14 Ağustos 2016 Pazar

Deizm


“Göklerde ve yerde olan ne varsa O’ndan ister. O, her-gün (her-an) bir iştedir” (Rahmân 29).

 

“Göklerde ilah ve yerde ilah O’dur. O, hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).

 

“Deizm veyâ Yaradancılık, mantık ve doğal-dünyâya dâir gözlemlerin kaynağını oluşturduğu; dinsel bilgiye dolaysız biçimde sâdece akıl yoluyla ulaşılabileceği ilkesini esas alan, bu sebeple vahiy ve esine dayalı tüm dinleri reddeden tek-tanrı inancıdır. Evreni yaratan, işleyişi için doğa kânunlarını koyan, ayrıca insanlığa ve evrene müdâhalede bulunmayan; doğruları keşfetmeleri için insanlara akıl veren bir tanrıya duyulan inanç deizmi ifâde etmektedir. Deistler genellikle bu doğrultuda evreni tanrı tarafından tasarlanan, hareketi başlatılan; dışarıdan müdâhale olmadan doğa kânunlarına uygun şekilde işleyen bir bütünlük olarak görme eğilimindedir. Deizm; 17. ve 18. yüzyılda ortaya çıkmış tüm dinleri reddeden, tanrı’yı sâdece bir “ilk neden” olarak kabûl eden yâni tanrının varlığına inanan inanç felsefesi şeklidir” (Vikipedi).

 

Bu tanım, lâiklikten ve sekülerizmden ayrı bir tanım değildir. Dolayısı ile bu düşünceyi savunanlar lâikliği baş-tâcı yapmışlardır.

 

Ateistler “tanrı-tanımazlar” iken, deistler ise “tanrı-tanır”dırlar ama sâdece “tanrı-tanırlar”dır. Âhiret, melek, kitap, vahiy ve peygamber tanımazlar. 

 

Deizm, Teizme bir alternatif olarak üretilmiştir. Macit Gökberk teizm ve deizm arasındaki ilişkiyi ve aykırılığı şöyle anlatır:

 

“Dil bakımından her iki deyim de aynı kökten, “Tanrı” sözünden gelmektedir; yalnız biri Yunancadan (“Theos”tan), öteki  de Latinceden (“Deus”tan) türetilmiştir; her ikisi de, “Tanrısız”a karşı olarak “Tanrılı”, “Tanrıcı” demektir. Demek ki, deist de bir Tanrı’ya inanır. Ancak, deiste göre, evreni yaratan Tanrı, sonra onu, kendi yasasına göre işlemek üzere kendi başına bırakmıştır. Bu anlayışta Tanrı ile insan arasında canlı bir ilgi kalmıyor. Theist ise canlı ve kişiliği olan bir Tanrı’ya inanır; bu Tanrı yaratmış olduğu evrenin hem üstünde, hem de içindedir; her yerde her an bulunup her-şeyi kendisi yönetir”.

 

Allah, gökleri ve yeri yâni tüm varlıkları (kâinâtı) bir sistem dâhilinde yaratmış ve sonra da kendi işleyişine bırakıp ilgisini kesmiş bir ilah gibi gösterilmek isteniyor. Böylece lâikliğe, sekülerizme, demokrasi ve şaytâni tüm ideolojilere alan açılmış olacak ve Allah, din, Kur’ân; hiç-bir şeye karışmayacağından, kişinin nefsi serbest kalıp rahat edebilecektir. İnsanlık târihindeki çatışma işte bunun çatışmasıdır. Yâni Allah sâdece göklerin ilahı mı, yoksa yerin de ilahı mı?. Bu çatışma tâ Hâbil ile Kâbil zamânında başlamıştır. Düşünce ve eylemlerinden deist olduğunu anladığımız Kâbil, bir sorumsuzlukla nefsine uygun bir çıkar edinmek istemiş ama tevhid bilincine sâhip olan Hâbil bu çıkara çomak sokunca onu öldürebilmiştir. Ne de olsa Allah ve din yeryüzünde hâkim olmadığından ve karışmadığından ve yüce bir Kontrôl Edici olmadığından, yaptığı şeyden ilk başta bir rahatsızlık duymamıştır. Fakat beğenmediği karganın bile Allah’ın emriyle hareket ettiğini görünce yaptığına biraz da olsa pişmân olmuştur. İsmail Ekercin:

 

“Yahudilerin hayâlindeki Tanrı (Yahova, Elohim), gökleri altı günde yaratmış sonra istirahate çekilmiştir. Ya sonra ne olacaktır, Dünyâ’da veyâ âhirette bir daha hayâta müdâhil olacak mıdır?. Bu belirsizlik, “başının çâresine bakan kurtulur, mal ve servet sâhibi olur” zihniyeti oluşturmaktadır. Olur da bir zulüm yaparsa aktif ve müdâhale eden bir Tanrı ortalıkta görünmediğinden sorun çıkmamaktadır. Güçlü olmak yeterlidir, ayrıca haklı olmayı sorgulamak yâni meşrûiyeti sorgulamak gereksizdir. Birbirlerine olmadıkça menfaat için her türlü şer mubah sayılmıştır” der.

 

Tahrif edilmiş tüm dinler, deizm nedeniyle tahrif edilmiştir. Bir dînin tahrif edilmesinin nedeni, onun hayâta görece fazla karışması ve şeytâni fikir-sâhiplerinin istedikleri gibi at oynatamaması nedeniyledir. Dîni hayattan uzaklaştırmak için Allah inancını kabûl etmelerine rağmen, O’nun yerdeki ilahlığını ve hâkimiyetini kabûl etmiyorlardı. Mekke müşrikleri de böyleydi:

 

Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim emre âmâde kıldı?’ diye soracak olursan, şüphesiz: ‘Allah’ diyecekler. Şu hâlde nasıl oluyor da çevriliyorlar?” (Ankebût 61).

 

Şirk, Allah’ın bir varlığının olmadığını söylemez. Allah’ın varlığı kabûl edilmesine rağmen onu sâdece “göklerin ilahı” olarak tâyin ve îlan etmektir şirktir. Yeryüzüne, hayâta kânun ve yasalara yâni hükme Allah’ı karıştırmamak şirktir ve şirk zâten budur. Mekke müşrikleri de böyle yapıyorlardı ve Allah’ı kabûl ediyorlardı fakat sâdece gökte. O’nu sâdece gökte kabûl ediyorlardı yerde değil. Yerdeki hâkimiyeti kendilerine has kılmışlardır. Allah bunu zinhar kabûl etmezdi ve bu nedenle de âlemlere rahmet Peygamberini ve vahyini göndererek bu düşünce ve tavrı ezdi. Bu düşünce ve tavrın nasıl ezilmesi gerektiğinin ebedî formülünü Kur’ân olarak gösterdi.

 

Deizmde peygamberlik yoktur, olamaz; Kur’ân -hâşâ- insan uydurmasıdır, çünkü deizme göre vahyin bir açıklaması yapılamaz. Ne de olsa Allah Dünyâ ve kâinatla ilgilenmediği için insanlara vahiy falan göndermez. Bu durumda melekler ve âhiret (cennet cehennem) zorunlu değildir. Allah, Dünyâ’da ne olup-olmadığı ile ilgilenmez ki âhiretle ilgilensin. Duâ etmenin bir anlamı yoktur. Duâyı kâle alacak bir varlık yoktur ki!. Kime yapılacak duâ?. Bu nedenle sâdece kişisel bir yoga gibi bir şey olarak yorumlanır duâ. Bir terapi. İbâdet etmek de öyledir. Çok gayretli ve disiplinli ibâdet etmek abestir. Sâdece yoga ve meditasyon olarak bir değeri vardır. Şeytan diye bir şey olamaz. O bir negatifliktir. Kısaca din ile ilgili bir şey yapmak büyük ölçüde gereksizdir ve din sâdece vicdanlarda yaşanabilecek bir şeydir ve bu inancı vicdan dışında yaşamak isteyenler ahmaktır. “Din ille de hayatta uygulansın-yaşansın” demek, modern zamanlarda ve deizme göre teröristliktir.  

 

Deizm doğaya ve akla dayanır, vahye dayanmaz. Diğer tüm dinler vahye yada kutsal kitaplara dayalıdırlar. Deizmde bir râhibe, papaza yada imama gerek yoktur. Deizmde ihtiyaç olan tek şey kendi sağduyumuz ve düşünme becerimizdir.

 

Deizm yanlış bir tevhid inancına sâhiptir. Allah’ın “varlığına ve birliğine îman” olarak tevhid tanımı yapılır. Oysa tevhidin doğru tanımı; “Allah göklerde ilah olduğu gibi yerde de ilah olandır” şeklindedir.

 

Deizm, hristiyanlık ve yahudiliğe uygun olabilir fakat İslâm’a aslâ uygun değildir. Hristiyanlık ve yahudiliğe göre Allah kâinâtı yarattıktan sonra dinlenmek için bir köşeye çekilmiştir ve yarattıkları ile ilgilenmemiştir. Dolayısı ile bu ilgilenme -güyâ- insana kalmıştır. İslâm ise; Allah kâinâtı yarattıktan sonra arşa kurulup yönetimi eline aldığını söyler. Bu nedenle de İslâm’da Allah hesâba katılmadan hiç-bir iş yapılamaz. Zîrâ O’nun yaratışı da, yönetimi de devâm etmektedir.

 

Deizme göre Allah kâinâtı yaratmıştır ve bırakıp gitmiştir. Onunla hiç ilgilenmez ve ona karışmaz. Sistemi-yasayı koymuştur ve başka bir şey yapmaz. İnsanları kendi hâline bırakmıştır. Bu nedenle deizmde her-şeyi Allah’ın yaratmış olmasının bir önemi de olmamaktadır. Zîrâ adam; “eee, ne yapayım yaratıysa” diyebilir. Deizmde kimin yarattığının  bir önemi yoktur, neyin yaratıldığının önemi vardır.

 

Siz şimdi, her-şeyi yaratacaksınız ama onunla hiç ilgilenmeyeceksiniz. Böyle bir şey mümkün mü?. Bu, çocuğu yapıp da câmi avlusuna bırakmaya benzer. Böyle bir durum ana-babanın merhâmetsizliğini gösterir ki bu nedenle deizm, Allah’ın merhâmetsiz bir Allah olduğunu söylemiş olur zımnen. Zîrâ kullarını yaratıp ilgilenmemektedir ve onların zor durumlarında yanlarında değildir. Onlarla ilgilenmeyip, merhâmet etmez.

 

Aristo başta olmak üzere kimi Yunan filozoflarının “Tanrı kâinâta ilk hareketi veren(muharriki evvel)dir. Ondan sonra kâinât kendi-kendini idâre edip yönetmiştir” derler. İşte vahiy-merkezli ve peygamber-sünnetli olmadığında insan şeytanın etkisiyle böyle düşüncelere saplanır. Akıl orada işe yaramaz.  

 

Deizm, “Allah varlığa ilk hareketi vermekten başka bir şey yapmamıştır” der. Fakat bu düşünce, yaratılış “sâdece bir kere” söz-konusu olduğunda geçerli olabilir. Newton’ın “ilk Muharrik” şeklinde Yaratıcı anlayışı çokmüştür. Çünkü her-şeyin her-an yeniden yaratıldığı açığa çıkmıştır. Kâinatın özünde devamlı bir yoktan vâr edilme ve vâr iken yok edilme durumu vardır. İlk Muharrik’in yaptığı gibi kâinat başlangıçta yaratılmış ve daha sonra yaratılış olayı durmuş ve belli bir mekanizma kendi-kendini devâm ettiriyor değildir; her-an devâm eden bir “yaratılış” olayı vardır. Buna göre, kâinat üzerinde devamlı kudretini gösteren, kudretini çektiği anda bütün kâinâtın yokluğa yuvarlanacağı, İslâmî ifâdeyle “Kayyum” bir Yaratıcı vardır ve bu Yaratıcı mütemâdiyen ve hiç duraksamaksızın bütün kâinâtı yaratır. Doğrudan-doğruya, hiç-bir aracı olmadan. Tüm kâinat, bilgisayardaki görüntülerin 0-1 ile sürekli yok-var olması gibi, sürekli yok olup yeniden yaratılır. Sürekli ve her-an yaratan bir Allah var olduğu için bu Deizm boşa çıkar. Çünkü Allah sürekli yaratır ve böylece Dünyâ’ya ve insana sürekli ve her-an karışmış olur.

 

Yaşar Nûri Öztürk; “Deizm insanlığın kurtuluşu olacaktır, dinci tasalluttan kurtulmanın felsefi çâresi deizm’dir; Atatürk de bir deistti. Kur’ân; deizm’i teşvik eden, terviç eden bir kitap değil ama ona kapı aralayan bir kitaptır; deistler, dinciliğin bütün kötülüklerine, rezilliklerine rağmen Allah’a inançlarını koruyan samîmi mü’min insanlardır. Târihin en nâmuslu, en ahlâklı, en üretken adamlarıdır. Hem nâmuslu hem de Allah’a îmânı olan adam başka bir yere gidemez” diyerek çok absürd açıklamalar yapmıştır. Deizmi destekleyen tek bir âyet bile gösteremeyerek, dolaylı yönden deizm savunuculuğu yapmıştır. Dînî tasalluttan kurtulmanın çâresi de yine sahih dindir, şeytâni felsefeler değil. Dînî tasallutu ortaya çıkaran şey sahih din değil, “uydurulmuş din”dir çünkü.

 

Yaşar Nûri’nin “dînî tasalluttan kurtulmak” dediği şey, “bütünüyle dinden kurtulma”ya kapı aralar ve zâten deistler için bu bir sorun değildir. Deistler bir sabah kalktıklarında hiç-bir yerde ve kimsenin hâfızasında Kur’ân’ı ve Sünnet’i bulamasalar da hayatlarına kaldıkları yerden devâm ederler. Onlar için fark etmez. Hâlbuki mü’min için “bir sabah kalktıklarında Kur’ân ve sünnetin olmaması”; “bir sabah kalktıklarında yeryüzünde bir damla bile suyun bulunmaması” gibidir: Kur’ân bu konuda şöyle bir soru sorar:

 

“De ki: ‘Haber verin; eğer suyunuz yerin dibine göçüverecek olsa, bu durumda kim size bir akar su kaynağı getirebilir?” (Mülk 30).

 

Yâni denmek isteniyor ki; din-vahiy-sünnet de su gibidir. Bir sabah kalktığınızda susuz kalmak ne ise, vahiysiz kalmak da odur. Ruhlarınızın suyu vahiydir ve vahiy olmadığında susuz kalırsınız ve susuzluktan çürür gidersiniz. 

 

Deizmde, Allah, sâdece bir “yaratıcı” olarak görülüp kabûl edildiğinden dolayı O’na karşı herhangi bir saygı ve haşyet duyulmaz. Çünkü -hâşâ- ne de olsa bizimle ilgilenmemektedir. Bizimle herhangi bir ilişkisi söz-konusu değildir. Deizm, bu bağlamda fideistik bir yaklaşımdır. Fideizm, “tanrıya sâdece inanç yoluyla bağlanan” ve “deney alanının dışında kalan bütün metafizik öğretiler”i kapsar. Fideizm, (inan), “aslâ tanıtlanamayacak olan”ın kabûl edilmesidir.

 

Deizm, bir kitap, peygamber ve hayat tarzı önermediğinden, bir âhiret hayâtından da söz edilemez. Deizme göre ölünce her-şey biter çünkü. Nasıl ki bir hareketle her-şey başlamışsa, bir diğer hareketle de her-şey biter gider. Âhiretin yokluğu inancı olmadığında ise, bir deistin “sonuna kadar ahlâklı” olmasından bahsedilemez. Sıkıştığında ahlâk-mahlâk tanımaz. Çünkü ne de olsa ölünce yeniden bir dirilişin ve sorgulamanın olması diye bir şey kabûl edilmiyor. İyi de, âhiret yoksa Allah’ın olmasının ve ona inanmanın ne önemi var ki?. İnanma gitsin!. İnanma ile inanmama arasındaki fark kaybolur deizmde. Materyâlistler ve ateistler gibi; “her-şey kendi-kendine oldu” desen de fark etmez artık.

 

Deizm, bâzılarının Allah’a “hakkıyla kul olmak” yerine, onu -hâşâ- kendilerine “kul” yapmaları ve Allah’ı yasalarıyla ve sanatıyla değil de, birilerinin yaptığı gibi, “O’nu zâtıyla her yerde kabûl etme”nin karşısında, “hayır Allah yaratmış ve gerisini insanlara bırakmıştır” söylemidir. Tabî bu durum, “insanların yeryüzünün ilahları olması” demektir.  

 

Yaratıp da hiç-bir şeye karışmamak, bir yaratıcı için olacak şey değildir. Böyle bir şeyi beklemek ise hiç de akıllıca değildir ve akla, mantığa ve sağduyuya da aykırıdır.

 

Nice “cins kafa”lar da deizmi savunarak büyük yanlışlara düşmüşlerdir. Meselâ Aristo, deizmi savunan şu sözü söylemiştir:

 

“Şüphesiz ki Allah bu kâinâtı yarattı. Bundan sonra bıraktı, ona ehemmiyet vermedi. Zîrâ Allah, daha aşağı olan bu âlemle uğraşmaktan âlidir. O ancak kendi zâtını düşünür”.

 

Deizm mutlakâ “ara-tanrılar” meydana çıkarır. Çünkü Allah Dünyâ’ya karışmamaktadır. Böyle olunca da, insan ara-tanrılara tapmaya başlar. Bu tanrılar; insanlar, hayvanlar, bitkiler, uğurlu sayılanlar vs.dir. Hamdi Kalyoncu:

 

“Tanrı’nın, çok uzak ve ulaşılamaz olarak tahayyül edilişi ile büyük Tanrı’nın böyle basit işlerle uğraşmaya tenezzül etmeyeceği zehabı, “vekil tanrılar” edinmenin temelini oluşturur” der.

 

Deizmin ayrıca yarı-deizm olarak adlandırılan başka bir biçimi daha vardır. Bu düşünceye, Tanrı’nın Dünyâ kendi ‘doğal düzeninde’ işlemeye devâm ederken onu desteklediğini öğretir. Kâinâta ve Dünyâ’ya bâzen de doğa-üstü bir şekilde müdâhale eder. Hem yaratılış tasarısında, hem de ‘doğa-üstü’ ve ‘büyük felâket’ cinsinden olaylar aracılığıyla doğanın işleyişine yapılan ilâhî müdâhalelerde Tanrı’nın etkinliği açıkça bellidir. Olağan-üstü olaylar için müdâhaleleri vardır Tanrı’nın.

 

Bir de anti-deizm vardır ki bu inançta “deu” yâni tanrı olan, kişinin kendisidir.

 

Deizm aslında dinsizliktir. Deizme göre bir peygamber, bir kitap ve bir dînin olması mümkün değildir. Çünkü Allah bunlarla ilgilenmez. Yaratıcı bir-kez dokunup gitmiş ve başka bir şey de yapmamış ve yapmamaktadır.

 

Deizm, ateizme geçişin kapısıdır. Deist olduktan sonra ateist olmak işten bile değildir. Deistlikten ateistliğe geçmek çok kolaydır.

 

Lâiklikle vicdanları arasında kalanlar, dîne sımsıkı sarıldıklarında lâiklikten vazgeçmeleri gerekeceği için, bir çeşit dinsizlik olan deizme sarılıyorlar.

 

Deizm için iyi-kötü hiç-bir şeyin önemi yoktur ve deistler hiç-bir konuda sorumluluk hissetmezler. Belki sâdece hissediyorlarmış gibi yaparlar. Çünkü deistlerin bir sorumluk almaları için bir neden yoktur. Deizm bir-çeşit şeytan tapıcılığıdır. Şeytan deisttir; Allah’ı kabûl eder ama halifeyi-peygamberi dolayısıyla dîni kabûl etmez.

 

Deizm, ağır bir “yanlış kadercilik”tir de. Mecbûri bir cebriyeciliktir. Mecbûren sisteme ve akla uyulmasını gerektirir çünkü.

 

Deizmin Kur’ân’dan onay alması da imkânsızdır. Zîrâ Kur’ân zâten, deistik düşünceleri yâni şirki yıkmak için gönderilmiştir. Deizm, şirkin geneli için olabilecek iyi bir isimlendirmedir. Zîrâ tüm insanlar ilahlaşır deizmde.  

 

Ey deistler!; “Kral”ın (Allah) hükmü var ama yönetmesi yok öyle mi?. Şuna direkt olarak: “Allah yoktur” desenize yâhû!.. Ne lafı dolandırıyorsunuz ki!..

 

Evet; “Deizm, işe Allah’ı karıştırmamak ve Allah’ı hesâba katmamak” demektir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ağustos 2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder