15 Ağustos 2016 Pazartesi
Genişleme Merkezi Yanılgısı
Kitap, Mîzan, Demir
Kentsel Dönüşüm
Mehir ve Nafaka
Ölüm Hak, Mîras Helâl Mi?
“Her nefis ölümü tadıcıdır; sonra bize
döndürüleceksiniz” (Ankebût 57).
“Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin
hissesi kadar tavsiye eder. Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride
bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Kadın (veyâ kız) bir-tek ise, bu durumda
yarısı onundur. (Ölenin) Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan
her biri için altıda bir, çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mîrasçı ise, bu
durumda annesi için üçte bir vardır. Onun kardeşleri varsa o zaman annesi için
altıda bir’dir. (Ancak bu hükümler, ölenin) Ettiği vasiyet veyâ (varsa)
borcun düşülmesinden sonradır. Babalarınız, oğullarınız, onların
hangilerinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar)
Allah’tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi
olandır” (Nîsâ 11).
Allah katında tek geçerli
din İslâm’dır ve İslâm, Hz. Âdem ve Havvâ yâni ilk insanlar ile başlayan bir
dindir. Güncellenmiş ve tamamlanmış şekliyle İslâm, son peygamber Hz. Muhammed’e
ve ondan da kıyâmete kadar mü’minlere “mîras” kalmıştır. Din de bir mîrastır ve
müslümanlar mîras konusunda nasıl ince eleyip sık dokuyorlarsa, “dînî mîrâs”a
da öyle sâhip çıkmalıdırlar. Nasıl ki mîrâsa aşkla-şevkle sarılınıyorsa, din de
bir mîras, hem de “Allah’ın mîrâsı” olduğundan, dîne karşı da aşkla-şevkle ve
en ince ayrıntısına varana dek ve eksiksiz bir şekilde sarılmak gerekir.
Halk arasında çok bilinen; “ölüm
hak, mîras helâl” diye bir ata-sözü vardır. Bu söz ölüm-bilinci için değil de,
mîrastan gelecek mal beklentisi ve hırsı ile söylenir genelde. Zâten daha çok da
bir ölüm sonrasında dile getirilir. Ölüm ve mîras arasında zıd bir ilişki
kurulur ve “ölen öldü, hadi malı paylaşalım artık” anlamında bir deyim olarak
kullanılır. Bir atasözü olmasına rağmen bunu Kur’ân’ın bir âyeti zannedenler de
vardır. Öyle olmasını isterler. Bu söz maddî hırsın bir ifâdesidir. Neredeyse daha
ölüyü gömmeden malını paylaşmak isterler. Ne kadar da tatlıdır “bedâva para”
olan mîras. Ölen kişinin “sâdece malı”dır paylaşılmak istenen. Ölen kişi meselâ
çok bilgili, ahlâklı ve aktif biri idiyse
fakat aynı-zamanda malı da varsa, genelde malından başkasına mîrasçı çıkan pek
kimse bulunmaz. Kimse ahlâka, bilgiye, amel-eyleme mîrasçı olmaz. “Ölüm hak”mış
yâni gerçekmiş. Bunu bilmeyen ve inkâr edebilecek kimse var mı ki?. En gerçek
ve kesin olan şey ölümdür ve bunu herkes bilir. Bu nedenle bu atasözü kanımca, hem
ölen, hem de insan karakterine uygun olmayan ve biraz da terbiyesizce bir
sözdür. Tamam paylaşırsın, acele etme!. Bu ne sabırsızlık?. En tembel, en
uyuşuk kişiler bile mîrasa gelince bir aslan kesilir. Adâlet-madâlet dinlemez ve
pastadan en büyük payı almak ister. Demek ki beleş mal hem hırsı ortaya
çıkarabiliyor hem de adâletsizliği körükleyebiliyor.
Mîras haram değildir fakat
zannedildiği kadar da helâl değildir. Çünkü “insan için ancak çalıştığının
karşılığı” vardır. Bunu ben değil, Kur’ân söylüyor:
“Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur” (Necm 39).
Mîrasta bir emek söz-konusu
olmadığından, yâni mîras “hazır paraya konma” durumu olduğundan dolayı büyük
oranda tartışmalı bir konudur. Mîras aslında, ölen kişinin arkasında bıraktığı
gariban ve zayıf çocukları, yakınları ve yetim-öksüzler içindir. Bu bağlamda
mîras, başta yakınlar olmak üzere tüm toplumla ilgili olan bir konudur. Bu
yüzden Kur’ân şöyle der:
Mîrâsın da haram-helâl olanı vardır.
Yetim-öksüz ve yoksul ile paylaşılmayan mîras helâl değildir:
“Hayır!; aksine, siz yetime ikrâm etmiyorsunuz.
Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mîrâsı, sınır tanımaz
(helâle-harama aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz. Malı ‘bir yığma tutkusu ve
hırsıyla’ seviyorsunuz” (Fecr
17-20).
“(Mîrası) Bölüşme sırasında akrabalar-yakınlar,
yetimler ve yoksullar da hazır olursa, onları ondan rızıklandırın ve onlara
güzel (mâruf) söz söyleyin” (Nîsâ 8).
Akrabâlar-yakınlar sâdece mîras
taksimini seyretmeye gelmiyorlar oraya. Hakları olan malı almaya geliyorlar.
Zîrâ mîras zenginlikle ilgilidir ve zenginlerin mallarında fakirlerin hakkı
vardır:
“Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden
dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardır (Zâriyat 19).
Bir-gün bir akrabâ
meclisinde; “mîrasta sâdece ölen kişinin çocuklarının değil, akrabalarının ve
yoksulların da hakkı vardır” deyince, orada bulunanlar espri yaptığımı
zannettiler ve gülüştüler. Böyle bir şeye hiç ihtimâl vermiyorlardı çünkü. Hâlbuki
bırakın akrabâyı, İslâm’da kölelerin bile mîrasta hakkı vardır.
Nîsâ 8. âyete göre, mîras
bölüşümü sırasında orada bulunanlar sâdece şâhitlik yapmak için değil, “mîrasta
onların da bir hakkı olduğu için” orada bulunmamalılar ve mîrastan pay
almalıdırlar. Ahmet Tabakoğlu:
“İslâm mîras hükümleri, mülkiyeti
küçük parçalara ayırmaya eğilimlidir” der.
“Ölüm hak, mîras helâl”
sözünün anlamı üzerinde düşünülmüyor. Oysa bu söz: “Dikkat edin!; bu söz: “mîrasını
paylaşmak istediğiniz kişi öldü, şu-anda onu mîrasını paylaşmak için
toplanıyorsunuz. O da bir zamanlar mîras için sıraya girmişti. Ama bakın o
şimdi öldü. Çünkü ölüm hak yâni gerçek. İşte şimdi mîras için sıraya girmiş
olan sizler de bir-gün gelecek ve öleceksiniz. Mîrasınız paylaşılacak. Bu nedenle
mîras konusunda çok da hırs yapmayın. Dünyâ-malı Dünyâ’da kalır. Mezâra
götüremezsiniz” demeye gelir. Bu nedenle de; “Tamam, mîras vardır ve helâldir,
fakat mîras konusunda bu kadar da kendinizi yırtmayın ve hele haksızlık hiç
yapmayın. Mîrası âdil paylaşın ve paylaştırın” şeklinde bir tavsiye vardır.
İnsanların en çok zorlandığı,
tartıştığı ve dargınlıkların, küsmelerin ve hattâ cinâyetlerin işlendiği konu mîras
ile ilgili olandır. Hakkı, adâleti ve ölümü düşünmeyenler bu konuda bir şekilde
anlaşamıyor ve kardeş kardeşe düşman oluyor ve hattâ birbirlerini öldürüyor.
Kur’ân bu nedenle mîrastan ve mîras hukûkunda çokça söz ediyor. Kur’ân’daki mîras
âyetlerine şöyle bir bakıldığında, bu âyetlerin rûhu sanki şunu söylüyor: “Mîras
kalan mala çok da ihtiyâcınız yoksa, dağıtın gitsin”.
Mîras, vasiyetten ve
borçların ödenmesinden, yakın ve yetimlere de hakları verildikten sonra
paylaşılmalıdır. Şu da var ki, mîrasın da bir zekatı vardır ve mîrasın zekatı
da verilmelidir. Mîras paylaşımında en çok hatırda tutulması gereken âyet ise
şudur:
“…Göklerin ve yerin mîrası Allah’ındır….” (Âl-i İmran 180).
Allah mîrası helâl kılmasına
rağmen, “kişi için çalıştığından başkası yoktur” âyeti gereğince aslında mîras “çabalamadan
elde edilmesinden dolayı” bundan çok da râzı değildir. Bu nedenle mîrasın azâmi
sayıda kişi arasında paylaşılmasını ister.
“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının
payının iki misli (mîras vermenizi) emreder” (Nîsâ 11).
Mîrasta erkeğe ki pay,
kadına da bir pay verilmesinde hiç-bir yanlışlık ve absürdlük yoktur. Allah
hükmünü modern insanın nefis-merkezli keyfî anlayışına göre işleyen akılına
göre verecek değildir. Her-şeyi bilen Allah bunu böyle uygun görmüştür ve uygun
olan mîras taksimi, olağan-üstü bir durum yoksa gerçekten de budur. Zîrâ Kur’ân’da
çelişki yoktur ve Allah, geçim konusunda erkeği sorumlu tuttuğundan dolayı iki
kat pay bu sorumluluğun bir karşılığıdır. Zâten kadının evlendiği koca da “iki
pay” aldığından, bir eşitlik oluşacaktır. Yâni bu fark, “erkeğe verilen
sorumluluğun farkı”dır.
En iyi mîras Allah’ın
verdiği mîrastır ki o da vahiydir. Vahiy en iyi mîrastır. Allah, dîni hakkıyla
yaşayanlara, âhirette de cenneti mîras kılacaktır:
“İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mîrasçı kılındığınız
cennet budur” (Zuhrûf 72).
Allah, emrine göre
yaşamayanları, hakkettikleri şekilde Dünyâ’da dağıtır yada yok eder ve
yerlerine başkalarını mîrasçı bırakır:
“Onlar nice bahçeler ve pınarlar terk-etmişlerdi;
(Nice) Ekinler, güzel konaklar, Ve içlerinde ‘sevinç ve mutluluk içinde’
yaşadıkları nîmetler, İşte böyle; Biz bunları başka bir kavime mîras olarak
verdik. Onlar için ne gök, ne yer ağladı ve onlar (ın azâbı) ertelenmedi” (Duhân 25-29).
“Onları yeryüzünde ayrı-ayrı topluluklar olarak paramparça
dağıttık. Kimileri sâlih (davranışlarda) bulunuyor, kimileri bunların dışında
olan aşağılıklardır. Onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik, ki
dönsünler. Onların ardından yerlerine Kitab’a mîrasçı olan bir-takım ‘kötü
kimseler’ geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünyâ)ın geçici-yararını alıyor ve:
‘Yakında bağışlanacağız’ diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da
alıyorlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi
söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı?. Oysa içinde olanı
okudular. (Allah’tan) Korkanlar için âhiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl
erdirmeyecek misiniz?” (A’raf 168-169).
Mekke müşrikleri,
zayıf-hasta çocuklarına, savaşamadıklarından ve kazanamadıklarından dolayı
mîras vermezlerdi. Günümüzde, mîras bölüşümü sırasında askerde olan kardeşe
daha az miktarda mîras verildiğinin bir örneği yakından tanıdığım bir âilede
var ve bundan dolayı sürekli tartışıyorlar. Mîrâs, çocukların genel durumlarına
göre bölüştürülmelidir. Sağlığı kötü olan, geliri düşük olanlara mîrastan daha
fazla pay düşer:
“Arkalarında bıraktıkları zayıf (küçük, korumasız,
özürlü) çocuklardan dolayı kaygı duyanların, (vasiyetleri altında olanlar için
de) içleri ürpertiyle titresin. Allah’tan korksunlar ve onlara doğru söz
söylesinler” (Nîsâ 9).
Mesûdi; Halife Osman'ın öldürüldüğü gün özel
varlığının yüz bin dinar (Roma ve Bizans altını) ve bir milyon dirhem (Pers
gümüş sikkesi) olduğunu, mülklerinin de yüz bin dinar hesaplandığını ve pek-çok
at ile deve bıraktığını söyler. Yine Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Afv, Zeyd
bin Sâbit gibi sahabelerde de muazzam servetler birikmişti ki bunları mîras
olarak bırakmışlardı. İslâm yolunda olanların bu kadar çok mal bırakmış olmaları
İslâm’ın rûhuna ve sünnete uygun değildir ve zâten İslâm devletinin gücünü
yitirmesinin nedenlerinin en başında bu gelir. İslâm adâlet-merkezli bir dindir
ve halkın tamâmında bu derece mal olamayacağına göre, birilerinde bu kadar
servetin birikmesi, ya adâletsizliğin yada infâkın hakkıyla yapılmadığının bir
göstergesidir. İslâm’da servete bir sınır konmuştur ve bu bağlamda Kârun
eleştirilmiştir. Zîrâ fazla mal, nefs sâhibi olan insanı negatif anlamda
mutlakâ etkiler.
Peygamberimiz, açık küfür
içinde olana mîrasçı olunmasını yasaklamıştır:
“Müslüman kimse kâfir
kimseye vâris olamaz; kâfir de müslümana vâris olamaz” (Buhâri, Ferâiz 26;
Müslim, Ferâiz 1, (1614); Muvatta, Ferâiz 10, (2, 519); Ebu Davud, Ferâiz 10,
(2909); Tirmizi, Ferâiz 15, (2108).
Mîras konusunda hem dînî hem
de dünyevî anlayışta çok yanlış bir düşünce, bilgi ve paylaştırma şekli vardır.
Bu yanlışlardan dolayı insanlık târihinde mîras nedeniyle nice kardeşlikler,
sevgiler yok olmuş gitmiş, şeytana alan açılmıştır. Şeytan en büyük fitnelerinden
birini de bu alanda göstermektedir. Şeytan mîras konusunda “hırs” telkini yapar
ve mîrasçıları kışkırtır. Allah mîras konusunda yapılan açgözlülükten şöyle
bahseder:
“Mîrâsı, sınır tanımaz (helâl-harama aldırmaz) bir
tarzda yiyorsunuz” (Fecr 19).
“Peygamberler mîras
bırakmazlar” diye bir hadis vardır: “Biz mîras bırakmayız,
bıraktığımız sadakadır” (Buhârî, Humus, 1; Müslim, Cihâd, 49).
Fakat bu hadis Kur’ân’a aykırıdır, çünkü mîras bırakan ve mîrasçı isteyen
peygamberler olmuştur:
“Süleyman, Dâvûd’a
mîrasçı oldu ve dedi ki: Ey insanlar!; bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve
bize her-şeyden (bol bir nîmet) verildi. Gerçekten bu, açık bir üstünlüktür” (Neml 16).
“(Zekeriya) Doğrusu ben,
arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım bir kısır
(kadın)dır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mîrasçı
olsun. Yâkup-oğullarına da mîrasçı olsun. Rabbim, onu (kendisinden) râzı
olunan(lardan) kıl” (Meryem 5-6).
Peygamberimiz elbette mîras konusunda da örnektir.
Fakat Peygamberimiz öyle kantar-kantar bir mîras da bırakmamıştır. Zîrâ
halktan, ortalama yaşayan insanlar gibi yaşardı. Birikmiş bir parası ve malı
yoktu. Oldukça sâde bir
hayat yaşayan Hz. Muhammed’ten geriye, müslümanlar için Kur’ân, âilesi için ise
ancak beyaz bir katır, silahları ve az bir miktar arâziden oluşan son-derece
mütevâzı bir mîras kalmıştır.
İnsanın ve de dolayısıyla
toplumun değişip düzelmesinin bir aşaması da, mîrâs anlayışının İslâmî yönde
değişip düzelmesiyle olacaktır vesselam.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ağustos 2016