“Şüphesiz,
bu Kur’ân, en doğru yola iletir ve sâlih amellerde bulunan mü’minlere, onlar
için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir” (İsrâ 9).
İnsanlar, kendisinde bulunan nefsî-şeytâni yön
nedeniyle diğer canlılardan ayrı olarak bâzı bağımlılıklara müptelâ olurlar. Bu
bağımlıklar; sigara, içki, uyuşturucu, kumar, fâiz, zinâ, yalan-dolan, iftirâ,
fuhşiyât vs. gibi çeşitli bağımlılıklardır ve bu bağımlıkların aklen, dînen ve
vicdânen kötü ve zararlı oldukları ortadır. Nefs, bu sayılanlara meyyâldir ve
bu nedenle de insan çabuk bağımlı olur bunlara. Bir de vicdânın bağımlı olduğu
şeyler vardır ki, bunlar da; merhâmet, şefkât, hak-hakîkat, adâlet, iyilik
vs.’dir. Vicdan bu bağımlılıklara meyyâldir ve böyle olması hem iyi hem de yararlıdır.
İnsan işte bu şekilde negatif ve pozitif özelliklere ve bağımlılıklara sâhiptir.
Fakat “hikmet gereği” şöyle bir şey vardır ki; temize karışan pislik o şeyi pis
kılarken, pisliğe karışan temizlik o şeyi temiz kılmıyor. Bu nedenle bir pisliği
temizlemek için pisliğin tamâmının pis ilan edilip yok edilmesi gerekiyor. Lâkin
bunun yapılması için “sultan bir güç”e sâhip olunması gerekiyor ki, bu da ancak
bir bağımlılık sâyesinde kazanılabilir: Kur’ân bağımlılığı..
Kur’ân’ın bağımlısı olmak, onu sâdece orijinâl
metninden tilâvet etmekle (okumak değil) olmaz. Zîrâ tilâvet, bir bağımlılıktan
çok, alışkanlıktır. “Olmasa da olur” cinsinden yada belli zamanlarda yapılan.
Zâten o alışkanlık, okuyanın ve dinleyenlerin ruhlarına hoş bir sedâ verse, bir
huzûr oluşturarak kişiyi relâks etse de, ortadaki bir sorunu giderecek etkiyi
yapmaz. Oysa kıraat ederek yâni idrak ederek, fıkh ederek yapılacak bir okuma, “sorunu-zulmü
bertarâf etmeye bir giriş” olacaktır. Zîrâ idrâk-merkezli Kur’ân okuma bağımlılığı,
hemen arkasından amel-eylem olarak tezâhür edecektir. Çünkü, bu tarz okuma,
sâdece dilde kalmayıp, vahyin nûrunu ciğere ve oradan da kâlbe taşıyacak ve “akleden
kâlp”, o nûr ve kudretle zihni-vicdânı, diriltecek ve ellere ve dizlere bir
dermân gelecektir. Bu durumda da artık amel kaçınılmaz olacaktır. Fakat bunun
için ilk önce sıkı bir “Kur’ân bağımlısı” olmak gerekir; Peygamberimiz gibi..
Bilindiği gibi Peygamberimiz, Mekke’nin en
vicdanlı-merhâmetli kişisi olmasına rağmen, hem ne yapacağını bilmiyordu, hem
de zihnine-idrâkine-dizine dermân ve kudret verecek vahiyden mahrumdu. Bu nedenle
de hem Mekke’nin hem de Dünyâ’nın mevcut kötü durumundan dolayı depreşen vicdânı,
merhâmeti ve kerîm öfkesi, onu ancak Hira’ya kadar çıkarabiliyordu. Buradan
anlaşılıyor ki, vahye bağımlı olmak için, ilk önce mevcuttan ve zulümden
rahatsız olup, vicdânın titremesi ve öfkenin kabarması gerekir. Kerîm bir
öfkeye sahip olan vahiy, bir eleştiri-îtirâz-isyân ve kerîm öfkelere sâhip
olmayanları diriltemez. Onlar onu sâdece bir sözlük-lûgat-ansiklopedi gibi
kullanıp, sâdece okuyup anlamakla (“okuduktan sonra anlamak” ne demekse?)
ilgilenirler ve “değişen” bir şey olmaz ve mazlumun iniltileri göklere çıkar ve
hattâ gökleri deler geçer.
“Sizden;
hayra çağıran, iyiliği (mârufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran
bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır” (Âl-i İmran 104).
Kur’ân bağımlılığı, îman ve “amel-eylem bağımlılığı”dır.
Amele dönmeyen Kur’ân ilgileri, bağımlılık değil, alışkanlıktır. Hattâ belki de
geçimlik. Zîrâ bu alışkanlık sâhiplerinin herhangi bir amelde, eylemde,
eleştiride, îtirazda ve isyanda bulundukları görülmemektedir. Tam aksine,
mevcudun onaylamasını sözde vahiy-merkezli yapmanın yoluna düşmüşlerdir. Oysa
Hira’da vahyi alan Peygamberimiz hemen harekete geçmiş ve “hakkıyla olan dâvet”e
başlamıştı. Kur’ân’ı duyan sahabeler, vahyi anında idrâk etmişler ve kısa
zamanda onun bağımlısı olmuşlardı. Bu bağlılığa ilk önce ve en çok da; üstün
idrâk sâhipleri ve zulüm altında inleyenler katılmıştı. Vahiy onları hemen îman-amel-eylem
yoluna sokmuş ve vazgeçişler yapmaya sevk-etmişti. Zîrâ Kur’ân bağımlılığının
bir sonraki aşaması vazgeçiş yoluna girmektir. Her şeylerinden; mal -mülk,
atalar, kavimler, ticâret ve hattâ âilelerinden bile vazgeçecek bir yola
koyulabilmişlerdi. Eski dinlerinden bir çırpıda vazgeçebilmişlerdi. Hani; kötü
bağımlılık sâhipleri, meselâ uyuşturucu müptelâları, bağımlılıktan doğan a-normâl
durumlarda, hiç-bir şeyleri gözleri görmez de en yakınlarından bile vazgeçerler
ya.. işte Kur’ân’a-vahye bağımlı olanlar da böyledir. Yalnız şöyle bir fark
vardır ki; kötü bağımlılıklar sâhiplerinin bağımlı olduğu pislikler, onların
zihinlerini, omuriliklerini, kas-iskelet sistemlerini felç ederken; vahiy
bağımlılığı; merhâmeti, vicdânı azmi, cehdi canlandırır ve diriltir. Aradaki “sonsuz
fark” budur.
Peki Peygamberimizi ve sahabeyi böyle bir eyleme-amele
sevk-eden vahiy, modern insanı ve müslümanı niye benzer bir amel ve eyleme sevk-etmiyor?.
Ne fark var?. Fark şu ki; -istisnâları saymazsak- modern insan ve müslüman
Kur’ân’a bağımlı değil, sâdece âşina. Yâni Kur’ân’ın âlimi değil, entelektüeli.
Vahyin eylemcisi değil, sâdece sözcüsü. Hem de eyleme dönme düşüncesinin
olmamasından dolayı, parantez-merkezli bir layt-ılımlı düşünceye dâvet eden
sözcülük. Bir türlü amele-eyleme dönmeyen ve dönmesinin seslendirilmediği bir
sözcülük. Kur’ân’ı tilâvet ile sâdece göz ve dil-merkezli okumanın farklı bir
versiyonundan başkası yapılmıyor. Biri Arapça, diğeri meselâ Türkçe. Ne fark
ediyor?. Hiç-bir şey. Zîrâ her türlü çirkeflik ve zulüm devâm ediyor.
Kur’ân bağımlılığı diğer tüm bağımlıkları yok eden bir
bağımlıktır. İnsanı her şeye bağımlı olmaktan kurtaran bir bağımlılık: “De ki: ‘Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç
şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81). İnsan, Kur’ân’a bağımlı olmadığında
bağımlı olduğu şeylerin sayısı sonsuz olur. Öyle ki; vâr olmayan hayâli
şeylerin bile bağımlısı olunabiliyor. Vahye bağımlı olmak kişiyi özgürleştirir
ve sâdece Allah’a bağımlı yapar. Zâten özgürlük budur: Sâdece Allah’a
bağlı-bağımlı olmak. Tüm bağımlılıklar yâni kölelikler ortadan kalkar böylece. Kur’ân
bağımlılığı, tüm modern sûni bağımlıkları yok eder. Hem Kur’ân’a hem de modern
ideolojilere, düşüncelere, yeme-içmeye, giyinip-kuşanmaya, hâl-tavra ve
konuşmaya aynı anda bağımlı olunamaz. Bunu kabûl etmek, münâfıklığı kabûl etmek
demek olur ki, maalesef modern zamanlar, “gizli münâfıklığın” ayyuka çıktığı
zamanlardır. “Kurban olduğum Kur’ân” söylemi, sâdece bir söylemdir ve de boş
bir söylemdir. Bir şeyin bilgisi kendisi değildir, bilgisidir sâdece. Bir
şeyin söylemi, eylemi demek değildir zîrâ. Eylemi varsa söylemine gerek
yoktur zâten. Bu nedenle Kur’ân bağımlılığı, söylem ile değil, eylem-amel ile
ilgilidir büyük ölçüde.
Peygamberimiz ilk önce kendisinden başlayarak Kur’ân
bağımlısı bir toplum oluşturmuş ve Dünyâ’nın ilâhi yönde değişmesini
başlatmıştır. Unutmayalım ki Kur’ân; zamâna ve coğrafyaya değil, insana
inmiştir. Tüm zamanların insanına. Peygamberimiz ve asr-ı saadet toplumu
bir örnekliktir tabî ki. Modern zamanların insanına da hitâp eden Kur’ân, bu
zamanda da ilâhi yönde değişiklikler beklemektedir. Bu nedenle; Kur’ân’a olan
alışkanlıkları birer bağımlılığa dönüştürerek o bağımlılığın vermiş olduğu güç
ve kudret ile eyleme-amele dönmek ve Dünyâ’yı, tüm göklerde olduğu gibi yeniden
“İlâhi olan”a bağlamanın zamânı gelmiştir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Temmuz
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder