“Onlar ki, insanlar onlara; “İnsanlar sizin için toplandılar; o hâlde
onlardan korkun” dediklerinde bu, ancak onların îmânını artırır ve şöyle
derler: “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” (Âl-i İmran 173).
İnsanlar âni bir
hareketten, karanlıktan, yılandan-çıyandan, itten-köpekten korkabilirler bu
korku doğal ve normâl bir korku olabilir. Bu korkular, bir refleksten yada bir
yaşanmış kötü bir örneklik yüzünden olabilir. Bu korkular “havf” tâbir edilen
refleksif korkular ise ve “haşyet” tâbir edilen derin korkular değilse çok da
önemli değildir. Zâten çoğunlukla gelip geçicidir. Fakat bu korkular haşyet-vâri
korkular ise orada büyük bir sorun var demektir. Zîrâ bu korkular nedeniyle şirke
bile düşülme durumu olabilir. Bir şeyden Allah gibi korkmak ona ortak koşmak
anlamına geleceğinden, şirk kaçınılmaz olur. Nasıl ki Allah’tan başkasına güç
vehmetmek şirk ise, Allah’tan başkasından haşyet derecesinde korkmak da şirke
düşürür kişiyi.
Seyyid Kutub, İslâm’da Allah’tan başkasına korkunun
olmaması gerektiğini şöyle ifâde eder:
“Kur’ân, güçleri ve değerleri yerli yerine oturtacak bir ölçü yerleştirmesi
için indirilmiştir. Varlık âleminde bir tek gücün bulunduğunu ve onun da Allah’ın
gücü olduğunu yerleştirmek için. Aynı-şekilde, evrende, îman değerinden başka
değerin olmadığı hakîkatini da yerleştirmiştir. Allah’ın kuvveti kiminle
berâber olursa, o bütün zâhiri kuvvetlerden yoksun olsa bile, onun için bir
korku yoktur. Allah’ın kuvveti kimin aleyhinde olursa, bütün güçler ona dayanak
olsa bile, onun için bir emniyet ve huzur söz-konusu değildir. Aynı-şekilde,
îman değerine sâhip olan, bütün iyilikleri elde etmiş demektir. Onu kaybedene
de hiç-bir şey yarar sağlayamaz. İbâdet, inancın davranışlara yansımasıdır.
İnanç sağlam olmayınca ibâdet de sahih olmaz. Başkasından değil, yalnızca Allah’tan
korkmak kolay-kolay gerçekleşmeyen bir duygudur. Allah için her şeyden soyutlanmak lâzımdır. İster düşüncede, ister
davranışlarda olsun şirkin her türlü gölgesinden kurtulmak kaçınılmazdır. Allah’tan
başka birinden korkmak, inanç ve amelin tamâmıyla Allah’ın rızâsına uygun olması
için, Kur’ân’ın uzak durulmasını emrettiği gizli şirkin bir çeşididir. Mü’min,
kullardan korkmaz. Çünkü o, Allah’tan başka hiç kimseden korkmaz. İnsanlardan
korkanlara gelince; Allah, korkulmaya ve sakınılmaya daha müstahaktır. “Onlardan mı sakınıyorsunuz?. Allah
sakınılmaya daha müstahaktır. Şâyet mü’minseniz” (Tevbe 13). Mü’minin
kâlbinde Allah korkusundan başka korkunun yer etmesi câiz değildir.
Kulların sizin üzerinizde hiç-bir otoriteleri yoktur. Sizin işlerinizde de hiç-bir
şeye mâlik değildirler. Dolayısıyla, onlara önem vermeniz ve benden gelen bir
şey için onlara yönelmeniz yakışık almaz. Dünyâ ve âhiret işlerinizin mâliki
olmamdan dolayı, yalnızca ben korkulmaya müstahakım. “Onlardan sakınmayın, benden sakının”. Burada, Allah’a îmânın ve
O’ndan korkmanın değeri ortaya çıkıyor. Allah korkusu, zorbaları hakir
görmeyi sağlamakta ve korkunç tehlikeler karşısında insana cesâret
aşılamaktadır. Allah, iki ayrı korkuyu bir kâlpte bir-araya getirmez.
Allah korkusu ve insanların korkusu. Allah’tan korkan, O’nun dışında hiç-bir
şeyden korkmaz. Yalnızca Allah’tan korkulmalıdır, başkalarından değil. İnsanın
yüceliğine yakışan da budur. Kılıç ve kırbaç korkusu, aşağılık kişilerin
düştüğü bir derekedir. Allah korkusu, daha evlâ, daha yüce ve daha temizdir. Üstelik
Allah korkusu, gizli ve açık vicdanla arkadaşlık eder. Allah’ı bulan nasıl
korkar?. Niye korkar ve neden korkar?. Allah’ın gücünden başka bütün güçler
saçma olduğundan Allah’ın saltanâtından başka bir saltanattan
korkulmayacağından, mü’minin de korkması mümkün değildir. Mü’minin kâlbi
yeryüzünde hiç-bir gücün sarsamayacağı kadar sağlam olmalıdır. Çünkü o, emrinde
gâlip ve kulların üzerinde kahredici güce sâhip Allah’ın gücüne bağlanmıştır.
Bir tehlike ânında, sarsılması câiz olsa bile, bu sarsıntının, yenilgi ve kaçışa
neden olması doğru değildir. Bütün eceller Allah’ın elindedir. Dolayısıyla, mü’minin
yaşam korkusuyla sarsılması câiz değildir. Bu, nefse gücünden fazlasını
yüklemek anlamına gelmez”.
5 temel
korku vardır. Bunlar: Ölüm korkusu; hastalanma korkusu; işsiz kalma korkusu; aç
kalma korkusu; eleştirilme korkusu. Modern insan bu korkular ile güdümlenmiş ve
kuşatılmış durumda. Bu 5 temel korku modern insana öğretilmiş ve öcü gibi gösterilmiş
bir korkulardır. Mü’min kişi, âhirete îmânından dolayı ölmekten; Şâfi olanın
Allah olduğunu bildiğinden dolayı hastalanmaktan; rızkı verenin Rezzâk olan
Allah olduğuna güvendiğinden dolayı işsiz kalmaktan; yediren ve içirenin Allah
olduğu kesin olduğundan dolayı aç kalmaktan; gerçek bilenin Allah olduğu ve
bundan dolayı kendisinin “gerçek bilen” olmadığını kabûl ettiğinden dolayı da
eleştirilmekten korkmaz.
Bu beş temel korku, merkeze
Allah’ı, âhireti, gaybı, İslâm’ı, Kur’’ân’ı ve peygamberleri değil de;
Dünyâ’yı, maddeyi, beşerî sistemleri, aklı, zekâyı, geçici ve fânî olanı
merkeze alanların korkusudur. Yoksa bunlar mü’minlerin öncelikli korkuları
olmadığı gibi, aşırı korktukları şeyler de değildir. Mü’minler bu “beş temel
korku” denilen şeylerden önce Allah’tan, âhiretten, hesaptan, cehennemden,
günaha girmekten, takvâlarının azalmasından ve bitmesinden, Allah’ın sevgisini
ve ilgisini kaybetmekten (haşyet), Allah’ın emir ve yasaklarını çiğnemekten, âsî
ve nankör olmaktan vs. korkarlar. Mü’minlerin öncelikli ve önemli korkuları bunlardır.
Diğerleri ise hem öncelikli korkuları değildir hem de şiddetli korkuları
değildir. Zâten sâdece Allah’tan korkanlar başka hiç-bir şeyden korkmazlar yada
çok da korkmazlar.
Modern zamanlarda müslümanlar da dâhil, insanlar çok
korkak oldular. Nerdeyse gölgelerinden bile korkar hâle geldiler. Her şeyden
korkuyorlar. En çok da şiddetten ve savaştan. Durduk yerde hiç kimse bir
savaşın ve şiddetin olmasını istemez ve ölme riskinden dolayı da savaştan ve
şiddetten korkabilir. Fakat, dîni-îmânı, şerefini-haysiyetini ayaklar altına
alındığında da korkmaya devâm ediyor. Eskiden insanlar böyle aşağılanmaya
kolay-kolay katlanamazlardı. O hâlde korku, delikanlılığı bitiren bir duygudur.
Bu korkulara sâhip olanlar artık egemenlerin bir çeşit kölesi hâline
gelebiliyorlar. Bu kölelik “açık Dünyâ köleliği” olduğu için kendilerini köle
gibi görmeseler de, tağutların (râhip ve ruhbanların) her dediğini yaparak,
onların güdümüne girmektedirler bu korkular yüzünden. Onların istediği gibi
yiyip-içmek, giyinip-kuşanmak, edip-eylemek, düşünmek-konuşmak, onlara köle
olmak demektir. Üstelik bu kölelik bedâvaya yapılan bir kölelik. Tağutların
sorumluluğunu almadığı bir köleliktir. Çünkü eski köleliklerde, efendi, kölenin
tüm ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüydü. Köle kişi, hem kendisinin hem de
âilesinin yeme-içme, giyim-kuşam, barınma vs. gibi ihtiyaçlarından emin idi.
Zîrâ efendisi bu ihtiyaçların sigortasıydı. Modern zamanlarda ise kölelere
(meselâ asgari ücretlilere) kuru bir maaş veriyorlar ve “ne yaparsan yap”
diyorlar.
Bülent Akyürek korkuyu şöyle
târif ediyor:
“Korku; kendisiyle yüzleşene kadar bırakmıyor
yakamızı. Ölmek, sakat ve aç kalmak, sevdiklerimize kavuşamamak.
Beklentilerimizin, kendimize verdiğimiz değerin karşılığını bulamamak. Kısacası
şu-an aldığımız nefesi bir daha alamamak”.
Savaş korkusu en büyük korkulardandır. “Kendilerine
ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin” denilmiş olanlara bakmaz
mısın?. Şimdi onların üzerine savaş farz kılınınca içlerinden bir grup Allah’tan
korkar gibi hattâ daha şiddetli bir korku ile insanlardan korkuyorlar. Bunlar “Ey
Rabbimiz; üzerimize şu savaşı niye farz kıldın? Ne olurdu bizi yakın bir târihe
kadar geri bırakaydın!” demektedirler. Onlara de ki: “Dünyâ’nın zevki pek
azdır. Âhiret ise sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. Ve kıl kadar
haksızlığa uğratılmayacaksınız. Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde dâhi
olsanız ölüm sizi bulacaktır” (Nîsâ
77).
Seyyid Kutup:
“İnsanlardan korkmayın, benden korkun” İşte yol budur... İnsanların korkusu, Allah’ın indirdikleriyle
hükmetmeye engel olmamalıdır. Allah’ın şeriatinden yüz çevirip O’nun ulûhiyet
hakkını teslim etmeyen tağutlar; Allah’ın şeriatının, vurgunlarına engel
olacağını bilen sermâyedarlar, Allah’ın şeriatının hükümlerini ağır bulan ve
ondan sapan bütün sapıklar, bozuk tabiat ve ahlâk îtibâriyle düşük olanlar.
Bunların etrâfa saçtıkları korku, Allah’ın şeriatının egemen olmasına engel
olmamalıdır. Evet insanlardan duyulan korku, ulûhiyetin başta gelen özelliği
olan hâkimiyetin yalnızca Allah’a verilmesi anlamına gelen şeriatın egemen
olması olayına engel olmamalıdır. Yalnızca Allah korkulmaya müstehaktır. O’ndan
başkasından sakınılmaz bu yüzden” der.
İnsanlar-müslümanlar cennete
gitmekten korkuyorlar. Çünkü ölmekten, Allah yolunda ölmekten korkuyorlar. İyi
de ölmeden cennete gidilmez ki!. İlim yolunda ilerlemiş olanlar da korkuyor. O
kadar ilme rağmen korkuyorlar. O hâlde ilim, ölüm korkusunu yenemiyor. Zîrâ
ilim, masa-başından kalkmıyor ve meydana inmiyor. Ölüm korkusu en iyi, sâvaş
meydanında yenilir. Îdam sehpâsında..
En cesur olanlar
peygamberlerdir, zîrâ onlar sâdece Allah’tan korkarlar ve bu korkuları “hakkıyla
olan bir korku”dur (haşyet): “Ki onlar
(o peygamberler) Allah’ın risâletini tebliğ edenler, O’ndan içleri
titreyerek-korkanlar ve Allah’ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap
görücü olarak Allah yeter” (Ahzab 39).
Yine mü’minler kınayıcının
kınamasından korkmazlar: “Ey îman
edenler, içinizden kim dîninden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine)
kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak
gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad eden ve
kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir
fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir”
(Mâide 54).
Tevekkülün sonucunda korkusunu
yenen mü’min, tüm korkularından arınır ve şöyle meydan okur kâfirlere ve
tağutlara:
“De ki, “Allah’a ortak koştuklarınızı çağırın!. Sonra hiç beklemeden,
bana tuzak kurun. Şüphesiz benim dostum, kitabı indiren Allah’tır ve O, sâlihlerin
dostudur. O’ndan başka çağırdıklarınız size de yardım edemezler, kendi
nefislerine de. Onları hidâyete çağırırsanız işitmezler. “Sen onları sana
bakıyor görürsün, oysa onlar görmezler” (A’raf 195-198).
Korku ile İslâm’ın bir-arada
bulunması biyolojik olarak mümkün ise de, teolojik olarak söz-konusu olamaz.
Kâbe’nin etrâfında, müşriklere Kur’ân dinlettiği
için, müşrikler, Abdullah bin Mes’ud (radıyallâhu
anh)’ı ayakta duramayacak kadar dövmüşlerdi. Bu eziyetler karşısında o
şöyle söylüyordu: “Vallâhi, bu kadar
zayıf olduklarını daha önce bilmiyordum”. Dayak yiyen ama korkmayan İbn-i Mesud
iken, korkularından dolayı şiddete başvuranlar korkak müşriklerdir. Zâten
müşrikler korkak olurlar. Onlar sağlam kalelerde olmadıkça savaşamazlar.
Korkularıdır onları şiddete sürükleyen. Şu-anda da modern müşrikler, içlerini
titreten korkularından dolayı, korktukları unsurları ve insanları yok etmek
için şiddete başvuruyorlar. Hem de en ağırından olan bir şiddet. İbn-i Mesud onların
Allah’a isyân ettiklerini biliyordu. Ve şunu kesinlikle biliyordu ki, Allah’a
isyân eden yenilmeye mahkûm bir zavallıdır. O hâlde Allah’ın dostlarının
yanında da zavallı bir konumda olmalıdırlar.
Kur’ân boyunca bir-çok
âyette Allah’tan başkasıyla değil, sâdece Allah’tan korkulması söylenir:
“Kavmi onunla tartışmaya girişti. Dedi ki: ‘Beni
doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz?.
Hem sizin O’na ortak koştuklarınızdan ben korkmam; ancak Rabbimin bir şey
dilemiş olması başka. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt
almayacak mısınız?. Siz, Allah’ın size haklarında hiç-bir hüküm indirmediği
şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden
nasıl korkarım?. Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki guruptan hangisi güvende
olmaya daha layıktır?” (En-âm 80-81).
“Şeytan sizi kendi dostlarıyla korkutuyor, eğer îman
etmiş iseniz onlardan korkmayın, benden korkun” (Âl-i İmran 175).
“…Sakın onlardan korkmayın. Yalnız benden korkun.
Böylece size olan nîmetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız” (Bakara 150).
“…Allah’tan korkun ve mü’minler yalnızca Allah’a
güvensinler” (Mâide 11).
“…Allah’tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta
olduklarınızı görür” (Bakara 203).
“Ey îman edenler!. Allah’tan korkun ve herkes, yarına
ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır” (Haşr 18).
İnsanlar-müslümanlar cennete
gitmekten korkuyorlar. Çünkü ölmekten, Allah yolunda ölmekten korkuyorlar. Ölüm
korkusu, ebedî yaşamdan korkarak ve çekinerek, “geçici olan”da kalma isteğidir.
Ölüm korkusu, müslüman için bir terâzidir. Îman terâzisi. Ölümden korkmaya
başladığında, îman tarafı hafif basar.
Ölümden bu kadar
korkulmasının nedeni, “gerçek hayatlar” yaşayamayışımızdır. Ölmeyi göze almış
birineyse kimse bir şey yapamaz. Onu hiç-bir şeyle korkutamaz. Zîrâ sâdece
Allah’tan korkmaktadır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Hazîran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder