harcanan hayatlar, açlık, sefâlet, suç, ayıp, günah ve
türlü çirkeflikler, o mekâna daha yakından bakınca ve içine girince çok net bir
şekilde görülebiliyor.
Bu kentler kimin için iyidir?. Bence can-alıcı soru
budur. Çok az olumlu yanları olmasına karşın bir-çok olumsuz yönleri olan bu
kentlerden memnun olanların çok büyük çoğunluğu, İslâm/fıtrat-merkezli
yaşamayan ve bu düşünce içinde olmayan, veyâ bu konuda bilgisi olmadığından
dolayı, ama kentin o bir-kaç özelliğinden dolayı orada bulunmak zorunda
kalanlardır.
Hadi gece-kondular ve kaçak ve çarpık yapılar çeşitli
projelerle (kentsel dönüşüm gibi) bir nebze olsa da değiştiriliyor. Gerçi yeni
yapılar, güzel bir şehir yapısı için değil de rant ve kapitâl-merkezli bir
zihniyetle yapıldığından, yeni ve sağlam binâlar olmasına rağmen, sokaklar,
uzunluğuna göre belki de 200-250 metre uzunluğunda ve 20 metre yüksekliğinde
“surlar”la çevrilmiş oldu-oluyor. Evler yüksek katlı oldu sâdece.
Osmanlı-Anadolu evleri ise şöyleydi: Büyük bir
avludan girilen büyük âilelerin yaşadığı mekânlardı buralar. 3-5 âilenin ki, bu
kişiler kardeşler, anne-babalar-büyük atalardan oluşan büyük âilelerdi. Ortak
kullanılan mutfak, banyo ve tuvaletlerden başka, her âilenin ayrı odalarının
olduğu, çocuklar büyüdüğünde ayrı odalarının bulunduğu, alt katı
banyo-tuvalet-mutfak-depo vs. olarak kullanılan ve büyük avlusu olan evlerdi.
Erkekler sabah erkenden işlerine giderken, büyük atalar torunlarla yada kendilerine
has işlerle uğraşırlar ve câmiye gidip-gelirlerdi ve zamanlarını bu şekilde
geçirirlerdi. Kadınlar ise, bu evlerin arka taraflarındaki meyve ağaçlarının
olduğu ve sebzelerin yetiştirildiği bahçelerle ilgilenirlerdi. Yine evlerin
bâzılarında tavuk-inek-koyunun bulunduğu ahırlar vardı. Kadınlar bunların
günlük bakımlarıyla ilgilenir; yüksekçe duvarlarla çevrilmiş olan ve bir çeşit
tesettür-mahremiyet görevi gören bu büyük avlularda kışlık ürünlerini (salça,
turşu, bulgur, pekmez, kurutmalık, tarhana vs.) hazırlarlar,
ağaçlarına-bahçelerine-hayvanlarına bakarlar, yemeklerini büyük tencerelerde
hazırlarlar, komşularıyla çay-kahve içerler, sohbet ederler ve günlerini
dolu-dolu yaşarlardı. Bu nedenle kadınlar çarşı-pazar hâricinde sık-sık çıkıp
bir yerlere gezmeye gitme isteği duymazlardı. Basit çarşı-pazar işlerini, -zâten
çarşı-pazarda çalışan- eşler karşılardı. Bu avlular, onların hayatlarını büyük
ölçüde doldururdu ve tüm komşular da bir-birlerini iyi tanır ve her konuda
yardımlaşır, dertleşir, paylaşırdı.
Modern kentlerde ise bu tarz şeylerin yaşanması
mümkün değildir. Apartmanlar insanları birbirinden koparıyor. Eskiden 3-5 sokak
ileride oturanlar bile “komşu” olurken, şimdi aynı kattaki yan dâirede oturanlarla
bir komşuluk ve tanışıklık yok. Zâten pek de karşılaşılmıyor. Uzun yıllar aynı
katta oturup da birbirlerini tanımayanlar var. Bir keresinde mahallemizdeki yan
apartmandan bir cenâze çıkmıştı ve mahallenin eski sâkinleri, kimin öldüğünü
anlayamamıştı.
Allah insanlardan yeryüzünü “îmar” etmelerini ister
fakat istenen bu îmar-şekli, mevcut modern mîmârinin yaptığı değildir.
“O,
iş-başına geçti mi (yada sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu
sevmez” (Bakara 205).
Kemal Sayar:
“Çağdaş insan, tabiatı, kendisinden yararlandığı ama kendisine karşı
ayrıca sorumlu da olduğu bir eş gibi değil, bir fâhişe gibi görmektedir:
Kendisine karşı hiç-bir yükümlülük ve sorumluluk duygusu beslenmeyen bir
fâhişe. İnsan ve tabiat arasında bozulan denge aslında insanla Tanrı arasında
bozulan âhengin bir yansımasıdır” der.
Kentsel dönüşümün yaptığı başka bir dönüşüm daha var;
“insan dönüşümü”. Kentsel dönüşüm sâdece mîmâriyi (gerçi buna mîmâri denemez)
değiştirdiği gibi, insanları da değiştiriyor. Bu değişim “fıtrata aykırı olan
değişim” şeklindedir. İslâm’a aykırı bir değişimdir. İnsan yaşadığı topluma ve mîmâriye
göre düşünür. Yaşadığı mîmârinin oluşturduğu algı-şekli insana sirâyet eder ve
insan, kuşatıldığı şekil tarafından etkilenir. Modern insan, modern mîmâri
şeklinden başkasını hayâl edemiyor ve bu nedenle de standart bir mîmâri şekli
çıkıyor ortaya ve bu nedenle Mîmar Sinan gibi dâhi mîmarlar da yetişmiyor.
Yapılan eserler bu nedenle kalıcı olamıyor. Modernizmin mîmâri anlayışı keskin
hatlara sâhip olan mîmâri şeklidir. İslâm’da ve Osmanlı’da ise mîmâri yapılar
ovâldi ve yumuşak dönüşler olurdu. Keskin hatlar yoktu. Bu, insanlara da
sirâyet etmiş ve bu nedenle hiç kimsede vahiy-merkezi olmayan düşünüşler
olmazdı. İslâm’da “kesinliği sâdece Allah belirleyebilir düşüncesi” hâkimdir zâten.
Mîmâri, ahlâkı da belirler. Modern kentlerdeki dâirelerde
sıcak bir ortam yoktur ve herkes bir kenara çekilir ve kendi hayâtını yaşar.
Çekirdek âileye ve bireyciliğe uygun olan modern mîmâri çekirdek-âile yapısını
ve bireyselliği ortaya çıkardığından, toplumun genelinde bir bencillik ve umursamazlık
vardır. Böyle toplumlarda “emr-i bil mâruf ve nehyi anil münker” yapılamaz. “Sana
ne” ve “bana ne” sözleri ayyuka çıkar modern kentlerde. İslâm’da ise bu sözler
geçersizdir.
İslâm’a uygun mîmâride ise bir sıcaklık, kucaklaşma,
yardımlaşma ve “emr-i bil mâruf ve nehyi anil münker” (iyiliği emretme ve
kötülüğü def etme) vardır. Mîmâri buna zorlar insanları. İslâm’a uygun olan
mîmâri biçimlerinde kişiler “umursamaz” davranamaz. İslâm’i mîmâride
yaşandığında kreş, anaokulu, çocuk yuvası, huzur-evi ve psikologlar olmaz. Zîrâ
herkes birbirinden hem sorumludur hem de sürekli sıcak ilişkiler hem kişileri
rahatlatır hem de insanlar güven içinde yaşayarak mutlu-huzurlu bir toplum
oluşmuştur.
Kentsel dönüşüm, insanları da dönüştürdü. Bu dönüşüm
hayırlı bir dönüşüm değildir ve toplumun “sâdece belli bir kesimi için kazanç
anlamında iyi” olmuştur. Belki biraz da üretimi ve istihdâmı arttırmıştır. Fakat
40 yıllık komşular bile birbirlerine düşman olmuşlardır. Zâten kıyıda-kenarda
devâm eden komşuluklar-ahbaplıklar bitmeye yüz tutmuştur. Aşırı bir kıyaslama
yapılmaya başlanmış ve fitne-fesat alabildiğine çoğalmıştır. Artık herkes
birbirlerine yalan söylemektedir ve çıkar-merkezli bir “dönüşüm” yaşanmaktadır.
“Benim istediğim gibi olsun da başkaları nasıl olursa olsun” düşüncesi
oluşmuştur. Oysa bu tutum çok yanlıştır. Çünkü herkes böyle düşünürse hiç
kimsenin “istediği gibi” olmaz. Fakat İslâm’a uygun olarak “herkesin istediği gibi
olsun, herkesinki güzel olsun” anlayışı ve düşüncesi olduğunda, “herkesin
istediği gibi” olur.
Kentsel dönüşüm, modernleşmenin son aşamasıdır. Artık
bundan sonra modernleşmek için bir baskıya da gerek kalmayacaktır ve insanlar
“dönüşen kentler”de modernizm lehine dönüşeceklerdir, zîrâ kentsel dönüşüm, yapılardan ziyâde insanların
dönüştürülmesini amaçlar. Hüseyin Alan:
“Türkiye’de kentsel dönüşümle varılacak yerin modernleşmede finali
temsil edeceğini, bununla müslümanların yapı-sökümüne uğratılacağını söyleyebiliriz”
der.
Kentsel dönüşüm projesi, bu ilişki-biçimi yok
etmiştir ve bu yok etmenin, “plânlı bir yok etme” olduğundan şüphelenilmelidir.
Eski şehirler ve yaşam-biçimleri mumla aranır
olmuştur. Kentsel dönüşüm ile birlikte kentler artık “yaşanılan yerler”
değildir, “bulunulan yerler”dir.
Kentsel Dönüşüm ile modernleşen kentler “şehir”
değildir; modern kentler “memleket” değildir vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ağustos
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder