“Göklerde ve yerde olan ne varsa O’ndan ister. O,
her-gün (her-an) bir iştedir” (Rahmân
29).
“Göklerde ilah ve yerde ilah O’dur. O, hüküm ve
hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf
84).
“Deizm veyâ
Yaradancılık, mantık ve doğal-dünyâya dâir gözlemlerin kaynağını oluşturduğu;
dinsel bilgiye dolaysız biçimde sâdece akıl yoluyla ulaşılabileceği ilkesini
esas alan, bu sebeple vahiy ve esine dayalı tüm dinleri reddeden tek-tanrı
inancıdır. Evreni yaratan, işleyişi için doğa kânunlarını
koyan, ayrıca insanlığa ve evrene müdâhalede bulunmayan; doğruları keşfetmeleri
için insanlara akıl veren bir tanrıya duyulan inanç deizmi ifâde etmektedir. Deistler genellikle bu doğrultuda
evreni tanrı tarafından tasarlanan, hareketi başlatılan; dışarıdan müdâhale
olmadan doğa kânunlarına uygun şekilde işleyen bir bütünlük olarak görme
eğilimindedir. Deizm; 17. ve 18. yüzyılda ortaya çıkmış tüm dinleri
reddeden, tanrı’yı sâdece bir “ilk neden” olarak kabûl eden yâni tanrının
varlığına inanan inanç felsefesi şeklidir” (Vikipedi).
Bu tanım, lâiklikten
ve sekülerizmden ayrı bir tanım değildir. Dolayısı ile bu düşünceyi savunanlar
lâikliği baş-tâcı yapmışlardır.
Ateistler “tanrı-tanımazlar”
iken, deistler ise “tanrı-tanır”dırlar ama sâdece “tanrı-tanırlar”dır. Âhiret,
melek, kitap, vahiy ve peygamber tanımazlar.
Deizm, Teizme bir alternatif olarak üretilmiştir.
Macit Gökberk teizm ve deizm arasındaki ilişkiyi ve aykırılığı şöyle anlatır:
“Dil bakımından her iki deyim de aynı kökten, “Tanrı” sözünden gelmektedir;
yalnız biri Yunancadan (“Theos”tan), öteki
de Latinceden (“Deus”tan) türetilmiştir; her ikisi de, “Tanrısız”a karşı
olarak “Tanrılı”, “Tanrıcı” demektir. Demek ki, deist de bir Tanrı’ya inanır. Ancak,
deiste göre, evreni yaratan Tanrı, sonra onu, kendi yasasına göre işlemek üzere
kendi başına bırakmıştır. Bu
anlayışta Tanrı ile insan arasında canlı bir ilgi kalmıyor. Theist ise
canlı ve kişiliği olan bir Tanrı’ya inanır; bu Tanrı yaratmış olduğu evrenin hem
üstünde, hem de içindedir; her yerde her an bulunup her-şeyi kendisi yönetir”.
Allah,
gökleri ve yeri yâni tüm varlıkları (kâinâtı) bir sistem dâhilinde yaratmış ve
sonra da kendi işleyişine bırakıp ilgisini kesmiş bir ilah gibi gösterilmek
isteniyor. Böylece lâikliğe, sekülerizme, demokrasi ve şaytâni tüm ideolojilere
alan açılmış olacak ve Allah, din, Kur’ân; hiç-bir şeye karışmayacağından,
kişinin nefsi serbest kalıp rahat edebilecektir. İnsanlık târihindeki çatışma
işte bunun çatışmasıdır. Yâni Allah sâdece göklerin ilahı mı, yoksa yerin de
ilahı mı?. Bu çatışma tâ Hâbil ile Kâbil zamânında başlamıştır. Düşünce ve
eylemlerinden deist olduğunu anladığımız Kâbil, bir sorumsuzlukla nefsine uygun
bir çıkar edinmek istemiş ama tevhid bilincine sâhip olan Hâbil bu çıkara çomak
sokunca onu öldürebilmiştir. Ne de olsa Allah ve din yeryüzünde hâkim
olmadığından ve karışmadığından ve yüce bir Kontrôl Edici olmadığından, yaptığı
şeyden ilk başta bir rahatsızlık duymamıştır. Fakat beğenmediği karganın bile
Allah’ın emriyle hareket ettiğini görünce yaptığına biraz da olsa pişmân olmuştur.
İsmail Ekercin:
“Yahudilerin hayâlindeki Tanrı (Yahova, Elohim),
gökleri altı günde yaratmış sonra istirahate çekilmiştir. Ya sonra ne
olacaktır, Dünyâ’da veyâ âhirette bir daha hayâta müdâhil olacak mıdır?. Bu
belirsizlik, “başının çâresine bakan kurtulur, mal ve servet sâhibi olur”
zihniyeti oluşturmaktadır. Olur da bir zulüm yaparsa aktif ve müdâhale eden bir
Tanrı ortalıkta görünmediğinden sorun çıkmamaktadır. Güçlü olmak yeterlidir,
ayrıca haklı olmayı sorgulamak yâni meşrûiyeti sorgulamak gereksizdir.
Birbirlerine olmadıkça menfaat için her türlü şer mubah sayılmıştır” der.
Tahrif
edilmiş tüm dinler, deizm nedeniyle tahrif edilmiştir. Bir dînin tahrif
edilmesinin nedeni, onun hayâta görece fazla karışması ve şeytâni fikir-sâhiplerinin
istedikleri gibi at oynatamaması nedeniyledir. Dîni hayattan uzaklaştırmak için
Allah inancını kabûl etmelerine rağmen, O’nun yerdeki ilahlığını ve
hâkimiyetini kabûl etmiyorlardı. Mekke müşrikleri de böyleydi:
Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i
ve Ay’ı kim emre âmâde kıldı?’ diye soracak olursan, şüphesiz: ‘Allah’
diyecekler. Şu hâlde nasıl oluyor da çevriliyorlar?” (Ankebût 61).
Şirk, Allah’ın
bir varlığının olmadığını söylemez. Allah’ın varlığı kabûl edilmesine rağmen
onu sâdece “göklerin ilahı” olarak tâyin ve îlan etmektir şirktir. Yeryüzüne,
hayâta kânun ve yasalara yâni hükme Allah’ı karıştırmamak şirktir ve şirk zâten
budur. Mekke müşrikleri de böyle yapıyorlardı ve Allah’ı kabûl ediyorlardı
fakat sâdece gökte. O’nu sâdece gökte kabûl ediyorlardı yerde değil. Yerdeki
hâkimiyeti kendilerine has kılmışlardır. Allah bunu zinhar kabûl etmezdi ve bu
nedenle de âlemlere rahmet Peygamberini ve vahyini göndererek bu düşünce ve
tavrı ezdi. Bu düşünce ve tavrın nasıl ezilmesi gerektiğinin ebedî formülünü
Kur’ân olarak gösterdi.
Deizmde
peygamberlik yoktur, olamaz; Kur’ân -hâşâ- insan uydurmasıdır, çünkü deizme
göre vahyin bir açıklaması yapılamaz. Ne de olsa Allah Dünyâ ve kâinatla
ilgilenmediği için insanlara vahiy falan göndermez. Bu durumda melekler ve âhiret
(cennet cehennem) zorunlu değildir. Allah, Dünyâ’da ne olup-olmadığı ile
ilgilenmez ki âhiretle ilgilensin. Duâ etmenin bir anlamı yoktur. Duâyı kâle
alacak bir varlık yoktur ki!. Kime yapılacak duâ?. Bu nedenle sâdece kişisel
bir yoga gibi bir şey olarak yorumlanır duâ. Bir terapi. İbâdet etmek de
öyledir. Çok gayretli ve disiplinli ibâdet etmek abestir. Sâdece yoga ve meditasyon
olarak bir değeri vardır. Şeytan diye bir şey olamaz. O bir negatifliktir. Kısaca
din ile ilgili bir şey yapmak büyük ölçüde gereksizdir ve din sâdece vicdanlarda
yaşanabilecek bir şeydir ve bu inancı vicdan dışında yaşamak isteyenler ahmaktır.
“Din ille de hayatta uygulansın-yaşansın” demek, modern zamanlarda ve deizme
göre teröristliktir.
Deizm doğaya ve akla
dayanır, vahye dayanmaz. Diğer tüm dinler vahye yada kutsal kitaplara
dayalıdırlar. Deizmde bir râhibe, papaza yada imama gerek yoktur. Deizmde
ihtiyaç olan tek şey kendi sağduyumuz ve düşünme becerimizdir.
Deizm
yanlış bir tevhid inancına sâhiptir. Allah’ın “varlığına ve birliğine îman”
olarak tevhid tanımı yapılır. Oysa tevhidin doğru tanımı; “Allah göklerde ilah
olduğu gibi yerde de ilah olandır” şeklindedir.
Deizm, hristiyanlık ve
yahudiliğe uygun olabilir fakat İslâm’a aslâ uygun değildir. Hristiyanlık ve
yahudiliğe göre Allah kâinâtı yarattıktan sonra dinlenmek için bir köşeye çekilmiştir
ve yarattıkları ile ilgilenmemiştir. Dolayısı ile bu ilgilenme -güyâ- insana
kalmıştır. İslâm ise; Allah kâinâtı yarattıktan sonra arşa kurulup yönetimi
eline aldığını söyler. Bu nedenle de İslâm’da Allah hesâba katılmadan hiç-bir
iş yapılamaz. Zîrâ O’nun yaratışı da, yönetimi de devâm etmektedir.
Deizme göre
Allah kâinâtı yaratmıştır ve bırakıp gitmiştir. Onunla hiç ilgilenmez ve ona karışmaz.
Sistemi-yasayı koymuştur ve başka bir şey yapmaz. İnsanları kendi hâline
bırakmıştır. Bu nedenle deizmde her-şeyi Allah’ın yaratmış olmasının bir önemi
de olmamaktadır. Zîrâ adam; “eee, ne yapayım yaratıysa” diyebilir. Deizmde
kimin yarattığının bir önemi yoktur,
neyin yaratıldığının önemi vardır.
Siz şimdi,
her-şeyi yaratacaksınız ama onunla hiç ilgilenmeyeceksiniz. Böyle bir şey mümkün
mü?. Bu, çocuğu yapıp da câmi avlusuna bırakmaya benzer. Böyle bir durum ana-babanın
merhâmetsizliğini gösterir ki bu nedenle deizm, Allah’ın merhâmetsiz bir Allah
olduğunu söylemiş olur zımnen. Zîrâ kullarını yaratıp ilgilenmemektedir ve onların
zor durumlarında yanlarında değildir. Onlarla ilgilenmeyip, merhâmet etmez.
Aristo başta olmak üzere
kimi Yunan filozoflarının “Tanrı kâinâta ilk hareketi veren(muharriki
evvel)dir. Ondan sonra kâinât kendi-kendini idâre edip yönetmiştir” derler.
İşte vahiy-merkezli ve peygamber-sünnetli olmadığında insan şeytanın etkisiyle
böyle düşüncelere saplanır. Akıl orada işe yaramaz.
Deizm, “Allah varlığa ilk
hareketi vermekten başka bir şey yapmamıştır” der. Fakat bu düşünce, yaratılış
“sâdece bir kere” söz-konusu olduğunda geçerli olabilir. Newton’ın “ilk
Muharrik” şeklinde Yaratıcı anlayışı çokmüştür. Çünkü her-şeyin her-an yeniden
yaratıldığı açığa çıkmıştır. Kâinatın özünde devamlı bir yoktan vâr edilme ve
vâr iken yok edilme durumu vardır. İlk Muharrik’in yaptığı gibi kâinat
başlangıçta yaratılmış ve daha sonra yaratılış olayı durmuş ve belli bir
mekanizma kendi-kendini devâm ettiriyor değildir; her-an devâm eden bir
“yaratılış” olayı vardır. Buna göre, kâinat üzerinde devamlı kudretini
gösteren, kudretini çektiği anda bütün kâinâtın yokluğa yuvarlanacağı, İslâmî
ifâdeyle “Kayyum” bir Yaratıcı vardır ve bu Yaratıcı mütemâdiyen ve hiç
duraksamaksızın bütün kâinâtı yaratır. Doğrudan-doğruya, hiç-bir aracı olmadan.
Tüm kâinat, bilgisayardaki görüntülerin 0-1 ile sürekli yok-var olması gibi,
sürekli yok olup yeniden yaratılır. Sürekli ve her-an yaratan bir Allah var
olduğu için bu Deizm boşa çıkar. Çünkü Allah sürekli yaratır ve böylece Dünyâ’ya
ve insana sürekli ve her-an karışmış olur.
Yaşar Nûri Öztürk; “Deizm
insanlığın kurtuluşu olacaktır, dinci tasalluttan kurtulmanın felsefi çâresi
deizm’dir; Atatürk de bir deistti. Kur’ân; deizm’i teşvik eden, terviç eden
bir kitap değil ama ona kapı aralayan bir kitaptır; deistler, dinciliğin
bütün kötülüklerine, rezilliklerine rağmen Allah’a inançlarını koruyan samîmi
mü’min insanlardır. Târihin en nâmuslu, en ahlâklı, en üretken adamlarıdır. Hem
nâmuslu hem de Allah’a îmânı olan adam başka bir yere gidemez” diyerek çok
absürd açıklamalar yapmıştır. Deizmi destekleyen tek bir âyet bile
gösteremeyerek, dolaylı yönden deizm savunuculuğu yapmıştır. Dînî tasalluttan
kurtulmanın çâresi de yine sahih dindir, şeytâni felsefeler değil. Dînî
tasallutu ortaya çıkaran şey sahih din değil, “uydurulmuş din”dir çünkü.
Yaşar Nûri’nin “dînî
tasalluttan kurtulmak” dediği şey, “bütünüyle dinden kurtulma”ya kapı aralar ve
zâten deistler için bu bir sorun değildir. Deistler bir sabah kalktıklarında
hiç-bir yerde ve kimsenin hâfızasında Kur’ân’ı ve Sünnet’i bulamasalar da
hayatlarına kaldıkları yerden devâm ederler. Onlar için fark etmez. Hâlbuki mü’min
için “bir sabah kalktıklarında Kur’ân ve sünnetin olmaması”; “bir sabah kalktıklarında
yeryüzünde bir damla bile suyun bulunmaması” gibidir: Kur’ân bu konuda şöyle
bir soru sorar:
“De ki: ‘Haber verin; eğer suyunuz yerin dibine
göçüverecek olsa, bu durumda kim size bir akar su kaynağı getirebilir?” (Mülk 30).
Yâni denmek isteniyor ki;
din-vahiy-sünnet de su gibidir. Bir sabah kalktığınızda susuz kalmak ne ise,
vahiysiz kalmak da odur. Ruhlarınızın suyu vahiydir ve vahiy olmadığında susuz
kalırsınız ve susuzluktan çürür gidersiniz.
Deizmde, Allah, sâdece bir
“yaratıcı” olarak görülüp kabûl edildiğinden dolayı O’na karşı herhangi bir
saygı ve haşyet duyulmaz. Çünkü -hâşâ- ne de olsa bizimle ilgilenmemektedir.
Bizimle herhangi bir ilişkisi söz-konusu değildir. Deizm, bu bağlamda fideistik
bir yaklaşımdır. Fideizm, “tanrıya sâdece inanç
yoluyla bağlanan” ve “deney alanının dışında kalan bütün metafizik öğretiler”i
kapsar. Fideizm, (inan), “aslâ tanıtlanamayacak olan”ın kabûl edilmesidir.
Deizm, bir
kitap, peygamber ve hayat tarzı önermediğinden, bir âhiret hayâtından da söz
edilemez. Deizme göre ölünce her-şey biter çünkü. Nasıl ki bir hareketle
her-şey başlamışsa, bir diğer hareketle de her-şey biter gider. Âhiretin
yokluğu inancı olmadığında ise, bir deistin “sonuna kadar ahlâklı” olmasından
bahsedilemez. Sıkıştığında ahlâk-mahlâk tanımaz. Çünkü ne de olsa ölünce yeniden
bir dirilişin ve sorgulamanın olması diye bir şey kabûl edilmiyor. İyi de, âhiret
yoksa Allah’ın olmasının ve ona inanmanın ne önemi var ki?. İnanma gitsin!.
İnanma ile inanmama arasındaki fark kaybolur deizmde. Materyâlistler ve ateistler
gibi; “her-şey kendi-kendine oldu” desen de fark etmez artık.
Deizm, bâzılarının Allah’a “hakkıyla
kul olmak” yerine, onu -hâşâ- kendilerine “kul” yapmaları ve Allah’ı yasalarıyla
ve sanatıyla değil de, birilerinin yaptığı gibi, “O’nu zâtıyla her yerde kabûl
etme”nin karşısında, “hayır Allah yaratmış ve gerisini insanlara bırakmıştır”
söylemidir. Tabî bu durum, “insanların yeryüzünün ilahları olması” demektir.
Yaratıp da
hiç-bir şeye karışmamak, bir yaratıcı için olacak şey değildir. Böyle bir şeyi
beklemek ise hiç de akıllıca değildir ve akla, mantığa ve sağduyuya da
aykırıdır.
Nice “cins kafa”lar da deizmi savunarak büyük
yanlışlara düşmüşlerdir. Meselâ Aristo, deizmi savunan şu sözü söylemiştir:
“Şüphesiz ki Allah bu kâinâtı yarattı. Bundan sonra bıraktı,
ona ehemmiyet vermedi. Zîrâ Allah, daha aşağı olan bu âlemle uğraşmaktan
âlidir. O ancak kendi zâtını düşünür”.
Deizm mutlakâ “ara-tanrılar” meydana çıkarır. Çünkü
Allah Dünyâ’ya karışmamaktadır. Böyle olunca da, insan ara-tanrılara tapmaya
başlar. Bu tanrılar; insanlar, hayvanlar, bitkiler, uğurlu sayılanlar vs.dir. Hamdi
Kalyoncu:
“Tanrı’nın, çok uzak ve ulaşılamaz olarak tahayyül edilişi ile büyük
Tanrı’nın böyle basit işlerle uğraşmaya tenezzül etmeyeceği zehabı, “vekil
tanrılar” edinmenin temelini oluşturur” der.
Deizmin ayrıca yarı-deizm
olarak adlandırılan başka bir biçimi daha vardır. Bu düşünceye, Tanrı’nın Dünyâ
kendi ‘doğal düzeninde’ işlemeye devâm ederken onu desteklediğini öğretir.
Kâinâta ve Dünyâ’ya bâzen de doğa-üstü bir şekilde müdâhale eder. Hem yaratılış
tasarısında, hem de ‘doğa-üstü’ ve ‘büyük felâket’ cinsinden olaylar
aracılığıyla doğanın işleyişine yapılan ilâhî müdâhalelerde Tanrı’nın etkinliği
açıkça bellidir. Olağan-üstü olaylar için müdâhaleleri vardır Tanrı’nın.
Bir de anti-deizm vardır ki
bu inançta “deu” yâni tanrı olan, kişinin kendisidir.
Deizm aslında dinsizliktir. Deizme
göre bir peygamber, bir kitap ve bir dînin olması mümkün değildir. Çünkü Allah
bunlarla ilgilenmez. Yaratıcı bir-kez dokunup gitmiş ve başka bir şey de
yapmamış ve yapmamaktadır.
Deizm, ateizme geçişin
kapısıdır. Deist olduktan sonra ateist olmak işten bile değildir. Deistlikten
ateistliğe geçmek çok kolaydır.
Lâiklikle vicdanları
arasında kalanlar, dîne sımsıkı sarıldıklarında lâiklikten vazgeçmeleri
gerekeceği için, bir çeşit dinsizlik olan deizme sarılıyorlar.
Deizm için iyi-kötü hiç-bir
şeyin önemi yoktur ve deistler hiç-bir konuda sorumluluk hissetmezler. Belki sâdece
hissediyorlarmış gibi yaparlar. Çünkü deistlerin bir sorumluk almaları için bir
neden yoktur. Deizm bir-çeşit şeytan tapıcılığıdır. Şeytan deisttir; Allah’ı
kabûl eder ama halifeyi-peygamberi dolayısıyla dîni kabûl etmez.
Deizm, ağır bir “yanlış
kadercilik”tir de. Mecbûri bir cebriyeciliktir. Mecbûren sisteme ve akla
uyulmasını gerektirir çünkü.
Deizmin Kur’ân’dan onay
alması da imkânsızdır. Zîrâ Kur’ân zâten, deistik düşünceleri yâni şirki yıkmak
için gönderilmiştir. Deizm, şirkin geneli için olabilecek iyi bir
isimlendirmedir. Zîrâ tüm insanlar ilahlaşır deizmde.
Ey deistler!; “Kral”ın
(Allah) hükmü var ama yönetmesi yok öyle mi?. Şuna direkt olarak: “Allah
yoktur” desenize yâhû!.. Ne lafı dolandırıyorsunuz ki!..
Evet; “Deizm, işe Allah’ı
karıştırmamak ve Allah’ı hesâba katmamak” demektir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ağustos 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder