“Saatin
(kıyâmetin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: ‘Onun
ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O’ndan başkası açıklayamaz. O,
göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir’.
Sanki ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi
yalnızca Allah’ın katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler” (A’raf 187).
“İnsanlar, sana kıyâmet saatini sorarlar; de
ki: “Onun bilgisi yalnızca Allah’ın katındadır”. Ne bilirsin; belki kıyâmet
saati pek yakın da olabilir” (Ahzab 63).
“O ne zaman
demir atacak? diye, sana kıyâmet-saatini soruyorlar. Onunla ilgili bilgi
vermekten yana, sende ne var ki… En sonunda o (ve onunla ilgili bilgi), Rabbine
âittir. Sen, yalnızca ondan ‘içi titreyerek korkanlar’ için bir uyarıcısın. Onu
gördükleri gün, sanki, bir akşam veya bir kuşluk-vaktinden başkasını yaşamamış
gibidirler” (Nâziât 42-46).
Hemen söyleyelim ki; âyetin söylediği gibi kıyâmetin
ne zaman kopacağını sâdece ve sâdece Allah bilir. Bâzı yorumlarda ve
çıkarımlarda bulunulsa da kesin olarak kimse onun bilgisine ulaşamaz. Çünkü bu
kozmik bir olaydır ve kesin bilgisine ulaşmak için -tüm sınırlarına kadar- kâinat
hakkındaki tüm bilgiye ulaşmış olmak gerekir ki; değil insanın, şeytanın ve
meleklerin bile buna gücü yetmez. Her-an bir hareket-döngü hâlinde olan kâinat,
sürekli yeni bir durumda olacağından, her-an farklı bir lokâl ve bütünsel
verisi olur. Yâni tam “bildim” derken, döngü devâm edip kâinat yeni bir şekil
almış ve resim vermiş olacağından, yeni bir bilmeye ihtiyaç duyulur ki, bu yeni
bilgiye, her-an değişen bir sisteme sâhip olduğu için, kâinatın net bilgisine
Allah’tan başkasının ulaşması söz-konusu değildir.
Burada kıyâmetten kastımız, “son saat”tir. “Yes’elûneke anis
sâati eyyâne mursâhâ=Saatin (kıyâmetin) ne zaman demir atacağını
(gerçekleşeceğini) sorarlar”. Kur’ân “kıyâmet”
ile “son saati” ayırır. “Son saat”, evrenin artık ecelinin gelip yıkılmasını ve
yok olmasını belirtir. Kıyâmet ise, son saatten sonra tüm insanların yeniden
diriltilerek mahşer meydanında toplanacağı zamanı ifâde eden kelimedir.
Evrendeki yörüngeler sâdece bâzı gök-cisimlerine
âit değildir. Güneş Sistemi’miz, hattâ diğer galaksiler, başka merkezler etrâfında
büyük bir hareketlilik gösterirler. Dünyâ ve onunla birlikte Güneş Sistemi her
yıl, bir önceki yerinden 500 milyon km. uzakta bulunur. Gök-cisimlerinin
yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile sistemi alt-üst edecek kadar önemli
sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır. Örneğin Dünyâ yörüngesinde, normâlden
fazla veya eksik 3 mm’lik bir sapmanın yol açabilecekleri, bir kaynakta şöyle
târif edilmektedir:
“Dünyâ,
Güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki, her 18 milde doğru bir
çizgiden ancak 2,8 mm ayrılır.
Dünyâ’nın çizdiği bu yörünge kıl-payı şaşmaz; çünkü yörüngeden 3 mm’lik bir
sapma bile büyük felâketler doğururdu: Sapma 2,8 yerine 2,5 mm olsaydı, yörünge
çok geniş olurdu ve hepimiz donardık; sapma 3,1 mm olsaydı, hepimiz kavrularak ölürdük. Evrendeki söz-konusu
iş-bölümünde meydana gelebilecek tek bir aksaklık bile son derece ciddî
sonuçlara hattâ kâinâtın ölümüne bile sebep olabilir”.
Şöyle bir iddiam var...
Bu mükemmel kâinat döngüsü çok hassas
oranlarda-kriterlerde düzenini korur. Öyle ki; evrendeki galaktik düzen, Samanyolu
Galaksisi’nin dengesine bağlıdır. Samanyolu Galaksisi’nde oluşacak en ufak bir
yalpalanma, galaktik kümelerin ve en sonunda evrenin kendisinin bozulmasına yol
açacaktır. Samanyolu Galaksisi de bu düzenini Güneş Sistemi’ne borçludur. Güneş
Sistemi’nde meydana gelecek ufak bir yalpalanmada Samanyolu Galaksisi’nin
düzeni de bozulacaktır. Güneş Sistemi’miz ise düzenini Dünyâ’nın varlığına ve
düzenine borçludur. Dünyâ’nın yörüngesinde ya da yapısında meydana gelecek olan
olası bir düzensizlikte Güneş Sistemi olumsuz şekilde etkilenecek ve döngüsü
bozulacaktır. Dünyâ’nın düzenini korumasına gelince; bu da insanın varlığı
sâyesinde olur. İnsanın tasavvurunda ve dolayısıyla eyleminde meydana gelecek
bir bozulmada, kısa ya da uzun vâdede insan yıkıma uğrayacaktır. İnsan yıkıma
uğrayınca da Dünyâ yıkıma uğrayacaktır. Bunun sonucunda ise Güneş Sistemi
bozulmaya başlayacaktır. Ve en nihâyetinde insan da mevcut düzenini, mânevi
yapısını oluşturan fıtrata borçludur. Vahyi göz-ardı ederek fıtratına aykırı
bir yaşamı seçtiğinde çok da uzun olmayan bir süre içinde insan ve insanlık
fesada uğrayacaktır. Bu fesat da yıkımı getirecektir. Çünkü insan aslında bütün
enerjisini ve dengesini mâneviyatından alır. Bu silsile; Dünyâ insandan, Güneş
Sistemi Dünyâ’dan vs. diye gider.
Şimdi; kırılmayla başlayan ve en sonunda kaosla
sonuçlanan bozulma serüvenini kısaca anlatacak olursak:
Vahiy göz-ardı edilerek yaşandığında ilk önce insan,
insanın bozulmasından Dünyâ, Dünyâ’nın bozulmasından Güneş Sistemi, Güneş Sistemi’nin
bozulmasından Samanyolu Galaksisi, Samanyolu Galaksisi’nin bozulmasından
Samanyolu Galaksisi’nin de içinde bulunduğu galaktik küme, bu galaktik kümenin
bozulmasından diğer süper-kümeler ve en nihâyetinde de kâinat yıkıma
uğrayacaktır. Yâni “son saat”i=kıyâmeti başlatacak olan şey, insanın
fıtratına-vahye aykırı davranmasıdır.
Budha:
“Cehâlet
ve günahlar artınca, yalnızca insan hayâtı kısalmaz, evren de bozulmaya yüz
tutar” der.
Türklerin eski dinleri olan Tengricilikte;
Tengriciler, doğaya çok önem verirler. Doğada bir dengenin olduğuna, bu
dengenin değiştirilmesi durumunda insanların ve diğer canlıların zarar
göreceklerine inanılır bu dinde.
İnsanlar davranışlarını fıtratlarına aykırı olarak
değiştirip bozduklarında, bozulma da başlayacaktır. O “kritik eşiğe”
gelindiğinde başlayacaktır yıkım Allah-u âlem.
“Onlar: ‘Eğer
doğru söylüyor iseniz, bu vaâd (ettiğiniz azab) ne zamanmış?’ derler. De ki: ‘Sizin
için belirlenmiş bir gün vardır ki, ondan ne bir an ertelenebilirsiniz, ne de
(bir an) öne alınabilirsiniz” (Sebe’
29-30).
Kıyâmet=son saat “gaybî” bir konu olduğundan, onu
ancak “gayb”ların da sâhibi olan Allah bilebilir. Bu zaman hakkında bize bir
bilgi verilmemiştir. Sâdece onun süresi bildirilir:
“Göklerin
ve yerin gaybı Allah’a âittir. (Kıyâmet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli)
göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah her-şeye güç
yetirendir” (Nahl 77).
Âyetin söylediği gibi; kıyâmet=son saat belki daha
“ne oluyor” bile demeden başlayacak ve bitecektir.
Bir de toplumların kıyâmetleri vardır ki
devletlerin-medeniyetlerin-uygarlıkların yıkılması demektir. Öyle bir yıkım (kıyâmet)
olur ki, belki de bir daha toparlanamazlar ve o medeniyeti-uygarlığı yeniden
kuramazlar. Müslümanlar da bir kıyâmet yaşamışlardır-yaşıyorlar. Bu kıyâmetin belirtisi
çok öncelerden kendisini belli ve zâten Kur’ân uyarıp duruyordu: “Onun (insanın) önünden ve arkasından
izleyenleri (tâkipçileri) vardır, onu Allah’ın emriyle gözetip-koruyorlar.
Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar,
bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük
istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç-bir (biçimde imkân) yoktur; onlar için
O’ndan başka bir veli yoktur” (Ra’d 11).
Fakat İslâm’ın bir farklılığı vardır: “Küllerinden
yeniden doğabilme farkı”. Zîrâ onun ateşi-ışığı tamâmen sönüp kararmaz. Bunun
için yapılması gereken şeyler vardır tabi. En başta ciddiyet, samîmiyet ve
sonra gayret. Mevcuda yapılan, eleştiri, itiraz ve isyân. Bilgi-bilinç-eylem-devlet-medeniyet
süreciyle İslâm medeniyeti yeniden diriltilip kurulabilir ve Allah’ın sözü
Dünyâ’da yeniden hâkim olabilir. Bu tarz kıyâmetlerin panzehiri “kıyâm etmek”tir.
Kıyâm etmedikçe kıyâmet geri çevrilemez. Son saat gelip de kıyâmet başladığındaysa
artık geri dönüş olmaz.
Kıyâm etmeyenler, kıyâmet ile cezâlandırılırlar.
İhtiyâri olarak kıyâm etmeyenler, kıyâmette ıztırâri olarak kıyâm ederler.
Kıyâmet, “kıyâm etmek” demektir zâten. Kıyâma durmadan kıvâma erilemez.
Kıyâmetin alâmeti, kıyâmetin kendisidir. Bu nedenle ey mü’min!; Kıyâmet
gelmeden önce kıyâm et!. Ya kıyâm et, ya da bekle bir kıyâmet.
Vel hâsıl kelam; Ya kıyâm ya kıyâmet.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder